10 Haziran 2011 Cuma

İDEALLERİN ANTİ-TEZİ YOKTUR

Zeki Müren altın sesiyle okuduğu Bilge Özgen'in bir hicaz eseri var. Bu eserin bir yerinde Zeki Müren :"nasıl olsa her şeyin zamanla sonu yok mu; ömür dediğin şey küsecek kadar çok mu ?" diye sevgilisine sorar. Nedense, bu eser bende, insan ilişkilerine akıp giden 'zaman paralaksı' ndan  bakıldığında, insan ilişkilerinin daha insani bir düzlemde ve farklı bir boyutta seyredebileceği  duygusunu uyandırır. Her şey  zamana ve değişmeye boyun eğer. Bu mutlak gerçek karşısında, sonlu ve geçici olduğunu hissetmeyen  bir tek insan var mıdır acaba? İşte bu duygu, yani, hepimizin sonlu ve geçici olduğu duygusu,  biz insanları birbirimize biraz daha yakınlaştırabilir, kaynaştırabilir.  İnsanlar dünyasında, insanın, insandan başka sarılabileceği, sığınabileceği başka bir dostu, arkadaşı, yakını yoktur.  Boşuna "insanoğlu" dememişler. Evet; sahiden, insan, insanın oğludur, kızıdır, çocuğudur, ihtiyacıdır ve geleceğidir...

Zamanla her şeyin bir sonunun olması; ve  hiç bir şeyin, kaçınıl(a)maz bu sonun dışında kal(a)maması gerçeği karşısında Zeki Müren, sanki, "Ömür dediğin ne ki; göz açıp kapayıncaya kadar nasıl olsa gelip geçer;  o halde, nedir bu küsmeler; bu darılmalar niye? Birbirimizle kaynaşmaktan başka çaremiz mi var  ? Birbirimizi sevmek varken bu kavga neyin kavgası?  diyerek, kendince, insanlar için  "ideal" olanları sıralar gibidir.

Ama gelin görün ki  gerçekler hiç te öyle değil!  İnsanlı dünyanın insanları tarafından kurulmuş olan sosyal-sınıflı düzenler ve o düzenlerin egemen güçleri, binlerce yıldır, ideallere aldırış etmeden insanoğlunun canını okuyup duruyor. İnsanların İdealleri, somut gerçeklere ve egemen güçlere söz geçiremiyor.  İdeallere ve temennilere göre dünya gemisi yürümüyor; İdeallerin ışıltısında dünya dönmüyor;  ve yarınlar kurulmuyor.  

Niye acaba?

Şu nesnel gerçeklik'e bir bakalım önce.  Çokluk ve çeşit itibariyle ne kadar  çok ve sınırsız şey var değil mi ortalıkta? Ama hepsi de geçici ve sonlu. Yerleşik ve kabul görmüş anlayışa göre bu şeylerin varlık nedeni  esas itibariyle ikiye ayrılıyor:  1-Varlıkları,  madde'ye değil de, düşünceye (maddesel olmayan bir antite'ye) bağlı olanlar nedenler,   2-Varlıkları, tümel ve nesnel  bir düşünce ürününe değil de, sırf ve sadece, kendi kendine hareket edebilen ve öncesiz sonrasız olan   madde' ye bağlı olan nedenler.  Birinci görüşü kabul edenlere idealist;  ikinciyi kabul edenlere de materyalist(maddeci) diyoruz.

İdealistlere göre, idealar*, değişmeyen, öncesiz sonrasız biricik asli ve gerçek varlıklardır(töz). Ve Zaman'a tabi bir "öz"leri yoktur.  İdealar, her şeyin asıllarıdır. Nesne ve olaylar dünyası onların eseridir. Gerçek(lik), İdea'dan ibaret olduklarından, ancak ve sadece, İdea'lar ile kavranabilir ve açıklanabilirler. Doğada ve toplumda diğer var olanlar ise, gerçek değil; sadece birer surettir. Örneğin, insan İdea'sı, var olan tek tek insanlara (Ayşe'ye, Fatma'ya; Ali'ye, Veli'ye..) nazaran asıl ve esas olan gerçektir. Kara kedideki "karalık",  beyaz kedideki beyazlık İdeası da öyle. İdealistlere göre  "insan ideası" olmasın bakıyım, ortada, ne Ali kalır ne de Veli.  Beyazlık, karalık ideaları bir var olmasın o zaman ne kara kedi var olabilir ne de beyaz kedi.

Dahası; insan İdeası mutlak; tek tek insanlar(Ayşe, Fatma; Ali, Veli) ise, insan İdeası'na nazaran rölatiftir. İnsan  İdea'sı kendi başına var olduğu içindir ki tek tek Aliler, Veliler, Ayşeler..var olabilmektedirler. Tek tek varolan (suret) insanların hiç biri, insan ideasından bağımsız olarak; ve insan ideasının dışında var olamazlar. Ve hiç bir tekil varlık (suret) esas ve tümel varlık olan  ideadan daha gerçek, saf, mükemmel, tam değildir.

İdealistlerin en erken temsilcisi Elea Okulu'nun kurucusu ve Ksenofanes'in öğrencisi  Parmenides (M.Ö.515-460)'e göre, varlık, mutlak olarak vardır  bir ve tek'dir. Kalıcı ve   değişmez olarak vardır. Doğa olayları, nesneler asıl gerçek değildir.  Değişiklik,  sadece  bir görünüşten ibarettir. Görünüş ise  aldatıcıdır. Düşünen varlık özne ile düşünülen varlık nesne bir ve ayni şeylerdir. Birbirlerine indirgenebilirler. Öyleyse düşünce konusu olan nesneler ile düşünce de bir ve ayni şeydir. Varlık hakkında söylenebilecek tek şey, varlığın var olduğudur. Öyleyse esas olan Özdeşliktir.  Varlık, var olandır; hiçlik ise, zaten var değildir.

Atina Akademisi'nin ve "İdealar Kuramı"nın  kurucusu Platon (M.Ö.423-347)'un   İdeal (somut nesnesi olmayan; düşünce ürünü olan) gerçek'i  de Parmenides'ten etkilenmişti :  Platona göre de Gerçek,  kalıcı ve mutlak; ilksiz ve sonsuzdu.. Ancak,  Platon bu dünyadaki her şey kusurlu ve eksik şeyler olarak kabul ediyordu.. Onların kusursuz ve mükemmel olanları, bu dünyanın dışında idea olarak başka bir dünyada, idealar dünyasında bulunmaktaydı. Aslonan ve gerçek olan işte bu idealar ve idealar dünyasıydı. Ve bu İdealar,   "ideal gerçek"leri temsil ediyorlardı. Fakat bu idealar duyularla algılanmazlar ancak zihin gözü olan akılla kavranabilirlerdi.

Platon'un ideaları, göğün en yüksek katında yaşarlar. En tepede "en üstün iyi ideası"  bulunurdu. Kusursuz ve mükemmel canlılar, ideal insan, ideal devlet, ideal hayvan, ideal asalak ve haşereler; ideal kavun, karpuz, ideal sebze.. hasılı bu dünyada, toplumda ve evrende ne varsa hepsinin ideaları göğün en üst katından aşağıya doğru hiyerarşik olarak sıralanmışlardı..Ve kendilerine göre bir varoluşları vardı. Yükselmiş ruhlar isterlerse onları gidip görebilirlerdi. Ama, İdeal atı, ideal sineği, ideal eşeği, yeryüzünde bulamazdınız. Onlar sadece idealar evreninde yaşarlar. Yeryüzünde yaşayanlar ise, bunların sadece kusurlu, eksik birer kopyalarıydı, suretleriydi.

Bu girişten sonra şimdi şu soruyu sorabiliriz artık : Şayet, evrende, Platon'un ideaları gibi, bir ve tek ideal-nesne olsaydı, yani evren bir ve tek belirli bir ideal-nesneden ibaret olsa idi, o nesneyi tanımlamak, belirlemek ve onun  "idea"sına sahip olmak  mümkün olabilir miydi acaba ? Dahası, o ideal'in bir anti-tez'i olabilir miydi?

Diyelim ki; evren ideal bir  armuttan ibaret olsun. Bu şu demek: Doğada tek tek var olan bütün armutlar, kusurlu ve eksik, ama armut ideası, saf, tam ve mükemmel.. Her şeyin ve her yerin armut olduğu; armutun kendini evren yerine koyduğu, sırf ve sadece armut olan bir evren tasavvur edelim bakalım; tasavvur edebilecek miyiz ? Lütfen bir dener misiniz dediğimi ? Önce, gözlerinizi şöyle bir kapatın; ve evrende ideal armutun dışında,  ideal armuttan başka ne varsa hepsini bir güzel yok farz edin. Tabi, tek tek varolan tekil armutlar da buna dahil. Sonra, mutlak olarak yalnız olan; ilişkisiz, biricik ve tek ideal armudu imgeleminizde iyice canlandırın.  Ve muhayyilenizdeki bu bir ve tek ideal armudu genişlete genişlete ( ne kadar, nereye kadar?..)  evren yapın; yani evren, sırf ve sadece armut(tan) olsun. Bir düşünsenize, başka hiç bir şey yok; sadece ve sırf ideal armut var; başkasız, kimsesiz, mutlak yalnız bir armut; ne komik değil mi, armuttan bir evren !? İşte o armuttan evrenin bir anti-tezi olabilir mi? Yani onun armutluğunu kemire kemire sonlandıracak, aşındıra aşındıra sönümlendirecek;  diyalektik inkara uğratacak olumsuzlayıcı bir güç olarak bir "anti-armutluk" söz konusu olabilir mi? Bu sırf ve sadece armuttan evrende başka bir güç yok ki armuta anti-tezlik taslasın!

Peki; "ideal-armut" olmayanlara, armut-ideası'ndan  başka şeylere,  ne oldu dersiniz? Onları muhayyilemizde yok farz etmiştik ya, haliyle, onların hiç biri şimdiki gerçekte yok demektir.  Öyleyse,  armut(tan) bir evrende, artık; "her şey" diye bir "şey" de yok; sadece bir ve tek şey var o da armut!  Çünkü, önsel (a priori) olarak, armuttan bir evreni var kabul etmiştik. Yani; Varolan farklı ve çeşitli şeyleri, soyutlama yoluyla,  yok farz etmiştik. O yüzden, ortada, sırf ve sadece,  bir ve tek şey var. o da armut. yani; belirlenmiş bir meyve olan armut.  Peki ama, adama sormazlar mı,  armut(tan) evrende, bir şeyin armut olduğunu belirleyecek olan 'bilen bir özne' olmadan ( her şey armut/armuttan olduğuna göre bilen özne de armuttur artık), o şeyin armut olduğuna kim/ne, neye/kime göre, karar verecektir ? Bir şeyi her hangi bir şekilde belirlemek, ister istemez, o şeyin insan bilincinin konusu olmuş olmasını varsaymaz mı ?

Spinoza'ya göre "her belirleme bir olumsuzlamadır." Bir şeyi belirlemek demek o şeyi zihinde (düşüncede) kendi dışındaki şeyler alanından ayırmak ve sınırlamak demektir. Yani zihinde kavramsal sınırlar oluşturmaktır.    Bir şeyin (ideal) armut olduğunu söylemekle, onu, elma, kavun, karpuz... gibi, meyvelerden ve kendi dışındaki her şeyden ayırmış ve sınırlamış oluruz. Tabi, bu sınırlama olumsuzlama ile ayni şeydir. Ben, herhangi bir şeye armutluk yüklemini atfetmekle, o şeyi, bu armutluk sınırları dışında var olmadığını belirtmiş; ve böylece  olumsuzlamış olurum. Bir şeyin armut olduğunu söylemekle ayni zamanda  kavun, karpuz.. gibi, 'ne değilse o' olmadığını da, söylemiş olurum. Bu yüzden;  her olumlu olan, ayni zamanda, olumsuzlama'yı da içerir (karşıtların birliği). 

Bir şeyin, bir sınıftan olmadığını söylemek, başka bir sınıftan olduğunu olumlamak anlamına gelir.  Bir şeyin olumlu özellikleri, onun belirlenmelerinden meydana gelir. Deniz tuzludur; hava karanlıktır; karnım açtır.. gibi bütün bu belirlemeler ayni zamanda olumsuzlama olduğu için, bir şeyin olumlu özelliği olumsuzlamalarından gelir.  Olumsuzlama, olumlu bir varlığın özünün ta kendisidir. Demek ki bir şeyin armut olduğunu söylemekle, ayni zamanda, onun armut'tan başka bir şey (gemi, fare, bitki, dünya, yıldız, evren ...) olmadığını da söylemiş oluruz. Yani armut, "armut-değil" değildir ve ne değilse odur bir bakıma. Öyleyse; bir şeyi hem belirlemek  hem de olumsuzlamak, bir zıtlaşma, çelişki değil midir ?

Eğer evren, sırf ve sadece, armut ve armuttansa, ortada armuttan başka bir şey olmadığından, olamayacağından zıtlar da, çelişki de yok demektir. Zıtlar yoksa, yani ortada bir çelişki ilişkisi yoksa, bir şey belirlenemez demektir. Ve ona, 'şey' de denemez artık. Zira "şey" olmak, belirlenmiş olmaktır. Eğer ortada bir "şey" varsa ve neye "şey" dersek diyelim o "şey" daima belirlenebilecek ve/veya kendinde belirlenmiş bir şeydir. Yani; zıtların birliğine; olumsuzlamanın gücüne sahip olmak demektir. O yüzden, evren ve tekil varlıklar gerçekte, armut ve armuttandır diye tanımlanamaz. Çünkü;  armut olarak belirlenmemiştir/belirlenemez evren. Daima; çoğulluk, çokluk, çeşitlilik esastır evrende. 

Bir şeyin belirlenmiş, tanımlanmış olması bir tez'dir. Zira; bir şeye uzundur, siyahtır, tembeldir, ücretlidir.. gibi bazı yüklemler atfetmemiz, o şey hakkında belirlenimde bulunmak; ve o şeyi vaz etmiş olmak anlamına gelir. Biz, yukarda, evren armuttandır demekle, evrene armuttan olma yüklemini atfetmiş; ve evren hakkında evrenin armut olduğuna dair bir teze sahip olmuş oluruz. Bu tez(imiz), yani evren armut(tan)dır tezimiz, (evrende armuttan başka bir şey olmadığı için; ve evreni sırf ve sadece bir armuta indirgemiş olduğumuzdan), armutun hiç bir zaman, bir anti-tezi olmayacaktır. çünkü; soyutlama yöntemiyle, başka şeyleri yok saymakla, armuttan, Platon gibi, bir ideal (varlık) yaratmış olduk.

Bir şey, mutlak, tam, en mükemmel ve ideal olarak önvarsayıldığında, o şeyin gelişimi ve değişimi durdurulmuş olacağından ve  Zaman dışında, kendi başına, a priori bir "öz" elde edilmiş olacağından, artık, o şeyin, anti tez'i de yoktur; olamaz.  Oysa; bir "şey" olmak, daha önce belirtmiş olduğumuz gibi, bizatihi belirlenmiş bir "şey" olmak demekti. Ve ayni zamanda, olumsuzlanmak demekti. Yani; bir şey armut diye belirlenmiş ise, o şey ayni zamanda elma, kavun, karpuz.. gibi diğer meyve çeşitleri olmamak bakımından da olumsuzlanmış demektir. Yani; armut demek ile, ayni zamanda armutun ne olmadığını da söylemiş olurum. Peki ama, armuttan başka bir şeyin olmadığı bir alemde, sırf ve sadece, armut(tan) bir evrende, biz neye nazaran/göre o şeye armut diyeceğiz ki?  hem biz dediğin kim/ne? O da armut(tan) değil mi!? O şeye artık armut denilebilinir mi ? Bu mümkün mü ?

Peki; biz, sözü edilen armutun, armut olduğunu nereden ve nasıl biliriz?  Armut'un armut'luğu nereden gelir ? Armut'un dışındaki başka meyvelerin varlığından değil mi? Elmalar, üzümler, kirazlar, kavunlar, erikler.. olmasaydı biz armut'u katiyen bilemezdik. Armut hakkındaki her şey, armudun nasıl bir meyve olduğu; hep, armut ve armut olmayan her şeyin varlığına bağlıdır.. Dolayısıyla, "evren, sırf ve sadece armuttur, armuttandır" yargısı tamamıyla kendi içinde çelişik ve imkansız bir yargıdır. Çünkü; evren,  bizatihi, her zaman çok ve çeşitli belirlenimlerin birliği anlamına gelmek zorundadır. Evrenin hiç bir zaman ve katiyen, bir ve tek,  belirlenimi olmamıştır; olamaz da. Çünkü; hareket halindeki madde, kendi-kendine  ve kendiliğinden var olduğu için, evren, bizatihi, çok sayıda sınırsız  belirlenimin entegral bütünlüğü anlamına gelir. Bir ve tek belirlenimi(armut) olan evren(!), ancak masallarda ve hayallerde olabilir..  

Evrenin bir ve tek belirlenimi olması (armut), ayni zamanda, artık gelişimini tamamlamış mükemmel ve ideal yalnız evren anlamına gelir ki, bu da, anti-tez'lerin varlığını yok sayar. Bir şeyin gelişimini tamamlamış olması; artık; onun ideal bir şey haline gelmiş olması demektir. Mutlak olan, İdeal olan, hiç bir zaman, anti-tezini kendinde barındırmaz. Nerede bir ideal ve mutlak varsa orada anti-tez yoktur; olamaz!  Hegel'in de söylediği gibi, kendinde olumsuzlamanın gücünü (anti-tezi) barındırmayan hiç bir varlık, yaşayamaz.

Zaman dışı(?) bir gelişim olsa idi, yani (zamanla) hiç bir şeyin sonu olmasaydı, var olan her (çeşit) şey, geçmiş ve gelecekle ayrılmaz bağı olan bir şimdi de değil de, nesne ve süreçlerin hep birlikte yan yana dizildiği, bulunduğu bir şimdi'de bulunacaktı.  Tohumun tomurcuğa, tomurcuğun çiçeğe, çiçeğin meyveye oranı gözle görülebilecekti. Çünkü bu sürecin ve merhalelerin hepsi bir arada yana yana bulunabilecekti.. Kömürden insana olan gelişim, 5 milyar yıllık gelişim, bir film banyosundaki negatiften pozitife gelen her an, banyo süreci, hep anlık durumlar olarak yan yana bir arada bulunacaklardı. Ve  insanal göz, bütün bu gelişimi,  bir bütün olarak, görebilecekti. O yüzden; zaman dışı(!), ama, sırf ve sadece mekânsal olarak var olmak,  saçma bir şeydir. 

İhtiyaca göre evrimleşerek "ön ayak" olmaktan  kurtulan ve ilkel alet kullanmaya başlayan   homonid (insanımsı) elinden, günümüzü kadarki evrim süreci, hep birer anlık durumlar olarak yan yana konabilmiş olsa idi ya da Kosmozal mekanda  olup bitenler, cereyan eden hadiseler   yan yana, günümüze kadar gelebilmiş olsalardı, kimbilir, Kosmozal Mekan ne kadar kalabalık olurdu?  Buz çağı insanından uygar insana, uygarlık tarihi de yan yana dizilse; ve mekanda bir saf tutsa idi bütün bunlar dünyanın neresine sığacaktı ? Zaman boyutu olmayan bir dünya, insanlığa yapılabilecek en büyük kötülük olurdu her halde.

Zaman dışında ve sırf ve sadece mekânsal olan bir gelişme(!) zırvalığı mutlak ve ideal bir gelişme anlamına geleceğinden, armut(tan) evrende olduğu gibi,  hiç bir zaman anti-tezlere yer vermeyecekti. O yüzden diyebiliriz ki, mutlak gerçeklerin  ve ideallerin anti-tezleri yoktur.

Demek ki; hayatın nesnel gerçekleri karşısında, idealara yer yoktur. İdeaların hükmü, ancak düşünce dünyasında geçer; hayatta geçmez. İdeal ve nesnel gerçekler başka başka şeylerdir. Nesnel gerçekler düşünsel olandan türetilemezler. İdeaların anti-tezi olamayacağına göre, günümüzü ve geleceğimizi, ideaları esas alarak tayin edemeyiz. Tarih'i, "İdea(lar)/İdealler Işığı(!)"nda eleştirmemeliyiz; bilakis, İdealleri "Tarih-Işığı"nda eleştirmeliyiz. Ansal ve tarihsel olarak ne kadar güçlü olursa olsun hiç bir güç  nesnel diyalektik olumsuzlama hareketine ve diyalektik dinamizme karşı  koyamaz çünkü. Diyalektik hareket ve dinamizm her oluşmuş olanı, her biçimi ve durumu, akan bir hareket ve süreç olarak gördüğünden her şeydeki gelip geçiciliği ve sonlanışı da göstermiş olur. Diyalektik, özünde dinamik, devrimci, eleştirici, olasılıkçı ve yaratıcıdır; ama bir İdeal değildir!

*İng. idea
(Yun. idea < idein = görmek) : 1. (Platon'da) Değişmez öz, şeylerin ilk örneği. Uzay ve zamanın ötesinde, öznenin dışında, kendiliğinden var olan; duyularla değil, yalnızca tinsel olarak; anımsama yoluyla kavranabilen, duyularla yalnızca görüngüleri (gölgeleri) algılanabilen asıl gerçeklik. 2. (Aristoteles'te) Görüngülerin değişkenliği içinde bir ve aynı olarak kavranan; tek tek nesnelerin özü olan şey. Nesnelerin biçimlendirici ilkesi (entelekhia) olan ideaların görüngüler dünyası dışında bir varlıkları yoktur, bunlar duyu dünyasının içinde yer alırlar. Aristoteles'te idea, öz kavramı, tümel kavram anlamına da gelir. 3. (Augustinus ve Hıristiyan ortaçağında) Tanrı'nın, dünya için örnek olacak yaratıcı düşüncesi. 4. (Stoa'da, Adcılarda, yeniçağ Fransız ve İngiliz felsefesinde- Descartes, Locke, Hume, Berkeley-) Bilinç içeriği, tasarım, düşünce. 5. (Kant'ta) Deneyi aşan us kavramı; düzenleyici ilke olarak koşulsuz olan; gerçeklik dünyasında karşılığı olmayan, duyularda kendisine karşılık olan bir şeyin verilmediği zorunlu bir us kavramı: a. Bizi duyulur dünyanın üzerine çıkaran şey olarak, yüksek düşünce; erişilmesi gereken şey; b. Hiç bir zaman tam olarak gerçekleştirilemeyecek olan, hep yalnızca ülkü, yalnızca gereklilik, yalnızca erişilmesi istenen erek olarak kalan. 6-(Fichte, Schelling, Hegel ve Ranke'de) Tarihsel etken: a. İnsanda ancak bilinçle ortaya çıkan tinsel güç ve yönelim. Bu anlamda bir çağın, bir tarihsel olayın temel ilkesi, b. Belli bir tarihsel sürecin somut ereği, aynı zamanda görevi, c. (Hegel'de) Eytişimsel süreç içinde kendini açan, din, sanat ve felsefede dile gelen düşünce. // -> Tarihsel özdekçilik, Hegel'le karşıtlık içinde, ideayı ekonomik ilişkilere bağlı görür. Tarihin gidişini belirleyen düşünce değildir bu görüşe göre, tam tersine ideaları belirleyen alt yapıdır (Marx); oysa idealist tarih anlayışı, tarihsel olayların itici gücünü düşüncelerde arar (Ranke). 7. (Husserl'de, Platonla bağlantı içinde) Öz görüsünde verilmiş olan salt öz.

BSTS / Felsefe Terimleri Sözlüğü 1975
--------------------------------------------------------------------------------