13 Ekim 2011 Perşembe

sonsuzluğun sonu ya da eksi sonsuzdan sıfıra varmak

Nazım'ın en sevdiği gazel Engels'in anti-dühring'inden : "zamanda ezelilik, uzayda sonsuzluk, a priori olarak ve sözcügün yalın anlamına göre, ne önden ne yandan, ne yukardan ne aşağırdan; ne sağdan ne soldan, hiçbir yandan sonu olmamak demektir. Bu sonsuzluk, sonsuz bir dizinin sonsuzluğundan bambaşka bir şeydir. Çünkü sonsuz bir dizi her zaman birimden, bir ilk terimden başlar. Uzaya uygulanmış bir sonsuz dizi, belirli bir noktadan kalkarak belirli bir yönde sonsuzluğa çekilmiş bir çizgi demektir. Bununla, a priori olarak, zamanın bir başlangıcı olduğunu söylemiş, tanıtlamak istediğimiz şeyin ta kendisini varsaymış oluruz.ve zamanın sonsuzluğuna tek yönlü bir yarı-sonsuzluk niteliği vermiş oluruz"

"Bir şey açık: bir sonu olan ama başlangıcı olmayan sonsuz, bir başlangıcı olan, ama sonu olmayan sonsuzdan ne daha çok, ne de daha az sonsuzdur." "Sonsuzluk bir çelişkidir ve çelişkilerle doludur. Bir sonsuzun sonlu değerlerden bileşmiş olması aslında bir çelişkidir, ama durum da budur. Maddi dünyanın sınırlı niteliği onun sınırsız niteliğinden daha az çelişkilere götürmez. Ve bu çelişkileri ortadan kaldırmayı gözeten her girişim, yeni ve daha ağır çelişkilere götürür. Sonsuzluk, işte bir çelişki olduğu içindir ki, zaman ve uzay içinde sonsuzca akıp giden sonsuz bir süreçtir. Çelişkinin ortadan kaldırılması sonsuzluğun sonu olurdu."

6 Ekim 2011 Perşembe

NASIL "NATO-TÜRKÇÜ" OLUNUR ?

Bu günkü dünyada gerçek egemenlik, hali hazırda emperyalist aşamaya varmış olan kapitalist üretim tarzındadır. Toplumsal hayatın yeniden üretimi, her seferinde, sermayeyi esas ve mutlak; emek-gücünü ise rölatif ön-varsayan bir anlayışla başlatılmaktadır. Bu şu demektir : nerede ne üretiliyorsa üretilsin bu daima sermaye sayesinde üretilmektedir; ve sermaye ile emek gücü arasındaki ilişki ve çelişki mutlak olarak sürecektir. Bu düzen(leniş)e de, ideolojik kamuflaj aracı olarak istikrar adı verilir. İstikrar bozulmasın, istikrar sürdürülsün derken, hep bu gerçek kamufle edilmektedir aslında.

Malumunuzdur; balık için su ne ise,  insan için de toplum odur. İnsan, toplum olmadan hayatını sürdüremez. Toplumsal hayat, insan için, zorunlu ve doğal bir veridir. İnsan toplumunun dışında ve doğada sermaye yoktur. Demek ki, sermaye, insan toplumunun bir ürünüdür. Soru şudur : bu ürün, yani (cansız) sermaye, nasıl oluyor da (canlı) üreticisine egemen ve efendi olabiliyor; ve her türlü canlı insan faaliyetini ve kapasitesini kendine kul, köle yapabiliyor !? ve nasıl oluyor da insanın varlık ortamı toplum, piyasa olabiliyor; ve biz toplum yerine piyasada yaşamayı kabullenebiliyoruz !?

İnsan topluluklarının ulus olarak örgütlenmiş olduğu bir çağda yaşıyoruz.  Egemen üretim tarzının, emperyalist kapitalizmin, bu dünyada baş temsilcisi Amerika Birleşik Devletleridir. Emperyalist bir gücün emperyalist bir ve tek mutlak güç olarak kalabilmesi için her türlü araç ve yöntemden yararlanması eşyanın tabiatı gereğidir. Egemene rejim ayakta kalabilmek için, her yerde, karşı devrimi örgütlemek zorundadır. Çünkü; emperyalist egemenliğin mutlak olarak var olabilmesi buna bağlıdır. Aksi halde; 'komünist heyula' her an gelebilir!

Nato bir karşı devrim örgütü ve aracıdır.  Nato, bu gün, emperyalist aşamaya ulaşmış olan kapitalist üretim tarzının bir parçası, entegrantı olmak istemeyen milli devletleri ve ulusları yola getirmek ve boyun eğdirmek için görev yapmaktadır. Egemen ideolojiye göre, bu dünyada, bir ve tek mutlak üretim tarzı vardır. O da kapitalist üretim tarzıdır. Her ulus ve devlet bunun gereğini yerine getirmekle mükelleftir. İşte,  Nato, emperyalizmin bu kutsal amacının askeri, silahlı gücüdür.

Her kim ki Nato'nun emrinde ve hizmetindedir aslında emperyalist-kapitalist sistemin emrinde ve hizmetinde demektir. Ve karşı devrimcidir. Bu gün için devrimci görev kapitalist üretim tarzına ve onun emperyalizmine ve emperyalizmin karşı devrim örgütü ve aracı olan Nato'ya karşı olmaktır.

Atatürk, kendi çağında bunu yapabildi :  "emperyalizm mahv ve nabud olacaktır" dedi ve sözününü tutarak emperyalistleri denize döktü.  Devrimci bir direnişle emperyalizmden bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti kurdu. Ve gerici güçlere cepheden savaş açtı.  Bu gün Atatürkü anlamak, onun yaptığı işleri günümüz koşularında yeniden yapabilmektir. Atatürk'ün anti-emperyalist ve reddi ilhakçı mücadelesinin tarihsel dinamikleri ve pratikleri, toplumu ve milleti hangi aşama ve şartlara doğru zorluyorsa o şartların ve aşamanın gereğini yapma iradesini gösterebilmektir. Aksi takdirde Atatürkçü değil; Nato-türkçü olunur.

Emperyalizm bir sınıf ittifakı ve egemenliği olduğu için Atatürk'ün emperyalizm ile mücadelesi ayni zamanda bir sınıf mücadelesidir.  Soru şudur:  Düşmanların düşmanı baş düşman emperyalizm varolmaya devam ettiğine göre, günümüzde Atatürkçü olabilmek için, emperyalizme karşı mücadelede hangi sınıf ve zümrelere karşı, hangi sınıf ve zümre ittifakları ile mücadele edilmelidir  sorusuna cevap verilmelidir. ? Nato-türkçülüğün ve karşı devrim tuzaklarının turnusol kağıdı bu soruya verilen cevapta saklıdır.

Şimdi emperyalizmden kurtulma ve devrimci işler yapma vaktidir. Gerisi laf-ı güzaf ve Nato-türkçülüktür.

5 Ekim 2011 Çarşamba

Hegel'in Sınırları

"Dünya sisteminin düşüncedeki her yansıması nesnel olarak tarihsel durum; ve öznel olarak düşünce sahibinin fizik ve ruhsal niteliği nedeniyle sınırlıdır. ve sınırlı kalır." F. Engels

Hegel idealisti. Yani, kafasındaki fikirleri, gerçek şey ve süreçlerin az çok soyut yansıları olarak görecek yerde, tersine, nesneler ile nesnelerin gelişmesini dünya var olmadan önce bilinmeyen bir yerde var olan İdee ( Düsünce süreci, Geist, Tin)'in gerçekleşmiş yalın kopyaları olarak görüyordu.  Bundan ötürü her şey baş aşağı konulmuş ve dünyanın gerçek bağlantısı tamamen tersini çevrilmişti. Her şeyi kapsayan ve hep ayni kalan bir doğa ve tarih bilgisi sistemi diyalektik düşüncenin temel yasalarıyla çelişik durumdaydı. O yüzden;  Hegel'in sınırları ve sınırlandırmaları da, yani Hegel'in sistemi de, kendisinden sonra gelen Karl Marx tarafından  Hegel'in kendi yöntemi olan diyalektik ile aşılmıştır. Ama; Hegel'in  idealist diyalektiği ile değil Marx'ın maddeci diyalektiği ile aşılmıştır.