18 Eylül 2018 Salı

HARİKALAR DİYARI MEKSİKADAN ANILAR -1-

                          

“Kaptan, yeni sefere var mısın?” dediklerinde tereddütsüz “oley!”  demiştim. Bir sömürgeyi vatana dönüştüren sombrerolu devrimciler diyarı Meksika’ya gidiyorduk bu kez. Derin köklü bir uygarlık ağacına tırmanacak; şölenlerde Meksikalılar gibi biz de, "Viva Mexico, Hijos De La Chingada!" diye haykırarak  fişeğimizi ateşleyecek; yalnızlığımızı ve yabancılığımızı unutacaktık.  






Bu gezide, Anenecuilco köyünden üzerinde Toprak ve Özgürlük(Tierra y Libertad) yazan ; ve çaprazlama fişekliği olan Emiliano Zapata tişörtü alacak değildik sadece; kadim uygarlıklara da bir yolculuk yapacaktık.. 
Mezoamerika'nın ana kültürü Olmek uygarlığından Teotihuacan ve Maya uygarlıklarına..Toltek uygarlığından Aztek(Aztec)'lere.. Anlı şanlı Milli Antropoloji Müzesi'nden Zapoteklerin, Mikstek(Mixtec)'lerin Monte Alban kentine uzanan renkli ve heyecanlı bir yolculuk..
Bu gezide, ayrıca, fetihçi-sömürgen Hernan Cortes ile yerli metresi La Malinche’nin maceralarından, Azteklerin yiğit imparatoru “Düşen Kartal” Cuauhtemoc’ un direnişine...

Folklor  zengini  Oaxaca 'dan  iklimi şifalı bin yıllık  kent  Cuernavaca'ya ve  gümüş takı işçiliğiyle meşhur
Taxco’ya.. Bitki aleminin  2000 yaşındaki  bilgesi Tule Ağacı’ ndan  Agave bitkisinden elde edilen Mescal’in zahmetli uzun yolculuğuna..
Acıları renk eyleyen ressam Frida Kahlo’dan,  Jose Posada’nın “Ölüler Günü” simgesi La Catrina’ sına..  Bahtsız olanları koruyan ve kendisine sığınanlara kucak açan yetim ve öksüzlerin anası Guadalupe Bakiresi’ den  Meksika’nın Şarlo’su Cantinflas’a..  
Diego Rivera, Jose Clemente Orozco ve Alfaro Siqueiros’tan oluşan Mural (Duvar Resmi) sanatının dev üçlüsünden ; roman ve öykü yazarı  Carlos Fuentes’e ve  Zapotec mirasının  ressamı Rufino Tamayo’ya.. daha dünya kadar  görülecek; gezilecek ve tanışılacak yerler; ve kültür durakları vardı. 
Yani; sizin anlayacağınız, bu gezide,  Octavio Paz’ın “Yalnızlık Labirenti”  Meksika'sının davetkar büyüsüne kapılmamak  elde değildi! 

Meksika Büyüsü'nün etkisinde kiraladığımız minibüs ile Neşet Ertaş'ın "bahçe duvarından aştım" türküsünü söyleye söyleye ; ve Sierra Madre'nin sisli, virajlı dağ yollarını dolana dolana ; otantik köylere varıncaya kadar gittik, gördük; gezdik; eğlendik; hediyeler aldık; tanımadığımız insanlarla merhabalaştık; geleneksel hayatlara karıştık. Yorulunca da, pasifik sahilindeki Huatulco'da motorlu bir tekneye atlayıp bir dalga tepeciğinden bir dalga çukuruna bata-çıka koy koy gezip yüzdük..

Domatesin ve tekilanın anavatanında picante (dehşetli acı)'li Meksika Mutfağına konuk olduk; ve kafaları çektik. Mariachilerden şarkı başı 50 pezoya, seven erkeği sevilen erkek yapan Malaguena Salerosa'yı, hüzünlü aşk şarkısı Cucurrucucu'yu, gönülleri şenlendiren Cielito Lindo'yu ve devrimci babacan haydut Panço Villa'nın askerlerinin söylediği ve zalim başkan Carranza'yı ti aldıkları "La Cucaracha"(hamamböceği)'yi dinledik..

Hattta; bir ara Meksiko City metrosunda nam salmış örgütlü ve nitelikli yankesicilerle bile tanışmış olduk.

Velhasıl kelam 9 gece 10 gün boyunca Meksika kazan biz kepçeydik!..

Meksko City'e gitmek üzere 14 Haziran 2017 sabahının erken saatlerinde Atatürk Havaalanı'ndan yollara koyulmuştuk. Paris üzerinden aktarmalı olarak Başkentteki Benito Juarez havaalanına vardığımızda yerel saat 15 40'ı gösteriyordu. Grubumuz Paris ve Kanada'dan katılanlarla birlikte 11 kişi olmuştu, ve bizi otelimize götüren araçta kontralto sesli Lila Downs çalıyordu: "Zapata se Queda"   https://www.youtube.com/watch?v=beuRgIqxTnY

Ve işte Meksika gezimizin ilk gününde Meksiko City'deydik!

Havaalanının hemen yanı başındaki 9 milyonluk devasa başkent, alışık olduğu yağmuruyla karşılamıştı bizi. Ancak; bu kente yağmurlar, ne hikmetse, kesinlikle saat 15 00'dan  önce yağmazmış! Ve biz ordayken bu kehanet hep doğru çıkmıştı. Ama, sadece öğlen sonrası yağmurlarına değil; 2200 metre irtifadaki kışı üşütmez yazı kavurmaz Meksiko City'nin serin gecelerine de hazırlıklı olmalıydık. 

Başkent Meksiko City'nin sokaklarına dalmadan önce Meksika Tarihi hakkında bir genel bilgimiz olsun diye gezi hazırlık notlarımız arasında bulunan Meksikalı mural(duvar resmi, duvar freski) sanatçısı Diego Rivera' nın Milli Saray  ( National Palace, Başkanlık Sarayı)'ın giriş merdivenlerinden başlayıp merdiven sahanlığının her iki yana doğru yayılan "Meksika Tarihi" adlı duvar resmi(mural)'ne şöyle bir göz atalım dedik:


Meksika Tarihi, Diego Rivera, (1929-1935), Milli Saray(National Palace)



1929'da başlayıp 1935'de tamamlanan Rivera'nın  "Meksika Tarihi" adlı murali (duvar resmi), Aztek öncesi yerleşimlerinden olan  Teotihuacan'ın yıkılışından(M.S. 750) Meksika Devrimi(1910-1921)'nin sosyal ve ekonomik amaçlarını gerçekleştirmeyi hedefleyen anti-emperyalist devlet adamı Lazaro Cardenas'ın başkanlığının ilk yıllarına, 1935'lere kadar olan dönemi kapsar; ve muralde üç Meksika figüratif olarak anlatılır: 1-Fetihçi sömürgen İspanyollar gelmeden önceki  "Yerlilerin Meksikası"  (750-1519),      2-Fetih sonrası "İspanyol sömürgesi Meksikası" (1521-1810),  3-Ve sömürgeden bağımsızlığa giden yol, Meksika Devrimi ve Modern Meksika (1810-1935).

Meksika'nın milli kimliğinin oluşumunun tarihsel ve devrimci köklerinin figüratif olarak anlatıldığı bu duvar resmi(mural)'den de anlaşılacağı üzere  kadim Anadolu'muz   gibi Meksika da uygarlıklara beşik olmuş bir ülke.

Meksiko City, Orta Amerika’nın  pasifik sahillerinden Meksika körfezine kadar yayılmış olan  Aztek İmparatorluğu(1430-1521)’nun  ada-başkenti Tenochtitlan ( okunuşu Tenoştitlan)’ın yıkıntıları üzerine kurulmuş. Ama siz Mexico City’nin altına gömülü olan şu Tenochtitlan'ı,  İspanyol Tacı ve Katolik Haçı'nın emrindeki konkistador(sömürgen-fetihçi)  Hernan Cortez(1485-1547), nam-ı diğer Sakallı Quetzalcoatl, Meksika Körfezine demirlemeden  önce (1519-1521) görecektiniz. O zamanlar,  İspanya’nın  en kalabalık kenti olan Sevilla’nın nüfusu 150 binken Azteklerin ada-başkent’ inde yaklaşık 300 bin kişi yaşıyormuş. Ve büyüklük olarak, Tenochtitlan,  Madrid’in beş katıymış. "caramba, carambita !!" diyen yok mu?

Bakın, o ada-başkenti, Tenochtitlan, Meksikalı muralist (duvar ressamı) Diego Rivera’nın sanatçı gözünde vaktiyle nasılmış: Azteklerdeki şu ekonomik ve ticari canlılığa bir bakın. Sağ alt taraftaki ayakta duran beyaz giysili kadın La Malinche,  eli yelpazeli beyaz giysili oturmuş haldeki figürse İmparator Moctezuma ll:

Tenochtitlan, Diego Rivera, 1945


Aztekler, göl üzerine kurulu ada-başkentte, bir mühendislik harikası olan adına chinampa denilen; ve üzerinde tarım yapabildikleri yüzer-bahçeler inşa etmişler.  Genellikle 30m'ye 2,5m boyutlarında olan chinampa'larda Aztekler, mısır, fasulye, domates, kabak, biber ve muhtelif çiçekler.. yetiştiriyorlarmış.. Aztek'lerin sallara döşedikleri toprağa dikmiş olduğu bitkilerin ve ağaçların kökleri zamanla göl tabanına ulaşarak sabitlenmiş; ve adacıklar oluşturmuş gölde. Bir su kemeriyle kente temiz su getirmişler. Kanallarla adayı karaya bağlamışlar. Sayısız kano ile kıyıdan yiyecek ve mal taşımışlar :

      
Chinampas(yüzer bahçeler)


                                  
Klomb öncesi Tenochtitlan ve kentin kurulduğu Teztcoco Gölü
                              
Mezoamerika’nın en son uygarlığı olan Aztekler(1430-1521) Meksika Vadisi’ne kuzeyden, ”turnalar ülkesi” anlamına gelen efsanevi Aztlan adasından kabileler halinde  göç  etmişler. İlk göç eden kabile grubu Çiçimeklermiş. İkinci göç grubu Tapenekler, üçüncüsü Acolhua, Dördüncü son grup ise Meksikalılarmış. Arkaik Aztek adı işte bu Aztlan’dan gelmekteymiş.

Aztek, İspanyol istilası sırasında  Meksika vadisinde yaşayan insanların  genel adı olarak benimsenmiş. Meksika adı ise, ilk Aztek göçebelerine, kendilerine Meksika diyen avcı-toplayıcı göçebe bir kabilenin  katılmasıyla ortaya çıkmış. Söylenceye göre tanrılaşmış kahraman-lider Huitzilopochtli tüm kabilenin Meksika adını almasını istemiş. 


Göçebe Azteklerin yeni yurtlarının neresi olacağını gösteren tılsımlı işaretse,   üzerine kartal konmuş  büyük bir  kaktüsmüş.  Aztekler, kuşaklar boyu süren yolculuklarından sonra üzerine kartal konmuş kaktüsü Meksika vadisinde bulunan  Teztcoco(Teşkoko) gölünün ortasındaki küçük bir adada bulmuşlar. Ve oraya yerleşmişler. https://www.youtube.com/watch?v=_-96fKZGQVs

https://www.youtube.com/watch?v=JJyFqosRmLg


Efsaneye göre kaktüse konmuş kartal Tenochtitlan'ın kuruluşunu, mavi çapraz bandlar ise  Teztcoco Gölünü  betimlemekte.. Aztek Kabile şefleri ad hiyeroglifleriyle birlikte resimlenmiş. Mendoza Kodeksi açılış sayfası  


Bu arada yazı boyunca kullanacağımız Mezoamerika (Mesoamerica) adlandırmasına bir açıklık getirelim. Mezoamerika, arkeologlar tarafından Meksika Körfezi kıyıları, Yucatan yarımadası dahil orta ve güney Meksika’yı, El Salvador ile Honduras’ın bazı bölümlerini ve Guatemala’yı kapsayacak biçimde kullanılan bir terimdir. M.Ö. 1000 ve M.S. 1521 tarihleri arasında yüksek uygarlıkların doğduğu bölgenin genel adıdır. 


Tenochtitlan adındaki tetl “kaya”, nochtli “kaktüs” demekmiş. Tlan ise yerleşim son ekiymiş.


Piramit tapınakları, sarayları, pazar yerleri,  ızgara planlı kentleri, ticaret ağları, mal ve emek biçimindeki  düzenli vergi sistemleri, takvimleri, din ve  inanç sistemleri, korkular yaratan zalim orduları, korkusuz savaşçıları ve dinsel gücü temsil eden yapı ve anıtları, ayin ve gelenekleri, pratik yapı-yontu ustaları, el sanatları, kumaş-giysi ve  tüy işçiliği sanatı, müzik, dans ve şarkılarıyla ile kendilerini Toltek uygarlığının bir parçası olarak gören  Aztekler, 15.yüzyıl boyunca Mezoamerika’da  güçlü bir imparatorluk kurmuş.  


Başkent Meksika, “ateş çemberi” denilen dünyanın sismik ve volkanik coğrafyasında bulunduğundan  Meksika Vadisinde volkan gürültüsü ve depremler hiç eksik olmazmış. Yağmur ormanlarından kavruk çöllere, volkanik topraklardan tropikal fırtınalar  bölgesine.. birbirinden farklı uç ekolojik ortamı barındıran bu  tarihi-coğrafyada, Mezoamerika Uygarlıkları’nın hepsi, bu doğal hercümerç içinde,   yer yüzünü aydınlatan ve biçimlendiren; yağmurlar yağdıran  tanrılarını  yatıştırmak; onlara karşı sorumluluklarını yerine getirmek; ve yaşam döngüsünü devam ettirebilmek  için düzenli olarak insan kurban edip durmuşlar. Tanrılarını insan kalbiyle beslemişler.. Aztekler, şayet insan kurban etme geleneklerini bırakacak olurlarsa güneşlerinin bir daha  doğmayacağına; evrensel düzenin altüst olacağına;  ve imparatorluklarının çökeceğine inanırlarmış.


Azteklerde zaman  kavramı döngüselmiş. Zaman, soyut bir ölçü sistemi değil; sıvı gibi, herhangi bir madde gibi, sürekli olarak kullanılıp tüketilen somut bir şey, canlı bir güçmüş. Her zaman dönemi kendi evrelerini yaşarmış: doğar, büyür, yaşlanır ve yeniden doğarmış.   İşte; bu kurban törenlerinde Aztekler, kullanılıp biten, geçip-giden yılları, yüzyılları, yeniden canlandırmak, geri getirmek isterlermiş..


Ama Zaman’ın bir başka gerçeği de art arda sıralanış olduğundan, bir dönem biterken bir başka dönem yeniden başlarmış. İşte; bu yüzden, Cortes’in Meksika topraklarına ayak basışını, bir zamanlar kendilerini terk eden tanrı Quetzalcoatl’ın geri dönüşü sanan Aztek imparatoru Moctezuma, İspanyolların gelişinden kutsal bir cezbeye kapılarak ada-başkent Tenochtitlan’ın   kale kapılarının anahtarını savaşmadan, kendi elleriyle Cortes’e armağan etmiş.


Moctezuma,   İspanyolları bir düşman, bir dış tehdit olarak görmemiş; o yüzden onlarla savaşmamış. Moctezuma, Cortes’in gelişini,  evrensel bir çağın bitmesi yenisinin başlaması olarak yorumlamış. Zamanları dolduğu için eski tanrılar görevlerini bırakıyor, yeni dönemde yeni tanrılar görevi devralıyordu. İşte; Tanrıları tarafından terk edilmişlik, yalnızlık, umutsuzluk, yenilmişlik duyguları   Moctezuma’yı kutsal ihanete taşımış; ve bu yüzden Aztek  halkı İspanyol fetihçileri yeni dönemin temsilcileri ve kurtarıcıları olarak karşılayarak  adeta kendi canlarına kıymış.


Tabi;  İspanyollar,  bütün bu kurban törenlerini ve ritüelleri esrarengiz ve acayip bulmuş olabilirler. Ve kendi vahşetlerini ört bas etmek için Azteklere ait kayıt ve belgeleri abartılmış ve çarpıtılmış biçimde bizlere aktarmış olabilirler.                                                          


Octavio Paz'ın "Yalnızlık Labirenti" adlı kitabında da belirtildiği gibi, insan kurban etme töresi, Aztek uygarlığının bütününden soyutlanabilecek acımasız bir davranış olarak görülmemeli. Aztek kültürü, yürek sökmesi, anıtsal piramitleri, yontuları, şiirleri, işkence ve şiddeti benimsemesiyle, tanrıya dayalı yönetim sistemiyle birbirinden ayrılmaz öğelerin bütünüdür


Azteklerde insan kurbanı, Codex Magliabechiano


Çoğu zaman savaş tutsaklarından seçilen bu kurbanlar, davul sesleri arasında önce sırt üstü kurban taşına yatırılarak kurbanın kol ve bacakları rahipler tarafından sıkıca tutulurmuş. Bir başka rahip de obsidyen bir hançer ile kurbanın göğsünü yararak kalbini avucunun içine alıp ve yukarı kaldırıp mavi volkanlardan doğan güneşe gösterirmiş. Rahip, kalbi öyle hızlı ve ustaca çıkarırmış ki elindeki kalp hala atmaya devam edermiş. Ardından kurbanın cesedi piramidin ucundan aşağıya fırlatılırmış. Öldürülen tutsağın kalbi de  Cuauhxicalli diye adlandırılan seyyar bir kutsal çanağın/kabın içine konurmuş. Cuauhxicalli' ler genellikle kartal,  jaguar.. motifli olurmuş. 



     

                                          
Eğer kurbanın kalbini ve kanını taşıyacak olan "kutsal çanak" yere yaslanmış bir adamın göbeği üzerinde duruyorsa ona   “çakmul” (Chachmool) deniliyormuş.


Çakmul(Chacmool), Milli Antropoloji Müzesi
Çakmul, Templo  Mayor Müzesi




Kalbimizin hala attığına sevinerek ve sorunsuz olarak otelimize yerleştikten sonra kenti şöyle bir keşfe çıktık. Meraklı gözlerimizle yürüye yürüye  şu meşhur Güzel Sanatlar Sarayı’na vardık.  Akşam için halk dansları gösterisi olduğunu öğrendik. Giriş ücreti 400-500 pezoymuş.

Meksiko City'nin  tepesindeyiz hadi gülümse biraz


 Hava kararmadan 32 milyonluk şu Büyükşehir(Metropolit) Meksiko City’i  kuş bakışı  seyredelim dedik ve  225 metrelik kule (Torre Latinamericano)’ye çıktık; ve Meksiko City’e bir akşam üstü tepeden baktık! Kule Görevlisi arkadaş meraklı sorularımız eşliğinde bizlere Mexico City'nin tarihçesinden bahsetti.  Uzaklardaki ihtiyar volkanlar ‘şu gördüğün Meksika Vadisinde bir zamanlar biz vardık; biz!’ der gibiydi. Ve bu muazzam kent yeniden keşfedilmek üzere bizleri bekliyordu.  











La Casa De Los Azulejos

La Casa De Los Azulejos 
Akşam diyorduk, işte oldu akşam; kurulsun  Meksika soframız, açılsın tekila ve biralarımız; dinsin şu yol yorgunluğu.. dedik ve vaktiyle, Zapatist devrimcilerin de kahvaltı yaptığı Madero Caddesindeki cephesi mavi -beyaz Puebla fayansı işlemeli meşhur La Casa de Los Azulejos restoranına gittik. Fakat; 1793'de inşa edilmiş yüksek tavanlı çok güngörmüş  bu tarihi   iki katlı zarif binada “Viva Zapata!” diyenlerden, şu fotoğraflardan gayri,  eser yoktu.


Zapatist General Feliciano Araujo ile  Teodoro Rodriguez sıcak çikolatalarını  içerlerken.. 1914



Meksika Devrimi sürecinde, 12 Mayıs 1914'de, iktidarı paylaşmak ve  kuzeyli neşeli haydut-devrimci Pancho Villa ile buluşmak üzere başkent Meksiko'ya  gelen Emiliano Zapata'nın güneyli peon ( borcunu efendisine ödeyinceye kadar köle gibi çalışan topraksız köylüler)'lardan kurulu ordusu, Sanborns kardeşlerin sahibi olduğu ve o zamanlar seçkin bir kafeterya olarak kullanılan  La Casa Los Azulejos binasında sıcak çikolata ve kahvaltı molası vermişlerdi. Bu seçkin mekanın alışılmadık  misafirlerine hizmet eden garson hanımlar o günü hiç unutamamış olsa gerek..

İktidarın kıssa bir süreliğine paylaşıldığı o tarihi anlarda Panço Villa, Meksikayı 30 yıl diktatörlükle yöneten "demir yumruk" Porfirio Diaz(1830-1915)'ın hükümet sarayındaki altın kaplamalı başkanlık koltuğuna önce Zapata'nın oturmasını önerir fakat Zapata'nın  reddetmesi üzerine Pancho Villa'nın  tahta oturduğu söylenir. İşte o tarihi an:

Meksika Devrimi sürecinde Emiliano Zapata ve Pancho Villa'nın  kısa bir süreliğine iktidarı aldıklarının resmidir.  1914 

Biz İktidarı Zapata'ya bırakıp; son kadehleri "Viva Zapata" için içerek doğru otelimizin yolunu tutuyoruz. Yarın Zocalo Meydanı'ndaki Latin Amerika'nın en eski ve en büyük Metropolitan Katedrali ile 1934 yılında açılışı yapılan Güzel Sanatlar Sarayı'ndaki   mural (duvar freskleri, duvar resimleri) ziyafeti bizleri bekliyor. Aman uykumuzu iyi alalım.

                                                                                        







Mexico City'de sabah  oldu; uyandık. Kahvaltı sonrası Zocalo (Zokalo) Meydanına doğru yürürken yolumuzun üzerinde bulunan Fidel ve Che'nin Küba devrimini planlamak için kısa süreliğine birlikte kaldıkları evi göremeden edemedik. fakat ev kapalı olduğunda içini gezemedik. 


Dışardan bakarsan kimliksiz gibi duran bu ev meğerse bir zamanlar Küba Devriminin nabız atışlarına ev sahipliği yapmış!  Bu iki büyük devrimci arasında, purolarını tüttüre tüttüre,  kim bilir ne heyecanlı konuşmalar ve tartışmalar geçmiştir. 

Mexico City'nin tarihi ve kültürel merkezine doğru yürürken Amerika'nın en eski parkı olan Alameda Central parkın içinden geçiyoruz. Fakat o da ne!? Havuz  suyunun aynasında oturmuş bir adam sakal tıraşı oluyor. Tarihi kültürel mekanlarda  tıraş olmanın estetik bir keyfi olsa gerek! Tabi buranın Meksika olduğunu hatırlayınca şaşkınlığımız birden geçiveriyor.





Peki;Tarihin en eski ve  yeri değişmeksizin günümüze kadar devam edegelen Başkanlık Sarayı neresi diye soracak olursanız Zocalo'daki Milli Saray(National Palaca, Başkanlık Sarayı) derim. Zalim Konkistador Hernan Cortes Aztek Kralı Moctezuma ll'ye ait sarayı yıkarak yerine ilerde sömürgeciliğin ve fetihçiliğin abidesi olacak olan bu sarayın temellerini attı. Başlangıçta Cortes'in kendi yönetim yeri ve ikametgahı olarak kullanılan Milli Saray(Başkanlık Sarayı), zamanla, ilavelerle  bugünkü biçimini almış; ve sömürgeci valilerin konutu olarak kullanılmış. Bu sarayda sömürgecilik öncesi ve sonrası Meksika'sının koca bir tarihi yatmaktadır. Nitekim Diego Rivera, "Meksika Tarihi" adlı meşhur mural(duvar resmi)'ni buraya yapmıştır.

Milli Saray'ın  Meksika bağımsızlık savaşında  önemli bir yeri varmış.. Bağımsızlık kahramanı rahip Hidalgo, 16 Eylül 1810'da, sabahın erken saatlerinde,  rahiplik yaptığı küçük bir kasaba olan Dolores'te, kilisenin çanlarını çalarak halkı İspanyol sömürgeciliğine karşı silahlı mücadeleye çağırmış; ve İspanyollara karşı bağımsızlık savaşını tetiklemiş. Hidalgo'nun bağımsızlık için silahlı mücadele çağrısı   tarihte   "Grito Dolores" (Cry of Dolores, Hidalgo'nun anti-sömürgeci, bağımsızlıkçı feryadı, haykırışı, çağrısı) olarak bilinir.
Milli Saray(Başkanlık Sarayı)

Her 15 Eylül bağımsızlık gününde Meksikalılar Zocalo'daki Milli Saray (Başkanlık Sarayı) önünde toplanarak  Sarayın balkonuna çıkmış olan Başkanlarının ağzından Grito Dolares'i yeniden dinlerler. Ve tıpkı Hidalgo'nun çaldığı gibi çanlar yeniden çalınır. Bağımsızlığın değerini ve önemini  hatırlatan ve canlı tutan ne güzel bir gelenek değil mi? 


Zocalo ve Catedral Metropolitana

Meksika'da ana meydanlara Zocalo deniyor. ZOCALO,  Meksiko City'nin ana meydanı.. Zocalo'yu kazırsanız altından koca bir uygarlık ve "tarih" çıkar: Aztek İmparatorluğunun başkenti Tenochtitlan'ın kalbi vaktiyle burada atarmış. Aztek imparatoru Moctezuma'nın Sarayı, Aztek Kutsal Alanı ve Templo Mayor(Büyük Tapınak), ilk sömürge katedrali  ve şimdi Başkanlık Sarayı olarak kullanılan Cortes'in sarayı hep bu meydanın civarındaymış 



Tenochtitlan'ın kutsal tören alanı-merkezi olarak kullanılan bu büyük meydan 19. yüzyılda  Zocalo diye Meksika diline girmiş.  Güya bir zamanlar bu meydana büyük bir heykel dikilmek istenmiş ama her nedense bir türlü dikilememiş, işte o heykelden yadigar olarak kala kala bir tek heykelin oturtulacağı kaide kalmış. Derken heykelin kaidesi de sırra kadem basınca halk da buraya, gel zaman git zaman,  "kaidesi olan, kaideli meydan" anlamında Zocalo adını takmış. İşte o zamanlardan beri o meydana, heykel kaidesine istinaden,  Zocalo(kaide diyegelmişler. 

Bir adı da Anayasa Meydanı  olan Zocalo, dünyanın ikinci büyük meydanıymış. Ve ortasında sürekli dev bir Meksika bayrağı dalgalanıp durur.. Meksikalılar Zocalo'suz yapamaz ve Zocalosu olmayan şehre de kız vermezlermiş(şaka tabi); (o yüzden)  Meksika'da   Zocalo (ana meydan)'su olmayan şehir göremezsiniz. Maalesef, ülkemiz, bu konuda  "meydan fakiri"  sayılır. Meydansız, ne köy  olur ne kasaba!  



Zocalo Meydanı'ndaki  Büyük Katedral (Catedral Metropolitana)’in temelleri 1567’de atılmış. Barok ve neo-klasik stilin bir karışımı olan katedralin tamamlanması ise 200 yıldan fazla  sürmüş; 1788’de tamamlanmış.



Sömürgeci-fetihçi İspanyollar,  Hernan Cortes liderliğinde Katolik haçları ile 10 Şubat 1519’da Meksika sahillerine(Veracruz) geldiklerinde, “Yeni Dünya”nın asıl sahipleri olan yerliler, olacaklardan habersiz evlerini ve gönüllerini bu davetsiz aç sömürgenlere cömertçe açmışlardı. Fakat fetihçi amaçları olan Cortes, Aztek uygarlığını acımasızca  kana bulamış; yerle bir etmişti.


Cortes, ilk Roma imparatoru Augustus'un İspanya'da kurdurmuş olduğu Merida antik kentinin yakınlarında doğmuştu; ve Roma'nın başarı ve değerlerinden etkilenmişti. İki yıllık Hukuk eğitimi sırasında Roma klasiklerini okumuş; Roma İmparatorluğu tarihini de öğrenmişti. Bir fetihçi olarak entelektüel donanımı iyiydi. Hernan Cortes zamanın fetihçi ruhuna uyarak 19 yaşında Karayiplerdeki Hispanyola adasına gitti ve çiftçilikle uğraşmaya başladı. Küba'yı fetih ve sömürgeleştirme sürecindeki başarıları dikkati çekince Küba valisi Valesquez onu Meksika Körfezi sahillerindeki sözü edilen  yeni yerleri   sömürgeleştirmesi için görevlendi 



Cortes, Yucatan yarım adası sahillerinde Maya kabileleriyle karşılaştı. Çıkan mevzi çatışmalarda İspanyollar galip gelince yenik kabile şefleri teslimiyetlerinin göstergesi olarak onlara yiyecek, giysi, takılar ve bir grup genç kadın sundular. Bunlardan biri, İspanyolların "Marina", ya da "Malinche" dediği Malintzin'di. Hem Orta Meksika'nın arkaik Nahuatl dilini hem de kıyıda  konuşulan Maya dilini biliyordu. Yıllar önce Yucatan yarım adası açıklarındaki bir gemi kazasında sonra Maya dilini öğrenmiş olan Gerenimo Aguilar adlı İspanyol  ile birlikte     Malintzin  çevirmenlik yapınca Cortes'in güvenini kazandı ve ilerde ona  Don Martin adında bir çocuk doğuracak         kadar yakını oldu. Don Martin Meksika tarihinin ilk Mestizo (hem yerli hem İspanyol kanı taşıyan melez kimse)' su olacaktı.






La Malinche, Rosario Marquardt, 1992
Hernan Cortes, iki yıl gibi kısa bir sürede Aztekler’in başkenti Teochtitlan’ı ele geçirerek;  Aztekler’in köküne ve başkent Teochtitlan’ın da dibine kibrit suyu dökmüştü. İşte o soykırım esnasında,  nüfusu 300 binleri bulan Aztekler’e hizmet veren ve Aztekler’in genç savaş tanrısı Huitzilopochtli ile yağmur tanrısı Tloloc için yapılmış olan  Büyük Tapınak(Templo Mayor) da bu soykırımdan nasibini almış ve parçalanmıştı. Şimdi  yukarda fotoğrafını görmüş olduğunuz şu şatafatlı meşhur  Katedral Metropolitana,  meğer, Templo Mayor’un yıkıntılarından yapılmış bir sömürge katedraliymiş. Soykırım aleyhtarı  “Batı Medeniyeti” sevdalılarına  ve Batı deyince orada sırf ve sadece "medeniyet" gören kuyruk sallayıcı akademisyenlere  duyurulur!

Hernan Cortez,  Meksika’nın Veracruz sahillerine ayak bastığında 100 denizcisi, 500 askeri, 16 atı,10 tunç topu, ve sınırlı sayıda tüfek ve tabancası varmış. Azteklerin düşmanı 3000 Tlaxcalalı yerliyi ve Cortes’e hediye edilen ve daha sonra metresi ve çevirmeni olacak  yerli kadın Malintzin (Donna Marina, La Malinche)’i saymazsak, bunlar, koca Aztek İmparatorluğunun yıkılmasına yetmiş!

Peki; “Donna Marina’yı ya da La Malinche’yi saymazsak..” diye bir cümle kurmak ne kadar doğru olur?  Bu sorunun cevabı La Malinche’nin tarihsel kimliğinde yatar

Şu kadere bakın!   La MalincheMeksika körfezi sahillerinde Aztek topraklarında, soylu bir ailenin kızı olarak 1496 yılında dünya gelmişti. Anası ona  Malinalli  adını koymuştu. Ama, Malinalli’nin babası ölünce anası ikinci kez evlenmiş ve yeni kocasından bir oğlu olmuştu. İşte bu oğlan çocuğundan sonra  annesi, nedense, kendi öz kızı Malialli’yi  Maya beylerine köle olarak vermişti. Ama bu asil köle kız  Cortes’in Yeni İspanya” ya ayak basmasıyla Azteklerin  kaderinin  değiştirilmesinde önemli bir rol oynayacak; ve Mezoamerika’da  tarihin akışını değiştirecekti.


İspanyolların ona taktığı isimle söyleyecek olursak Donna Marina’nın  ya da La Malinche’nin ,  güzelliğ, cazibesi, zekası, yerli halklarla  İspanyollar arasında elçilik yeteneği ve Cortes’e unutulmaz yardımları  olmamış olsaydı,  Cortez , Aztek topraklarına ayak bastığında dilini, dinini, adetlerini, savaşkanlıklarını, yaşam biçimlerini, dünyaya bakışlarını bilmediği koca Aztek İmparatorluğunun nasıl hakkından gelebilir; Tenochtitlan’ı yerle bir edebilirdi?
Eğer La Malinche, büyük denizleri aşarak bambaşka diyarlardan ‘İspanyol Tacı’ nın ve ‘Papalık Haçı’ nın zaferi için gelen bu sömürgeci-fetihçi-istilacı İspanyollara yardım etmemiş olsaydı,(buna elbette imparatorluğa karşı yerli kabile isyanları da dahil edilmelidir), Cortes bu kadar başarılı olmayacaktı. Ve Mezoamerika'nın kaderi başka türlü çizilecekti. Mezoamerika'nın sömürgeleştirilmesi ve Hristiyanlaştırılması başka bir zamana kalacak  ya da hiç olmayacaktı, kimbilir?

Bu gerçeği yazmış olduğu bir mektubunda Cortez şöyle dile getirir: “Yeni İspanya” nın fethedilmesini önce tanrıya sonra  da Dona Marina’ya borçluyuz..”

La Malinche,   Hernan Cortez’e, adeta tanrının bir lütfuydu.  

Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır denir, ama her konkistadorun yanında Dona Marina gibi bir kadın yoktur. O yüzden La Malinche Meksikalının tarihinde, kültüründe ve sanatında efsanevi  bir figürdür.

Onu bir hain olarak suçlamak ne kadar doğru olabilir? Ayrıca üzerinde durulmaya değer bir konu olsa gerek.

Ama; yerli kadın La Malinche'nin Cortes ile "hizmet" ilişkisi  Meksikalın tarihsel kimliğinde ve ruhunda derin izler bırakmış. Octavio Paz'ın Yalnızlık Labirenti kitabında anlattığına göre, kimi zaman Meksikalı en kaba duygularını, en sert tepkilerini, günlük dilde açık seçik olmayan gizli sözcükler ile  dile getirirmiş. Kızgınlık, sevinç, coşku.. gibi duyguların zoruyla gerilimlerini boşaltmak istediği zaman Meksikalı: "Viva Mexico, hijos de la Chingada!" (Yaşasın Meksika(lar), Sizi gidi ırzına geçilmiş ananın oğulları!!) diyerek  bir şenlik fişeği gibi gökyüzünde gümbürtüyle patlayan sonra karanlıkta sessizce sönümlenen elektrik yüklü bir savaş narası atarmış.
Chingada, mitolojik bir anayı simgelermiş. La Llorana nasıl cefakar Meksika anasını;  Guadaloupe Bakiresi  de Meksika Katolikliğini simgeliyorsa, Chingada da kahpe feleğin oyun ettiği anadır, feleğin sillesini yemiş; saldırılara uğramış;  kaba güce maruz kalmış; iğfal edilmiş  ana.. 

Öyleyse, Hijo de la Chingada (Chingada'nın çocuğu yani)'ki hijo(çocuk), kaba gücün, tecavüz eyleminin,  kaçırma ve kandırmanın çocuğudur. Bu Meksikalı için büyük onursuzlukmuş. İspanyollardaki Kendini gönüllü olarak veren kadının çocuğu (hijo de puta) olmaktan farklı olarak, saldırının, iğfal edilmenin ürünü olmak büyük onursuzluk, şerefsizlikmiş Meksikalı için.


İşte; saldırıya uğramış iğfal edilmiş ana  Chingada'nın tarihsel bakımdan karşılığı,  İspanyol fetihçilerinin yerli kadınların bedenlerinde ve tenlerinde giriştiği saldırıyı da simgelemiş olması bakımından La Malinche'dir. Yani; fetihçi sömürgen Cortes'in metresi La Malinche(Dona Marina)'dır. Dona Malinche kendi rızasıyla kendini Cortes'e vermiştir ama, Cortes onu yeterince kullandıktan sonra aşağılık biçimde yardımcısına vermiştir. Dona Marina(La Malinche), saldırıya uğrayan iğfal edilen yerli kadındır. Meksika halkı La Malinche tarafından ortada bırakılmış olmayı unutamamıştır. 



O bakımdan La Malinche ile Chingada özdeştir. 

Yiğit direnişçi  son imparator Cuauhtemoc ile La Malinche de birbirlerini bütünlerler. Ve böylece La Malinche' ye savrulan küfürlerin anlaşılmaz bir yanı kalmaz. Hatta bazen yabancılarla iş birliği yapan, ülke kaynaklarını sömürenlere dalkavukluk yapan, kuyruk sallayan yozlaşmış insanları nitelemek için Malinchista diye aşağılayıcı  bir  sıfat yaygın biçimde kullanılır olmuş.

Cuauhtemoc, tanrıları, müttefikleri ve geleneksel yöneticileri Teochtitlan'ı kendi yazgısına bırakıp kaçtıkları bir dönemde  İktidara gelmişti. Cortes, kendisine direnen genç Aztek imparatorunu tahtından indirerek işkence yapıp öldürür. Ama direnen savaşçı kimliğiyle Cuauhtemoc da,  Meksikalı için bir efsane olmuştur artık. Bir gün dirilerek geri dönecektir. Onun mezarı Meksika halkının beşiği olmuştur. 

Bu trajik ve mitolojik sahnelerden uzaklaşıp Ekmeğini güneşten çıkaran Azteklerin torunları olan modern Meksikalıların  resim sanatından ve estetik zevkinden  bahsedelim mi biraz?

Modern Meksika resim sanatı denince, “Duvar Resimciliği”(Muralismo) akla gelirmiş.. Muralismo, halka dönük bir sanatmış ve bu yüzden mural sanatçıları geniş mekanlara, uzun duvarlara   ihtiyaç duyarlarmış.. Öncü Muralistler, bu geniş mekanlara  ve uzun duvarlara  mazlumların  ve sömürülenlerin hikayesini, Meksika tarihini, eleştirel ve devrimci bir sanat anlayışıyla  resmederlermiş. 


Güzel Sanatlar Sarayı 

1934’de açılışı yapılan Güzel Sanatlar Sarayında (The Palace of Fine Arts) muralleri bulunan Diego Rivera(1886-1957), Jose Clemente Orozco(1883-1948) ve D.Alfaro Siqueiros(1896-1974), mural’in devrimci öncü sanatçılarıymış. Halka, müzelerde ve sergilerde değil; sokakta, caddelerde, kamu yapılarında, okullarda, üniversitelerde,  çalışan insanların bulunduğu her yerde yapıtlarıyla   Meksika Devrimi(1910-1920)’ni ve Meksika’nın renkli tarihini anlatmışlar. 

Her şeyi bilmek arzusuyla yanan tutuşan ve  “yeni dünya”nın yaratılmasına bir an önce katılma isteği ile coşan  devrimin bu öncü sanatçıları  daha sonra devrimin “üç büyükleri” (Los Tres Grandes) diye anılır olmuşlar




Orozco, zamanla, her tür toplumsal iktidar ve örgüt  biçiminin insanın ezilmesine hizmet ettiğini söylese de,  Orozco’ya göre devrim, kötülüğü  yok eden  insanların yüreğini ısıtan  Prometeusvari kutsal bir ateş gibiymiş..  


Rivera , sakin,  yumuşak, taze, akıcı üsluplu ve Marx’tan esinlenen bir anlatımcıymış.. 

Meksika’da sürgünde bulunan Troçki’ye evinde başarısız  bir saldırı girişiminde de bulunan Siqueiros’un  ise her ikisinden de farklı  yönü varmış.  “Öncü” sanatın buluşlarını cesaretle kullanırmış; resimleri dinamikmiş; izleyicisine,  farklı bakış ve gözlem açısına göre farklı tatlar verirmiş; ve hareket hissi vermek için resmin sınırlarını kıracak tarza boyama yaparmış.. Resim sanatını kesin ve katı komünist ideoloji ile beslermiş.. İnsanların eserleri üzerinde spekülasyon yapmasını değil onları anlamasını istermiş, o yüzden;  sanatçıların, resimlerini, konuşur gibi yapmasını istermiş.  

Meksiko City Dünya Ticaret Merkezinde bulunan Siqueiros tarafından dizaynı ve düzenlenişi yapılmış olan ongen biçimli  kültürel polyforum'un içinde Siqueiros'un İnsanlık Yürüyüşü ( La Marcha de la  Humanidad, The March of Humanity) adını vermiş olduğu en büyük murali bulunmaktadır.

Siqueiros’un “İnsanlık Yürüyüşü” adlı duvar freskinin alanı 8,700 metre kareymiş.


Tam adı "The March of Humanity on Earth and Toward  the Cosmos: Misery and science" olan İnsanlık Yürüyüşü", sefalet ve bilim eşliğinde, dünyadan evrene uzanan büyük insanlığın yürüyüşünü betimlemekteymiş.. Dört bölümden oluşmakta:


Güney duvarında yer alan birinci bölüm, karmaşa ve şiddetin hakim olduğu  insanlığın karan çağlardan aydınlanmacı  demokratik burjuva devrimlerine doğru yürüyüşü.. 


Kuzey duvarında yer alan resimlerde uzaya egemen olma sürecinde yaşanacak olan devrimler betimlenmekte.


Batı ve doğu duvarlarında ise barış içinde yaşayan, kültürel bakımdan uyumlu bir "gelecek toplumu" tasarlanmakta.


İşte, Güzel Sanatlar Sarayı'nda mural(duvar freski)'leri  bulunan şu meşhur  üç büyükler”den  mural örnekleri sizlere:
"Man Controller Universe", (Evrenin Efendisi: İnsan), Diego Rivera, 1934

Bu muralde, sosyal-siyasal-sınıfsal mücadelelerden geçerek bilim-teknik ve endüstriyel gelişim sayesinde "evren güzelliği" ne ulaşmış/ulaşacak  olan geleceğin  özgür insanı  anlatılmakta ve  Evrenin gerçek efendisi "yaratıcı-insan." betimlenmekte. Pervane biçimli  iki eksenden birinde gezegenler, yıldız ve galaksileriyle makro kosmoz; diğerinde ise mini minnacık canlılarıyla mikro kozmos betimlenmiş. Merkezde, kontrol panelde oturan insanın  sağı kapitalist toplumu,  solu ise sosyalist toplumu betimlemekte. Merkezdeki insan ile, Sağlı sollu iki devasa mercek ile mikro ve makro kosmozdaki  gelişim formlarını kontrol edebilen ve her iki kozmosun da efendisi olan geleceğin özgür insanı resmedilmiş. 

Kapitalist toplumun bulunduğu tarafta  savaş ve ölüm  kusan uçak ve tanklarıyla, sınıfsal-toplumsal  sömürü ve sefaletiyle,  yozlaşmış, kokuşmuş  bir sosyal düzen betimlenmiş. Marx-Engels-Lenin ve Troçki'nin bulunduğu Sosyalist Toplumun olduğu tarafta ise her renkten insanların el ele kardeşçe yaşadığı; bilimsel teknolojik ilerlemeye uygun insanların yetiştirildiği bolluk toplumu düzeni betimlenmiş. Keza; Kızıl meydanda 1Mayıs yürüyüşü yapan askerler ve işçilerle birlikte el ele  Lenin  resmedilmiş.. https://www.youtube.com/watch?v=eDTjqEi83uQ

Kapitalist toplum tarafındaki  heykel, ölüm kusan haçlı Zeus.. Anlaşılan dünden bu güne değişen pek bir şey olmamış,  Mitolojin yerini günümüzde İsa'nın haçı almış; gazap şimşeklerini insanlığın üzerine yağdırmaya devam ediyor.. Sağdaki başı kopuk kasik heykel ise insanın can damarı olan sanatın düşmanı  Nazizm'in marifeti. Ve  başı firengi(sifilis) mikrobu ile  kirlenmiş kişi ise John D. Rockefeller Jr. 


Bu duvar resminin şöyle bir ilginç öyküsü de var: Tekelci Sermayenin tepesindeki adam  John D. Rockefeller. Jr (1908-1979) Newyork’taki  plazasının giriş katındaki   salon duvarı  için, yirminci yüzyılda  insanlığı nasıl bir sosyal-politik- bilimsel-endüstriyel  gelişimin  beklediğini; ve bu gelişim sonucunda ortaya çıkacak olan "yeni-insan"ı  anlatan ve  ayni zamanda  insanlığı yeni ve daha iyi bir geleceğe taşıyacak olan bakışı ve umudu da yansıtacak   bir duvar freski yaptırmak istemiş. Siparişi önce, Henry Matisse veya Pablo Picasso’ya vermek istemiş. Ancak; onlar müsait olmayınca,  bu kez, annesinin hayranlık duyduğu Diego Rivera’ya ısmarlamak durumda kalmış; ve  Rivera ile tema konusunda anlaşmışlar. 

Fakat;  Man At The Crossroads” “Kavşaktaki İnsanlık” adlı bu duvar freski daha yapım aşamasındayken, Rockefeller,  provakatif  bir mayıs  işçi yürüyüşü  sahnesini  ve  Lenin’i  işçi-köylü-askerle el ele gösteren sahneyi görünce  komünizm düşmanı bir tekelci kapitalist olarak asabı bozulmuş; ve derhal söz konusu komünizm  propagandası unsurlarının duvar resminden çıkarılmasını istemiş. Fakat Rivera bu talebi ret edince, Rockefeller, uzlaşma yollarını kapatarak anlaşmayı bozmuş; ve duvar freskinin(mural) tamamlanmadan imha edilmesini  istemiş.. Bunun üzerine; Diego Rivera, mural(duvar freski) imha edilmeden önce siyah-beyaz fotoğrafını aldırmış  ve 1934 yılında, Meksiko City’deki Güzel Sanatlar Sarayının açılışı için  ayni murali, bu kez, üzerinde bazı değişikler yaparak "Man, controller of Universe" Evrenin Efendisi: İnsan” adıyla yeniden yaratmış.


Catharsis, Jose Clemente Orozco, 1934

Orozco’nun Katarsis adlı Mural’i… Çürümüş-yozlaşmış  vahşi-kapitalist toplum kesitinden bir ayrıntı..  Üsteki yangın ve alevler yeni toplumu ve yeni bireyi yaratmak ve bu ahlaksız toplumsal düzenden arınmak(katharsis) için kokuşmuş eski toplum düzenin imha edilmesi gerektiğini simgeler.




Siqueiros'un "Cuauhtemoc'un  azabı ve ilahlaşması..1950-1951.. “ adlı bu murali ise, haçlı- sömürgeci-fetihçi  İspanyolların baskı ve dehşet dönemini anlatıyor.. Mural’de İspanyol tacının ve Katolik Papalığın askerleri,  altınların ve hazinenin yerini öğrenmek için son  Aztek imparatoru Cuauhtemoc’a işkence yapıyor. Yandaki kanlar içindeki dişi figür ise Meksika anavatanını temsil ediyor. 


Sömürgci-fetihçi Cortes’i,  efsaneye göre, vaktiyle yılandan yapılma bir sal ile Meksika körfezi sularından ülkeyi terk eden tanrılaşmış kral Quatzalcoatl’ın “Sakallı” hali olarak geri dönüşü sanan; bu yüzden Sakallı Tanrı Quatzalcoatl’a, yani  Cortes’e boyun eğerek haçlı sömürgecileri başkent Teochtitlan’a  kendi elleriyle davet eden; ve böylece Aztek uygarlığının yıkılmasına yol açan imparator Motecuhzoma ll’ye nazaran  son imparator Cuauthemoc’un,  bu mural’de de anlatıldığı gibi, sömürgeci-fetihçilere karşı kahramanca direnmesi, onu  anti-sömürgecilik mücadelesinde ilahlaştırmış;  ve Meksika’nın milli kimliğinin oluşmasında  tarihsel bir figür yapmış.


Templo Mayor yakınlarındaki bir kafede, sömürgeci -fetihçi Cortes’e  karşı "ya istiklal  ya ölüm” diyerek savaşan Azteklerin son imparatoru Cuauhtemoc’un  şerefine biralarımızı içerken bir Meksika halk şarkısı dinleyebiliriz. Conjunto Jarden grubu söylüyor: "La Bruja"      https://www.youtube.com/watch?v=Yqkt54B-JIc



"Üç Büyükler"in duvar freski (Mural) ziyafetimiz burada sona ermişti ama   Eğitim Bakanlığı binası duvarlarına saklanmış olan Rivera’nın halka açık duvar resimleri(mural)’ni  görmeden gitmek yok.  Rivera, çok üretken ve çalışkan bir sanatçıymış, bir çok farklı mekanda ardından yüzlerce mural bırakmış.. Eğitim Bakanlığı'nın avlulu üç katlı bina duvarlarındaki onlarca muralde,  “ölüler günü”, emekçilere övgü, madenciler, şeker kamışı emekçileri,Tarım Devrimi ve Kapitalizmin kötülükleri.. gibi çeşitli temalar vardı.





        
                                  






 





Metropolitana Catedral'in hemen yakınında bulunan Aztek'lerin  "Büyük Tapınağı"  'Templo Mayor' a dair bir şeyler söylemeden birinci bölümü kapatmamız uygun olmaz. 

Aztekler, başkentleri Tenochtitlan'ın tam  ortasına siyasi, ekonomik, dini, idari, ticari hayatın nabzının attığı  surlarla kaplı kutsal bir alan inşa etmişler. Bu kutsal alanın ana tapınağı da  Templo Mayor' miş. (Azteklerin konuştuğu Nauhatl dilinde söylenişi Hueyi Teocalli). Bu geniş tapınağın en tepesinde, birisi  savaş tanrısı Huitzilpochtli diğeri de yağmur ve bereket tanrısı Tlaloc'a ait olmak üzere  iki adet Piramit varmış. https://www.youtube.com/watch?v=86zSgZWVkVk
Tenochtitlan kutsal alan yapıları ve Templo Mayor
















Sömürgeci ve talancı konkistador Hernan Cortes, 1519'da Aztek topraklarına ayak basmasından iki yıl gibi kısa bir süre sonra Azteklerin başkentini fethedince ilk iş olarak Tenochtitlan'ı yıkmış; ve  kentin yıkıntıları üzerine de ilerde Mexico City olacak olan kendi kentini kurmuş.

1978  yılında elektrik işçileri Templo Mayor arkeolojik sit alanı sınırları içinde bir çalışma yaparlarken Aztek mitolojisinde   Ay tanrıçası Coyolxauhqui (Koyolşahki)'in monolitine rastlıyorlar. Hemen ana piramidin merdivenlerinin girişinde bulunan  Coyolxauhqui  yekpare taş diskinin bulunması üzerine arkeolojik sit alanının tamamında sistematik kazı çalışmaları başlatılıyor. Ve böylece Tenochtitlan  ve Mezoamerikan kültürünü  temsil eden  çok sayıda buluntu gün ışığına kavuşturuluyor. 

https://www.youtube.com/watch?v=OhdyovjHk8g 



Tanrıça Coyolxauhqui ya da "Zilli Yanak" Monoliti

Şimdi Templo Mayor Müzesinde sergilenmekte olan Olmek, Teotihuacan ve Mezcale kültürünü kadar uzanan bu buluntular da gösteriyor ki  İspanyol sömürgesi öncesi Meksika'sında ve Mezoamerika'da İspanyolları da şaşırtan kendine özgü bir uygarlık varmış.

Templo Mayor arkeolojik sit alanında yapılan kazı çalışmaları sonucunda  çıkartılan ve müzede sergilenen eserlerden bazıları:




Aztek pantheon'unda ölüler diyarı Mictlan'ın efendisi ve ölüm tanrısı Mictlantecuhtli 
Aztec figurine
Mascara Antropomorfa, Mezcala Cultur 
Mask Antropomorfa , Mezcala Cultur 1469-1481

                                               
Mascara Antropomorfa, Cultura Teotihuacana, 1469-1481

                       
                               
                                




   




Templo Mayor arkeolojik kazı  alanı
Templo Mayor arkeolojik kazı alanı
                   

Tenochtitlan ayin alanındaki kafatası duvarı (Tzompantli)

Templo Mayor kazılarında çıkartılmış Kafatası Duvarı ( Tzompantli, Skull Rack)