5 Ekim 2012 Cuma

ÖLÜM MELEĞİ ANCELİNA COLİ, BU KEZ, HATAY' DAKİ KIZILAY ÇADIRLARINA KONDU


Rüyalar aleminde dolaşmayı severim. Dün gece rüyamda  sehven *Ancelina Coli'yi gördüm. Gecelik rutin **transdream gezintilerim sırasında, 62'den tavşan yaparken nasıl olduysa oldu işte,  güvenlik kademelerini aşarak güya CİA’ın  o "derin rüya"sına girmişim. Tuhaftır, CİA’ın bu kadar fos çıkacağını tahmin edemezdim; bir turuncu alarm bile çalamadılar benim için! Neyse; CİA, derin rüyasında, o meşhur “medeniyetler çatışması” ve “tarihinin sonu” rolü için  Ancelina Coli!yi ‘ölüm meleği’ kadrosuna alıyordu ve boynuna bir haç ikonu takarak ona “gül”  kod adını veriyordu. Derken; Holivut stüdyolarında, küresel sermayenin yönetmenliğinde Ancelina Coli’yi görüyorum, bizim eşbaşkanın özel görev bölgesinde kalan  Kızılay'ın sığınmacı çadırları kampında   ***Apokalips’in o kırmızı atına binmiş elinde kılıç  iyilik meleği  provaları yapıyordu.  Fonda nedense Birleşmiş Milletler Mülteciler (alçak olacak değil ya!) Yüksek Komiseri görüntüsü yer alıyordu. Anlaşılan; İslami piyasalar  Atlantik'ten gelen misyonerler ile yine kızışacak, şenlenecekti..

Oysa; şu piyasalardan yalıtık ve makyajsız, Ancelina Coli'yi şöyle belden yukarı çıplak görmek de vardı rüyamda. Bulutların ardından giden ay gibi o gitse  ben de onun peşi sıra gitsem.. Sonra, ay bulutlara kavuşsa; bulutların arasında bir süre bata çıka kaybolsa ve bu süre uzasa... uzasa... Ama; nerede bizde o rüya kardeşim; rüyalarımızın o en heyecanlı yerinde rüyalarımızı bölüyorlar, bozuyorlar; ve ben o tatlı rüya uykusundan, tatminsiz, uyan(dırıl)ıyorum. Gerçi rahmetli babamın da uykusu kaçardı, ama, onunkisi biraz da geçim derdindendi; bordrolu gelir ve üçün biri hayatlarla,  bu üç çocuğu nasıl okutacağım diye tasalanıp durmasındandı. 

Size de öyle olmaz mı; tekrar uyumuşum.  CİA’nın misyoner kırmızı gülü Ancelina Coli, bu kez,  “goodness angel of the World  (dünyanın iyilik meleği)” kılığında ve  Azrail Aleyhisselam ruh halinde Hatay terör kamplarına "iyilik meleği" olmuştu. Etrafında, hangi milletten olduklarını anlayamadığım bir takım bomba yüklü ve ölüm sanayi kılıklı uzun sakallı haydut adamlar vardı. Midelerine silah ve para  yerleştir(il)miş bir halde mütemadiyen ölüm geğiriyorlardı. Ve Suriye’ye bir katliama gidip vahşetlerden vahşet beğeniyorlardı. Bu arada bir resmi yetkili, mendil açmış, millete savaş ve ölüm vergisi dağıtıyorlardı.  Resmi radyoda ise, Esad’a ve (Süriye ordusuna değil) Esad güçlerine yuh ve oh olsun; Barzani'ye de, gadanı alayım vaazları veriliyordu. Ve yaptıkları vahşetin ve barbarlığın çığlıkları yüzünden bana yine, en heyecanlı yerinde rüyamı kaçırtıyorlardı.

Allahtan, koyunları saymaya gerek kalmadan, bir iki göz açıp kapamadan sonra tekrar dalıyorum; hoop rüyamdayım işte. Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesi “ölüm meleği” eşbaşkanlarından bir tanesi olan ve bu görevi yapan CİA’nın misyoner kırmızı gülü Ancelina Coli, bu kez, özel görevli olarak gittiği o Arap ve İslam alemine CİA’nın o efsunlu ve baygınlaştırıcı kırmızı gülünü koklatıyordu. Bu arada, Esad'ın bir sıkımlık canı kaldı diyen özel görevli EşBaş(ba)kan, Emperyalizmin ve kapitalizmin istikrarı ve dahi saltanatın hortlatılması  için "savaş, savaş, savaş!!" diye natojet terör uçaklarını alçaktan uçuş yapmaya teşvik ve davet ediyordu. Ancelina ise, natojet bombardıman ölüm desibeline alışık olmasına rağmen iki eliyle kulaklarını tutuyordu. Ben durur muyum, ben de tutuyorum, derken kulaklarımız bir birine değiyor ve Ancelina Coli, benim de  felaketim oluyor; ve tuhaftır beni bir ağlama alıyor.(şairin dediği gibi, ille, gözleri gözlerime değince felaketim olup ağlayacak değilim  ya! bazen kulaklar da bu işe yarıyor. Ayrıca; biz iki ayrı zıttık ya, o yüzden (kulak) uçlar birbirine değermiş zaten)

Hani erkekler ağlamazdı, neyse, ağlamamı kessin diye, Bebo-Cıgala' dan o hüzünlü şarkı, 'Lagrimas Negras'ı söylemeye başladım. Baktım hıçkırığa boğuluyor kafir, ortamı daha fazla melankoliye boğmayayım ve  bari neşeli bir şeyler olsun  diyerek bu kez de ıslıkla “kahve rengi gözlerin gözlerin yar gözlerin” türküsünü üfledim. Ama; şöyle daha yakından bakınca gözlerinin kahverengi değil mavi olduğunu fark ediyorum. Bir denizci olarak bir mahcup oluyorum, bir mahcup oluyorum sorma. Bana, "boşver kaptanım, sen bana “adiyö coli kandi” şarkısını söyle yeter diyor. Coli adı geçiyor ya, kendi için bestelenmiş sanıyor zahar! Bir o kadar da Saftirik Coli!! Ama, yıllar öncesinin şarkısı bu. Mark Ayran denilen bir şarkıcı söylemiş; ben nereden hatırlayacağım sözlerini? Gene mahcup oluyorum. Ama, ne yapayım; hafıza mı kaldı bizde, bana yurduna ihanet eden aydınları  say deseler ilk ona kim girer bilemem; hepsini unutmuşuz; unutturmuşlar! Oysa; bir lanetliler müzesi yapsaydık vaktiyle, burada tüm aydın ihanetlerini sergileseydik, yetişmekte olan kuşaklar, para tuzağı atari oynayacaklarına “bağımsızlığına ve özgürlüğüne düşman olan unsurlarla mücadele etmenin gereğini öğrenmiş olurlardı." Yalan mı!?

Sahne ne zaman değişti; rüyada oluyor böyle şeyler demek ki; değiştirmek için tarih yapmaya gerek yok!  ideolojiler gibi rüyaların da tarihi yok derler ya.. Rivayet işte. Rivayet ile bilim arasında fark var. Sıkıysa referans versin bakalım rivayet! Yok öyle, ossur ossur diz ipe !! Neyse; biz tek gerçek kılavuz bilime, nesnel olana, dönelim yine. Ortada, ne göz yaşı ne hava alanı var. Ovadayız henüz, havada birazdan kavrulacak bir helva kokusu, ve camları koyu esmer sırlı ikiz münibüsler, bulutların gölgesinde Ancelina’yı bekliyor. Melekler gökten gelir ya ( "bulutut" ile gelecek hali yok ya !), Ancelina'nın gökte silueti belirir belirmez, her şey devletin kontrolünde olsun süsü verilmiş  bir valinin onayıyla, Ancelina’yı gökten aldıkları gibi doğru Kızılay’ın sığınmacılar çadır-kampına götürüyorlar. Sen kara kış ve yağmurlar gelince gör o çadırları bir de.

Sanki film çevriliyor, acaba, hangi minibüste  Ancelina Melek.? Bekleşen köylülerle ve vitrindeki besleme özgür basınla bahis oynuyoruz. Ne de olsa bahis ve iddialarla büyümüştük; o cumhuriyete kanat gerenler devri çoktan mazi olmuştu.12 eylüllerle, Biz, bir koyup üç alan milletin evlatları olmuştuk ya; herkes, atomize yuppi-birey olmuş kendi kurtuluş-belasını arıyordu. Haliyle, hangi çılgın bizi ikramiyesiz ve piyangosuz bırakırmış; şaşarız!!

Nedense, Ancelina, sığınmacı çadırlarının girişinde, minibüsten inerken, birden bire vurulmuş gibi, bu kez kulaklarını değil de gözlerini gözlerime değdirdi; ve bana felaketim olacakmış gibi hakkaten  baktı. Aktris ya, böylesi bir ölüm meleği rolünde, bana karşı elbette gayet resmi olacak tabi.  Ama gene de, Hava bozuk mu bozuk ya, “birazdün kan yağacak umbrellanı (tedbirşemsiyesi) aldın mı ?” diye seslendi bana. Oysa; sizlerin de bildiği ve tanık olduğu üzere, kendileriyle, bundan önceki rüyalarımdan tanışıyorduk. Hani bulutların arasındaki ay gibi, ay kadar, yakın olmuştuk; ve sehven 'O kahverengi gözlerin gözlerin var ya gözlerin' türküsünü söylemiştik. Ne yani; bir rüyalık saltanatımız mı olacaktı Ancelina’nın gönül tahtında, elbette beni hatırlayacaktı. Hem sonra, kaptanların gönül maceraları, rüyalar da bile   unutulmaz değil mi !?

Aslında, tuhaf doğrusu şu kadınlar.. Daha doğrusu "kadınlar" diye genelleme yapmayayım da.. Zira, rüyada da olsa genellemeleri pek sevmem. Hem sonra, genellemeleri, gerektiği yerde yapmazsak, maazallah, nesnel gerçeği karartan, bozan, indirgemecilik  ve öznelcilik bataklığına saplanırız. Kadını, paleolitik'in mağaralarında yaşayan  kadınlardan; ya da tavananna  Puduhepa'lardan, Kleopatra'lardan, Hürrem sultanlardan.. ibaret sayarsak; veya    ortaçağ gericiliğinin linç ettiği cadı avı kadınlarıyla "soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen" kadınlarımızı, mücevher budalası kadınlarla ve ya 8 Mart'ın partili  kadınları'yla  bir ve ayni tutarsak kadın gerçeğini çarpıtmış ve örtmüş oluruz değil mi?.

Dahası ve en berbatı, kategorik olarak, “Geneli” Tümel; Tümel'i de 'özel' içerikli bir biçim (form) yapmış oluruz. Yani; balık Tümel'i, sırf ve sadece, hamsi veya lüfer.. olmuş olur! Yani, Tümel, Tikel olmuş! ya da; sırf ve sadece, Amasya (özel) elmalarının, geçmiş ve gelecekteki tüm elma çeşitlerini, yani Genel'i ve Tümeli, temsil ettiğini düşünebiliyor musunuz!? Düşünce hayatımızın Felaketi işte bu! Buna, katiyen ve asla tahammül edemem. Düşünsenize; her elmanın tadı, rengi, boyu, ağırlığı..vs, sırf ve sadece, Amasya Elması olmuş ! Ne yavan ve çekilmez bir elma(lık) hayat değil mi!?

Oysa; Tümel (elma), “farkı" (Amasya, Arjantin, İran...gibi ayrı ayrı, çeşit çeşit somut özel elmalar) esas alan bir “özdeşlik”("elma" olma hali, elmalık) ifade eder. Nasıl ki meyve Tümeli de, sırf ve sadece, üzümden veya elmadan ibaret değilse; belirli ve farklı somut  tüm meyvelerin zorunlu müşterek paydasıysa.. Amasya'daki tikel Amasya elmaları da, Özel’i, yani özel bir içeriği, bir yıl meyve veren ağacın diğer yıl meyve vermemesini.. bir tarafı kırmızı diğer tarafı sarı ile yeşilimsi bir renkte olmasını... ince bir kabuk yapısını ve hoş bir kokuyu; sert ve dayanıklılığı; ağaçların meyve verme sürelerinin en fazla 10 yıl olmasını...gibi bazı özellikleri önvarsayar.

Demek ki, Genel olarak elma, yani sırf ve sadece, elma olarak elma doğada yoktur. Elma, daima belirli bir elma çeşidi ve elmalaşma süreci ve aşaması olarak vardır doğada.  Dolayısıyla, Genel Elma, Özel elmaların dışında kendi başına  yalıtık halde varolamaz. Elma, daima, belirlenmiş ve belirli bir elma olarak doğada vardır; ve çelişki'yi ihtiva eden   belirli (bir) “Birlik” ifade eder; Tümel ise, "fark"ı ihtiva eden  (bir) özdeşlik'dir  . İyi ki şu "fark", nesnel olarak var; aksi halde hayatın kaynağı olan "çelişki" doğamazdı!

"Peki ama; bütün bu felsefi kategorilerden  Ancelina Coli'ye  ne !? O özel görevlendirilmiş bir psikolojik savaş aktrisi, yukarıda sıralamış olduğun  kategorilerden anlamaz ki; O rolüne ve parasına bakar sadece. Hem sonra, bu açıklamaların yeri, bu rüya  değil ki!"  diyorsan, o başka tabi. Ama sana şunu söylemek isterim ki,  İnsan da "elma" gibidir. O, Genel bir İnsan (doğası) haliyle, yani, ait olduğu toplumsal ilişkilerinden ve etkileşimden yalıtık ve kopuk bir halde tek başına, "elma olarak elma" haliyle yani, var bulunamaz ki. O, daima, özel bir içeriği olan belirli somut bir insan (doğası) olarak var olur derim. İşte, İnsan söz konusu olduğunda, bu özel içeriğin esası "sınıf" dır. Beş bin yıllık Tarih, insan  doğasının özel içeriğini, "sınıfsal" olarak dokumaktadır. O yüzden "İnsan", daha ziyade, sınıflı toplumun ve sınıf mücadelesinin bir ürünüdür. "Sen de her rüyana bir "sınıf mücadelesi" sokuyorsun be kardeşim!" deme sakın. Sınıf mücadelesi bu, tanrı gibi, zamandan (tarih) ve mekandan(toplum) münezzeh(uzak) olamaz ki!. Bilakis; O, (belirli)  bir toplumun  ve tarihin somut gerçek(lik)'idir. Ama; galiba, asıl mesele ve görüş ayrılığı da, “acaba, biz, hangi işleri yaparsak bu sınıf mücadelesine rüyada değil de hayatta katılmış; katkı yapmış; ve şu kadim sınıf mücadelesinin belirli bir tarafı olmuş oluruz kısmında.

Şimdi, sen de sınıf mücadelesi veriyorsun ben de. Peki ama; senin ya da benim yaptıklarıma, neye göre/nazaran 'hakiki sınıf mücadelesi budur' diyeceğiz? Yani, belli şartlardaki sınıf mücadelesinin turnusol kağıdı ne ? Mesela elinde milli bayrağınla emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi vermek 'sınıf mücadelesi' midir ? Emperyalistler, (ezen ve sömüren) bir sınıf mıdır ki emperyalizmle  ve işbirlikçileriyle mücadele etmek sınıf mücadelesi olsun ? Bu sorunu çözmezsek, bu bir ayrılık ve düşmanlık konusu ve sorunu olur; ve bu sorun derinleşir.. Bu da, düşmanlarımızın ve karşı-devrimcilerin işine yarar. Ve bakarsın, kırılır gideriz bir gecede. Peki ama, yazık değil mi bizim bunca yıllık devrimci birikim ve tecrübemize !?

Bakın; Kurtuluş Savaşı'nın Hakimiyeti Milliye gazetesinin baş yazısında ne yazıyor: "En büyük düşman, düşmanların düşmanı ne falan ne de filan millettir; bilakis; bu, adeta dünya çapında bir hudi saltanatı halinde bütün dünyaya hakim olan kapitalizm afeti ve onun dölü olan emperyalizmdir****").O yüzden; düşman  için önemli olan, senin falan ya da filan oluşun değil; kapitalizme ve emperyalizme karşı hangi savaş mevziisinde bulunduğundur. Tut ki komünist partisin; ama emperyalist projelerde bilerek veya bilmeyerek görev alıyorsun. Yani düşmana hizmet ederken hala komünist olabiliyor; ve komünist olarak kalabiliyorsun. Adama, "bu nasıl oluyor?" ve   "vallahi bravo!! demezler mi sonra?

Düşman, şu pragmatist soruları sorar :1- bu benim için zararlı mı? 2-bu benim için tehlikeli mi? 3-bu benim için gerekli ve yararlı mı?  Bu sorulara verdiği cevabı göre Düşman, seni hedef tahtasına koyar veya koymaz, gerisi beş taş oynamadır.

Dünyaya her daim lazım adam Marx'ın dediği gibi: "Kişiler, sırf ve ancak, kendilerinde belli ekonomik kategoriler kişilik kazandıkları; ve kendileri belli sınıf ilişkilerini ve çıkarlarını temsil ettikleri ve taşıdıkları için /sürece söz konusu edilirler." o yüzden her kes kendi kendine sormalı: yaşam şeklim ve faaliyetlerimle hangi sınıf ilişkilerine ve çıkarlarına hizmet ediyorum. Ancelina Hanım, sen de bir sor bakalım kendine, şu şöhretli aktrisliğinle  “melun kapitalizm afeti ve onun dölü olan emperyalist zulmün  neresindesin diye.

Her kes rüyama ne zaman döneceğim diye bekliyordu. Kısa kesmek için aydın havasının vakti çoktan gelmişti.*****Ockham'ın Usturası olsaydı yanımda sadede gelmek için elbette  daha erken davrana bilirdim. Ama; nerede o eski Ockham Usturaları? Kim kaybetmiş de sen bulacaksın. Ağzı olan konuşuyor da konuşuyor..İşte Ancelina, döndüm sana yeniden, ismin de amma da şiirselmiş, ama benim kulaklarımda hala hava alanında etmiş olduğun  o müthiş son sözlerin: “gökten kan yağacak umbrellanı aldın mı?.” Bu sözler de neyin nesiydi ? Yağacak olan kan kimin kanıydı? Kanı yağdıracak olan aslında kimlerdi?  Nedense bunlara hiç bir açıklık getirmemiştin. Sadece; dere  tepe, ana avrat; çoluk çocuk; barış marış dümdüz gitmiştin. Ama nedense, besleme dünyanın  basınından bir allahın kulu  çıkıp da, "başka ne bekliyordun ki elin gavuranımından ?" demedi, diyemedi.  ?

O yaşta ülkemizde sanayide işçi olacak çocuklar, memleketlerinin uzağında işaret parmak orta parmak açı olmuş selam veriyor; Ölüm Meleği Ancelina Coli'den bir medet umuyorlar. Lan oğlum, "onlar umudun bile düşmanıdır; çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına"..Ona, bugüne bugün boşuna "ölüm meleği" dememişler! Bu zafer işaretli çocuklar, "bu bilgisayar kaç mega biyt zırt?" da diyebilirlerdi..? Ama, maalesef, onlara ve babalarına,  parayı sevmek ve vatana ihanet, kendilerine yabancı bir dilden sevap diye öğretiliyordu. Para ve vatana ihanet uğruna Allahuekber sesleriyle ne cihatlar yapılıyordu.. Şu kadar dolar karşılığında şu şu  adamları ve şu şu kadınları   ezeceksiniz ; ve sizlerden yüklü miktarda ölü sayısı bekliyorum deniliyordu onlara. Ve bunlar Birleşmiş Milletler gözetiminde çok rahat yapılan işlerdi. Bu haydut kılıklı çetelerin ve onların azmettiricisi dev tekelden şirketlerin  suratına ise bir tek  akarsuyun bile  şavkı vurmuyordu.. 

Bütün bunlar olurken, bir ara, rüyamda rüya görmeye başladım. Rem uykumdaymışım, bir takım özel görevlendirilmiş rüya sansür polisi, özel görevlendirilmiş rüya sansür savcılarından izin alarak, rüyalarımı  denetlemek; ve rüya suçu yaratmak üzere, rüyama baskın yapmışlardı...Güya rüyamda Ancelina Coli ile beni suç üstü yapacaklardı. Oysa; ellerinde, yasa dışı bir rüya gördüğüme dair hiç bir gizli-mizli-belge, gizli-mizli-kanıt ve hatta gizli-manyak-tanık bile  yoktu. Hoş; artık hukukta suçlamak ve mahkum etmek için kanıta gerek yoktu ya.. Zira, hukuk, iktidarın ve özel görevlendirilmiş mahkemelerin keyfinin kahyası olmuştu memlekette!

Özel görevliler, rüyamda arama yaparlarken, aralarında, ahlaka ve yasalara mugayir bir şekilde, "Esadın canı cehenneme Ancelina'nın memeleriyse şahane hadi öyleyse doğru    cennete" oyunu oynuyorlardı. Yasa ve hukuk-üstü rüya sansür polisleri, özel görevlendirilmiş oldukları için, tek tek, bir kaç tırı-vırı baytlık derin rüyalarıma, imajlarını bile almadan, el koyuyorlardı. Deliller polis tarafından karartılmasın; ve rüyalarıma gayri meşru kişilere ve örgütlere ait rüyalar yüklenmesin diye rüya avukatımın çağrılmasına istedim.  Bu arada, rüya  sansür polisinden biri, rüyama yeni girmiş olmasına rağmen, eliyle rüyama koymuş gibi, "amirim şıp diye buldum galiba, burada müstehcen ve gayri meşru bir rüya var" diyerek sevinçle  rüyama ve uykuma el koymuş; rüyamın içine etmişti. Ve olay mahali, rüyam olmasına rağmen , nedense Olay Mahali Tespit Tutanağı,  rüyam yerine, rüya dışı güvenlik şübesinde yazılmıştı. Hem de olay, yani rüya saatinden çok önce.

"Hayır; rüyalarıma ve uykuma dokunamazsınız!" diye bir çığlık atarak uyandığımı hatırlıyorum rüyamdaki rüyadan.. Kulaklarımda siren  ve bomba sesleri, gerçi faranjitim de var ya bakalım ne olacak, burnumda yakıcı gaz kokusu; nöron devrelerim ve rem uykum allak bullak halde bakınıyorum odada. Ne Ancelina Coli' var ortalıkta ne Birleşmiş Milletler Baş Komiseri. Hatay halkı on binler olmuş; başlarında çoban yıldızları meydanlara dökülmüş: "terör kampları kapatılsın teröristler def olsun" sloganlarıyla Asi nehrini inleterek, yürüyordu. Sokaktaki halk, adeta,  kendi kanununu, kendi demokrasisini yapıyordu.





Rüyamdaki rüyadan rüyama döndüğümde Ancelina Coli'yi çöp bidonu üzerindeki çocuklara, çöp şiş kebabı değil ölümü paketlemiş; hediye olarak dağıtırken gördüm...Beni görünce, medya toplumu basınının karşısına geçerek, Kızılay'ın toplamış olduğu milletin kanına kafasını sokup lıkır lıkır içmeye başladı. Manyak mı ne !? Bu kan emici melek vampirliğine ve sığınmacı çocuklara  ölüm öpücüğü kondurmasına daha fazla dayanamadım, rüya arkadaşlığını da sana da diyerek, allah ne verdiyse,   halk ve hak  elimi uzatarak  "iyilik meleği" maskesini indirdim.. Emperyalizmin misyoner yüzü görünmüştü. Ölüm meleğini bizlere iyilik meleği olarak gösterdiği için halkını aldatmak ve kan içici ajanların hizmetçisi olmaktan Kızılay Genel Müdürlüğü için  Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundum. Daha ne yapsaydım ? 

Ey "Birleşmiş Milletler", efendinizin kim olduğunu biliyoruz artık. Bundan böyle, ezilen ve sömürülen dünyada sahnelenen Holivutvari filmlerde  gözlemci ve katılımcı olarak sizleri görmek istemiyoruz. Bu dünyada bir de ezilen ve sömürülen  milletlerin var olduğunu; "bütün mazlum milletlerin zalimleri bir gün mahv ve perişan edeceğini"; o zaman dünyada zalim ve mazlum millet ayrımının kalmayacağını   sakın unutmayın. Yoksa;  cumhuriyet savcılığına bir suç duyurusu da sizler hakkında  bulunurum ha..!  "Nasıl olsa yargının defteri dürüldü, artık; tutuklamak ve mahkum etmek için delillendirmeye  ihtiyaç yok; suçlaman ve iddia etmen yeterli. Ayrıca, özel görevlendirilmiş mahkemelerin sanık lehine olan delilleri karartma keyfiyeti de var. o yüzden; boşuna, 'adil yargılama' olur diye bekleme ! Sizin ülkenizde hukuk kalmamış; Hukuk Guguk olmuş" demeyin, gerekirse biz, milli bağımsızlık mücadelemizle kendi   hukukunu yeniden   kurar; ve size, daha önce olduğu gibi, bu gün de,  gereken cevabı vermesini iyi biliriz.. O yüzden; boşuna, Ancelina Coli gibi ölüm meleği misyonerlerinden  bir iyilik meleği çıkarmaya kalkmayın artık. 

İster inanın ister inanmayın ama, birazdan rüyam bitecek; ve ben uyanacağım; galiba artık rüyasız kalacağım; ve  belki de bir daha Ancelina Coli'yi rüyamda göremeyeceğim;  On binlerce sığınmacının çadır-kentlerdeki bu feci ve acıklı durumu, kimin marifeti acaba? Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği sıkıysa bu soruyu cevaplasın bakıyım. Öyle milletleri bir çatı altına toplamakla milletler birleşmiyor işte;  bizi mi kandırıyorsunuz siz !? Her şeyden evvel, dünyada ezilen ve sömürülen milletler olduğu sürece, milletler, hiç de öyle sizin sandığınız gibi birleşecek falan değil! Biraz da, şu insanları yurtlarından eden; orta doğuyu kan gölüne çeviren; Ancelina Coli'leri ölüm meleği misyoneri yapan Amerikan Emperyalizmin rüyasıyla ilgili  bir şeyler yapın kardeşim! Mesela, Milletleri, Amerikan Emperyalizmine karşı birleştirin; ve ABD emperyalizminin ambargo ve ablukası yüzünden iktisaden zor günler yaşayan  sosyalist Küba'ya yardım edin.

Göreceksiniz, gün gelecek, ezilen-sömürülen toplumlara Fransız Devriminin "devrim melekleri"   Saint Just'ler yeniden gelecek ve Ancelina Coli'lerin iyilik meleği maskelerini düşürecek. Ve işte o zaman, yeryüzü, yepyeni bir türkü tutturacak ve  özgürlük güneşi bambaşka ışıyacak. Ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği de Tarihin müzesine kaldırılmış olacak.

*Ancelina Coli: Emperyalizm ve karşı-devrim hizmetinde özel görevli Holivut aktrisi.nam-ı diğer 'CİA'nın gülü'

**transdream: Rüya aleminde özgürce dolaşma-gezinti ve rüyalara konuk olma disiplini

***apokalips'in o kırmızı atı : Ezen-ezilen mahşerinde vatanımıza ve canımıza göz koyan; ve ekürisi açlık-kıtlık-savaş felaketi olan emperyalizme özgürlük atı

****Kurtuluş Savaşı'nın  İdeolojisi( Hakimiyeti Milliye Yazıları).çevrim yazı Hadiye Bolluk kaynak yayınları

*****Ockham'ın Usturası(Ockham's Razor) : orta çağın tamamı karanlık ve kötü değildir. Ockham gibi skolastik'e sıkışıp kalmamış; papaya ve papalığa karşı mücadele eden   gerçekçi ve devrimci  aydınlık dünyalılar da vardı. Papanın papalığını, kralın da krallığını yapması gerektiği teziyle devleti, kiliseye karşı savunmuş bir laik idi Ockham. Felsefe tarihi açısından Ockham'ın önemi, Tümeller (universal)i  post rem olarak, yani  nesnelerden sonra  geldiği tezini kabul edip savunmasıdır.

Ockham'ın ünlü usturası bir felsefi ilkedir. Skolastik'in o sonu gelmez laf ebeliği ve lafazanlığına (hipokrasi)  karşı gereksiz  tartışmalardan sakınmak için daima sadede getirici cümleler kullanarak işin özünü  yansıtan  anlatım tarzına Ockham'ın Usturası denir. Yani, anlatım ve tartışma sırasında  "kısa kes Aydın havası olsun" demek gibi bir şey.