“Kaptan,
yeni sefere var mısın?” dediklerinde tereddütsüz “oley!” demiştim. Bir sömürgeyi vatana dönüştüren
sombrerolu devrimciler diyarı Meksika’ya gidiyorduk bu kez. Derin köklü bir
uygarlık ağacına tırmanacak; şölenlerde Meksikalılar gibi biz de, "Viva Mexico, Hijos De La
Chingada!" diye haykırarak fişeğimizi ateşleyecek;
yalnızlığımızı ve yabancılığımızı unutacaktık.
Bu gezide, Anenecuilco köyünden üzerinde Toprak ve Özgürlük(Tierra y Libertad) yazan ; ve çaprazlama fişekliği olan Emiliano Zapata tişörtü alacak değildik sadece; kadim uygarlıklara da bir yolculuk yapacaktık..
Mezoamerika'nın ana kültürü Olmek uygarlığından Teotihuacan ve Maya uygarlıklarına..Toltek uygarlığından Aztek(Aztec)'lere.. Anlı şanlı Milli Antropoloji Müzesi'nden Zapoteklerin, Mikstek(Mixtec)'lerin Monte Alban kentine uzanan renkli ve heyecanlı bir yolculuk..
Bu gezide, ayrıca, fetihçi-sömürgen
Hernan Cortes ile yerli metresi La Malinche’nin maceralarından, Azteklerin yiğit imparatoru “Düşen Kartal” Cuauhtemoc’
un direnişine...Folklor zengini Oaxaca 'dan iklimi şifalı bin yıllık kent Cuernavaca'ya ve gümüş takı işçiliğiyle meşhur Taxco’ya.. Bitki aleminin 2000 yaşındaki bilgesi Tule Ağacı’ ndan Agave bitkisinden elde edilen Mescal’in zahmetli uzun yolculuğuna..
Acıları renk eyleyen ressam Frida Kahlo’dan, Jose Posada’nın “Ölüler Günü” simgesi La Catrina’
sına.. Bahtsız olanları koruyan ve
kendisine sığınanlara kucak açan yetim ve öksüzlerin anası Guadalupe Bakiresi’ den Meksika’nın
Şarlo’su Cantinflas’a..
Diego
Rivera, Jose Clemente Orozco ve Alfaro Siqueiros’tan oluşan Mural (Duvar Resmi) sanatının dev
üçlüsünden ; roman ve öykü yazarı Carlos Fuentes’e ve Zapotec mirasının ressamı Rufino
Tamayo’ya.. daha dünya kadar
görülecek; gezilecek ve tanışılacak yerler; ve kültür durakları vardı.
Yani;
sizin anlayacağınız, bu gezide, Octavio Paz’ın “Yalnızlık Labirenti”
Meksika'sının davetkar büyüsüne kapılmamak elde değildi!
Meksika Büyüsü'nün etkisinde kiraladığımız minibüs ile Neşet Ertaş'ın "bahçe duvarından aştım" türküsünü söyleye söyleye ; ve Sierra Madre'nin sisli, virajlı dağ yollarını dolana dolana ; otantik köylere varıncaya kadar gittik, gördük; gezdik; eğlendik; hediyeler aldık; tanımadığımız insanlarla merhabalaştık; geleneksel hayatlara karıştık. Yorulunca da, pasifik sahilindeki Huatulco'da motorlu bir tekneye atlayıp bir dalga tepeciğinden bir dalga çukuruna bata-çıka koy koy gezip yüzdük..
Domatesin ve tekilanın anavatanında picante (dehşetli acı)'li Meksika Mutfağına konuk olduk; ve kafaları çektik. Mariachilerden şarkı başı 50 pezoya, seven erkeği sevilen erkek yapan Malaguena Salerosa'yı, hüzünlü aşk şarkısı Cucurrucucu'yu, gönülleri şenlendiren Cielito Lindo'yu ve devrimci babacan haydut Panço Villa'nın askerlerinin söylediği ve zalim başkan Carranza'yı ti aldıkları "La Cucaracha"(hamamböceği)'yi dinledik..
Hattta; bir ara Meksiko City metrosunda nam salmış örgütlü ve nitelikli yankesicilerle bile tanışmış olduk.
Velhasıl kelam 9 gece 10 gün boyunca Meksika kazan biz kepçeydik!..
Meksko City'e gitmek üzere 14 Haziran 2017 sabahının erken saatlerinde Atatürk Havaalanı'ndan yollara koyulmuştuk. Paris üzerinden aktarmalı olarak Başkentteki Benito Juarez havaalanına vardığımızda yerel saat 15 40'ı gösteriyordu. Grubumuz Paris ve Kanada'dan katılanlarla birlikte 11 kişi olmuştu, ve bizi otelimize götüren araçta kontralto sesli Lila Downs çalıyordu: "Zapata se Queda" https://www.youtube.com/watch?v=beuRgIqxTnY
Ve işte Meksika gezimizin ilk gününde Meksiko City'deydik!
Havaalanının hemen yanı başındaki 9 milyonluk devasa başkent, alışık olduğu yağmuruyla karşılamıştı bizi. Ancak; bu kente yağmurlar, ne hikmetse, kesinlikle saat 15 00'dan önce yağmazmış! Ve biz ordayken bu kehanet hep doğru çıkmıştı. Ama, sadece öğlen sonrası yağmurlarına değil; 2200 metre irtifadaki kışı üşütmez yazı kavurmaz Meksiko City'nin serin gecelerine de hazırlıklı olmalıydık.
Başkent Meksiko City'nin sokaklarına dalmadan önce Meksika Tarihi hakkında bir genel bilgimiz olsun diye gezi hazırlık notlarımız arasında bulunan Meksikalı mural(duvar resmi, duvar freski) sanatçısı Diego Rivera' nın Milli Saray ( National Palace, Başkanlık Sarayı)'ın giriş merdivenlerinden başlayıp merdiven sahanlığının her iki yana doğru yayılan "Meksika Tarihi" adlı duvar resmi(mural)'ne şöyle bir göz atalım dedik:
Meksika Büyüsü'nün etkisinde kiraladığımız minibüs ile Neşet Ertaş'ın "bahçe duvarından aştım" türküsünü söyleye söyleye ; ve Sierra Madre'nin sisli, virajlı dağ yollarını dolana dolana ; otantik köylere varıncaya kadar gittik, gördük; gezdik; eğlendik; hediyeler aldık; tanımadığımız insanlarla merhabalaştık; geleneksel hayatlara karıştık. Yorulunca da, pasifik sahilindeki Huatulco'da motorlu bir tekneye atlayıp bir dalga tepeciğinden bir dalga çukuruna bata-çıka koy koy gezip yüzdük..
Domatesin ve tekilanın anavatanında picante (dehşetli acı)'li Meksika Mutfağına konuk olduk; ve kafaları çektik. Mariachilerden şarkı başı 50 pezoya, seven erkeği sevilen erkek yapan Malaguena Salerosa'yı, hüzünlü aşk şarkısı Cucurrucucu'yu, gönülleri şenlendiren Cielito Lindo'yu ve devrimci babacan haydut Panço Villa'nın askerlerinin söylediği ve zalim başkan Carranza'yı ti aldıkları "La Cucaracha"(hamamböceği)'yi dinledik..
Hattta; bir ara Meksiko City metrosunda nam salmış örgütlü ve nitelikli yankesicilerle bile tanışmış olduk.
Velhasıl kelam 9 gece 10 gün boyunca Meksika kazan biz kepçeydik!..
Meksko City'e gitmek üzere 14 Haziran 2017 sabahının erken saatlerinde Atatürk Havaalanı'ndan yollara koyulmuştuk. Paris üzerinden aktarmalı olarak Başkentteki Benito Juarez havaalanına vardığımızda yerel saat 15 40'ı gösteriyordu. Grubumuz Paris ve Kanada'dan katılanlarla birlikte 11 kişi olmuştu, ve bizi otelimize götüren araçta kontralto sesli Lila Downs çalıyordu: "Zapata se Queda" https://www.youtube.com/watch?v=beuRgIqxTnY
Ve işte Meksika gezimizin ilk gününde Meksiko City'deydik!
Havaalanının hemen yanı başındaki 9 milyonluk devasa başkent, alışık olduğu yağmuruyla karşılamıştı bizi. Ancak; bu kente yağmurlar, ne hikmetse, kesinlikle saat 15 00'dan önce yağmazmış! Ve biz ordayken bu kehanet hep doğru çıkmıştı. Ama, sadece öğlen sonrası yağmurlarına değil; 2200 metre irtifadaki kışı üşütmez yazı kavurmaz Meksiko City'nin serin gecelerine de hazırlıklı olmalıydık.
Başkent Meksiko City'nin sokaklarına dalmadan önce Meksika Tarihi hakkında bir genel bilgimiz olsun diye gezi hazırlık notlarımız arasında bulunan Meksikalı mural(duvar resmi, duvar freski) sanatçısı Diego Rivera' nın Milli Saray ( National Palace, Başkanlık Sarayı)'ın giriş merdivenlerinden başlayıp merdiven sahanlığının her iki yana doğru yayılan "Meksika Tarihi" adlı duvar resmi(mural)'ne şöyle bir göz atalım dedik:
Meksika Tarihi, Diego Rivera, (1929-1935), Milli Saray(National Palace) |
1929'da başlayıp 1935'de
tamamlanan Rivera'nın "Meksika Tarihi" adlı
murali (duvar resmi), Aztek öncesi yerleşimlerinden olan Teotihuacan'ın
yıkılışından(M.S. 750) Meksika Devrimi(1910-1921)'nin sosyal ve ekonomik
amaçlarını gerçekleştirmeyi hedefleyen anti-emperyalist devlet adamı Lazaro
Cardenas'ın başkanlığının ilk yıllarına, 1935'lere kadar olan dönemi
kapsar; ve muralde üç Meksika figüratif olarak anlatılır: 1-Fetihçi sömürgen
İspanyollar gelmeden önceki "Yerlilerin Meksikası"
(750-1519), 2-Fetih sonrası "İspanyol sömürgesi
Meksikası" (1521-1810), 3-Ve sömürgeden bağımsızlığa giden yol,
Meksika Devrimi ve Modern Meksika (1810-1935).
Meksika'nın milli kimliğinin oluşumunun tarihsel ve devrimci köklerinin figüratif olarak anlatıldığı bu duvar resmi(mural)'den de anlaşılacağı üzere kadim Anadolu'muz gibi Meksika da uygarlıklara beşik olmuş bir ülke.
Meksiko City, Orta Amerika’nın pasifik sahillerinden Meksika körfezine kadar yayılmış olan Aztek İmparatorluğu(1430-1521)’nun ada-başkenti Tenochtitlan ( okunuşu Tenoştitlan)’ın yıkıntıları üzerine kurulmuş. Ama siz Mexico City’nin altına gömülü olan şu Tenochtitlan'ı, İspanyol Tacı ve Katolik Haçı'nın emrindeki konkistador(sömürgen-fetihçi) Hernan Cortez(1485-1547), nam-ı diğer Sakallı Quetzalcoatl, Meksika Körfezine demirlemeden önce (1519-1521) görecektiniz. O zamanlar, İspanya’nın en kalabalık kenti olan Sevilla’nın nüfusu 150 binken Azteklerin ada-başkent’ inde yaklaşık 300 bin kişi yaşıyormuş. Ve büyüklük olarak, Tenochtitlan, Madrid’in beş katıymış. "caramba, carambita !!" diyen yok mu?
Bakın, o ada-başkenti, Tenochtitlan, Meksikalı muralist (duvar ressamı) Diego Rivera’nın sanatçı gözünde vaktiyle nasılmış: Azteklerdeki şu ekonomik ve ticari canlılığa bir bakın. Sağ alt taraftaki ayakta duran beyaz giysili kadın La Malinche, eli yelpazeli beyaz giysili oturmuş haldeki figürse İmparator Moctezuma ll:
Tenochtitlan, Diego Rivera, 1945
|
Aztekler, göl
üzerine kurulu ada-başkentte, bir mühendislik harikası olan adına chinampa denilen; ve üzerinde tarım yapabildikleri yüzer-bahçeler inşa etmişler.
Genellikle 30m'ye 2,5m boyutlarında olan chinampa'larda Aztekler, mısır,
fasulye, domates, kabak, biber ve muhtelif çiçekler.. yetiştiriyorlarmış..
Aztek'lerin sallara döşedikleri toprağa dikmiş olduğu bitkilerin ve ağaçların
kökleri zamanla göl tabanına ulaşarak sabitlenmiş; ve adacıklar oluşturmuş
gölde. Bir su kemeriyle kente temiz su getirmişler. Kanallarla adayı karaya
bağlamışlar. Sayısız kano ile kıyıdan yiyecek ve mal taşımışlar :
Chinampas(yüzer bahçeler)
|
Klomb öncesi Tenochtitlan ve kentin kurulduğu Teztcoco Gölü |
Mezoamerika’nın
en son uygarlığı olan Aztekler(1430-1521)
Meksika Vadisi’ne kuzeyden, ”turnalar ülkesi” anlamına gelen efsanevi Aztlan adasından
kabileler halinde göç etmişler. İlk göç eden kabile grubu Çiçimeklermiş.
İkinci göç grubu Tapenekler,
üçüncüsü Acolhua,
Dördüncü son grup ise Meksikalılarmış.
Arkaik Aztek adı işte bu Aztlan’dan gelmekteymiş.
Aztek, İspanyol istilası sırasında
Meksika vadisinde yaşayan insanların genel adı olarak benimsenmiş.
Meksika adı ise, ilk Aztek göçebelerine, kendilerine Meksika diyen
avcı-toplayıcı göçebe bir kabilenin katılmasıyla ortaya çıkmış. Söylenceye göre tanrılaşmış kahraman-lider Huitzilopochtli tüm
kabilenin Meksika adını almasını istemiş.
Göçebe Azteklerin yeni
yurtlarının neresi olacağını gösteren tılsımlı işaretse, üzerine kartal konmuş
büyük bir kaktüsmüş. Aztekler, kuşaklar boyu süren
yolculuklarından sonra üzerine kartal konmuş kaktüsü Meksika vadisinde bulunan
Teztcoco(Teşkoko) gölünün ortasındaki küçük bir adada bulmuşlar. Ve
oraya yerleşmişler. https://www.youtube.com/watch?v=_-96fKZGQVs,
https://www.youtube.com/watch?v=JJyFqosRmLg
Octavio Paz'ın "Yalnızlık Labirenti" adlı kitabında da belirtildiği gibi, insan kurban etme töresi, Aztek uygarlığının bütününden soyutlanabilecek acımasız bir davranış olarak görülmemeli. Aztek kültürü, yürek sökmesi, anıtsal piramitleri, yontuları, şiirleri, işkence ve şiddeti benimsemesiyle, tanrıya dayalı yönetim sistemiyle birbirinden ayrılmaz öğelerin bütünüdür
Eğer kurbanın kalbini ve kanını taşıyacak olan "kutsal çanak" yere yaslanmış bir adamın göbeği üzerinde duruyorsa ona “çakmul” (Chachmool) deniliyormuş.
Hava kararmadan 32 milyonluk şu Büyükşehir(Metropolit) Meksiko City’i kuş bakışı seyredelim dedik ve 225 metrelik kule (Torre Latinamericano)’ye çıktık; ve Meksiko City’e bir akşam üstü tepeden baktık! Kule Görevlisi arkadaş meraklı sorularımız eşliğinde bizlere Mexico City'nin tarihçesinden bahsetti. Uzaklardaki ihtiyar volkanlar ‘şu gördüğün Meksika Vadisinde bir zamanlar biz vardık; biz!’ der gibiydi. Ve bu muazzam kent yeniden keşfedilmek üzere bizleri bekliyordu.
Akşam diyorduk, işte oldu akşam; kurulsun Meksika soframız, açılsın tekila ve
biralarımız; dinsin şu yol yorgunluğu.. dedik ve vaktiyle, Zapatist
devrimcilerin de kahvaltı yaptığı Madero Caddesindeki cephesi mavi -beyaz Puebla fayansı işlemeli meşhur La Casa de Los Azulejos restoranına gittik. Fakat; 1793'de inşa edilmiş yüksek tavanlı çok güngörmüş bu tarihi iki katlı zarif binada “Viva Zapata!” diyenlerden, şu fotoğraflardan gayri, eser yoktu.
Mexico City'de sabah oldu; uyandık. Kahvaltı sonrası Zocalo (Zokalo) Meydanına doğru yürürken yolumuzun üzerinde bulunan Fidel ve Che'nin Küba devrimini planlamak için kısa süreliğine birlikte kaldıkları evi göremeden edemedik. fakat ev kapalı olduğunda içini gezemedik.
Dışardan bakarsan kimliksiz gibi duran bu ev meğerse bir zamanlar Küba Devriminin nabız atışlarına ev sahipliği yapmış! Bu iki büyük devrimci arasında, purolarını tüttüre tüttüre, kim bilir ne heyecanlı konuşmalar ve tartışmalar geçmiştir.
Mexico City'nin tarihi ve kültürel merkezine doğru yürürken Amerika'nın en eski parkı olan Alameda Central parkın içinden geçiyoruz. Fakat o da ne!? Havuz suyunun aynasında oturmuş bir adam sakal tıraşı oluyor. Tarihi kültürel mekanlarda tıraş olmanın estetik bir keyfi olsa gerek! Tabi buranın Meksika olduğunu hatırlayınca şaşkınlığımız birden geçiveriyor.
Milli Saray'ın Meksika bağımsızlık savaşında önemli bir yeri varmış.. Bağımsızlık kahramanı rahip Hidalgo, 16 Eylül 1810'da, sabahın erken saatlerinde, rahiplik yaptığı küçük bir kasaba olan Dolores'te, kilisenin çanlarını çalarak halkı İspanyol sömürgeciliğine karşı silahlı mücadeleye çağırmış; ve İspanyollara karşı bağımsızlık savaşını tetiklemiş. Hidalgo'nun bağımsızlık için silahlı mücadele çağrısı tarihte "Grito Dolores" (Cry of Dolores, Hidalgo'nun anti-sömürgeci, bağımsızlıkçı feryadı, haykırışı, çağrısı) olarak bilinir.
Cortes, ilk Roma imparatoru Augustus'un İspanya'da kurdurmuş olduğu Merida antik kentinin yakınlarında doğmuştu; ve Roma'nın başarı ve değerlerinden etkilenmişti. İki yıllık Hukuk eğitimi sırasında Roma klasiklerini okumuş; Roma İmparatorluğu tarihini de öğrenmişti. Bir fetihçi olarak entelektüel donanımı iyiydi. Hernan Cortes zamanın fetihçi ruhuna uyarak 19 yaşında Karayiplerdeki Hispanyola adasına gitti ve çiftçilikle uğraşmaya başladı. Küba'yı fetih ve sömürgeleştirme sürecindeki başarıları dikkati çekince Küba valisi Valesquez onu Meksika Körfezi sahillerindeki sözü edilen yeni yerleri sömürgeleştirmesi için görevlendi
Hernan Cortes, iki yıl gibi kısa bir sürede Aztekler’in başkenti Teochtitlan’ı ele geçirerek; Aztekler’in köküne ve başkent Teochtitlan’ın da dibine kibrit suyu dökmüştü. İşte o soykırım esnasında, nüfusu 300 binleri bulan Aztekler’e hizmet veren ve Aztekler’in genç savaş tanrısı Huitzilopochtli ile yağmur tanrısı Tloloc için yapılmış olan Büyük Tapınak(Templo Mayor) da bu soykırımdan nasibini almış ve parçalanmıştı. Şimdi yukarda fotoğrafını görmüş olduğunuz şu şatafatlı meşhur Katedral Metropolitana, meğer, Templo Mayor’un yıkıntılarından yapılmış bir sömürge katedraliymiş. Soykırım aleyhtarı “Batı Medeniyeti” sevdalılarına ve Batı deyince orada sırf ve sadece "medeniyet" gören kuyruk sallayıcı akademisyenlere duyurulur!
Peki; “Donna Marina’yı ya da La Malinche’yi saymazsak..” diye bir cümle kurmak ne kadar doğru olur? Bu sorunun cevabı La Malinche’nin tarihsel kimliğinde yatar
Şu kadere bakın! La Malinche, Meksika körfezi sahillerinde Aztek topraklarında, soylu bir ailenin kızı olarak 1496 yılında dünya gelmişti. Anası ona Malinalli adını koymuştu. Ama, Malinalli’nin babası ölünce anası ikinci kez evlenmiş ve yeni kocasından bir oğlu olmuştu. İşte bu oğlan çocuğundan sonra annesi, nedense, kendi öz kızı Malialli’yi Maya beylerine köle olarak vermişti. Ama bu asil köle kız Cortes’in Yeni İspanya” ya ayak basmasıyla Azteklerin kaderinin değiştirilmesinde önemli bir rol oynayacak; ve Mezoamerika’da tarihin akışını değiştirecekti.
Öyleyse, Hijo de la Chingada (Chingada'nın çocuğu yani)'ki hijo(çocuk), kaba gücün, tecavüz eyleminin, kaçırma ve kandırmanın çocuğudur. Bu Meksikalı için büyük onursuzlukmuş. İspanyollardaki Kendini gönüllü olarak veren kadının çocuğu (hijo de puta) olmaktan farklı olarak, saldırının, iğfal edilmenin ürünü olmak büyük onursuzluk, şerefsizlikmiş Meksikalı için.
1934’de açılışı yapılan Güzel Sanatlar Sarayında (The Palace of Fine Arts) muralleri bulunan Diego Rivera(1886-1957), Jose Clemente Orozco(1883-1948) ve D.Alfaro Siqueiros(1896-1974), mural’in devrimci öncü sanatçılarıymış. Halka, müzelerde ve sergilerde değil; sokakta, caddelerde, kamu yapılarında, okullarda, üniversitelerde, çalışan insanların bulunduğu her yerde yapıtlarıyla Meksika Devrimi(1910-1920)’ni ve Meksika’nın renkli tarihini anlatmışlar.
Rivera , sakin, yumuşak, taze, akıcı üsluplu ve Marx’tan esinlenen bir anlatımcıymış..
Meksika’da sürgünde bulunan Troçki’ye evinde başarısız bir saldırı girişiminde de bulunan Siqueiros’un ise her ikisinden de farklı yönü varmış. “Öncü” sanatın buluşlarını cesaretle kullanırmış; resimleri dinamikmiş; izleyicisine, farklı bakış ve gözlem açısına göre farklı tatlar verirmiş; ve hareket hissi vermek için resmin sınırlarını kıracak tarza boyama yaparmış.. Resim sanatını kesin ve katı komünist ideoloji ile beslermiş.. İnsanların eserleri üzerinde spekülasyon yapmasını değil onları anlamasını istermiş, o yüzden; sanatçıların, resimlerini, konuşur gibi yapmasını istermiş.
https://www.youtube.com/watch?v=JJyFqosRmLg
Efsaneye göre kaktüse konmuş kartal Tenochtitlan'ın kuruluşunu, mavi çapraz bandlar ise Teztcoco Gölünü betimlemekte.. Aztek Kabile şefleri ad hiyeroglifleriyle birlikte resimlenmiş. Mendoza Kodeksi açılış sayfası |
Bu arada yazı boyunca
kullanacağımız Mezoamerika (Mesoamerica) adlandırmasına bir açıklık
getirelim. Mezoamerika, arkeologlar tarafından Meksika Körfezi kıyıları,
Yucatan yarımadası dahil orta ve güney Meksika’yı, El Salvador ile Honduras’ın
bazı bölümlerini ve Guatemala’yı kapsayacak biçimde kullanılan bir terimdir. M.Ö.
1000 ve M.S. 1521 tarihleri arasında yüksek uygarlıkların doğduğu
bölgenin genel adıdır.
Tenochtitlan adındaki tetl “kaya”,
nochtli “kaktüs” demekmiş. Tlan ise yerleşim son ekiymiş.
Piramit tapınakları,
sarayları, pazar yerleri, ızgara planlı kentleri, ticaret ağları, mal ve
emek biçimindeki düzenli vergi sistemleri, takvimleri, din ve inanç
sistemleri, korkular yaratan zalim orduları, korkusuz savaşçıları ve dinsel
gücü temsil eden yapı ve anıtları, ayin ve gelenekleri, pratik yapı-yontu
ustaları, el sanatları, kumaş-giysi ve tüy işçiliği sanatı, müzik, dans
ve şarkılarıyla ile kendilerini Toltek uygarlığının bir parçası olarak
gören Aztekler, 15.yüzyıl boyunca Mezoamerika’da
güçlü bir imparatorluk kurmuş.
Başkent Meksika, “ateş
çemberi” denilen dünyanın sismik ve volkanik coğrafyasında bulunduğundan
Meksika Vadisinde volkan gürültüsü ve depremler hiç eksik olmazmış. Yağmur
ormanlarından kavruk çöllere, volkanik topraklardan tropikal fırtınalar
bölgesine.. birbirinden farklı uç ekolojik ortamı barındıran bu
tarihi-coğrafyada, Mezoamerika Uygarlıkları’nın hepsi, bu doğal
hercümerç içinde, yer yüzünü aydınlatan ve biçimlendiren; yağmurlar
yağdıran tanrılarını yatıştırmak; onlara karşı sorumluluklarını
yerine getirmek; ve yaşam döngüsünü devam ettirebilmek için düzenli
olarak insan kurban edip durmuşlar. Tanrılarını insan kalbiyle beslemişler..
Aztekler, şayet insan kurban etme geleneklerini bırakacak olurlarsa
güneşlerinin bir daha doğmayacağına; evrensel düzenin altüst
olacağına; ve imparatorluklarının çökeceğine inanırlarmış.
Azteklerde zaman kavramı döngüselmiş. Zaman, soyut bir ölçü sistemi değil;
sıvı gibi, herhangi bir madde gibi, sürekli olarak kullanılıp tüketilen somut
bir şey, canlı bir güçmüş. Her zaman dönemi kendi evrelerini yaşarmış: doğar,
büyür, yaşlanır ve yeniden doğarmış. İşte; bu kurban törenlerinde
Aztekler, kullanılıp biten, geçip-giden yılları, yüzyılları, yeniden
canlandırmak, geri getirmek isterlermiş..
Ama Zaman’ın bir başka
gerçeği de art arda sıralanış olduğundan, bir dönem biterken bir başka dönem
yeniden başlarmış. İşte; bu yüzden, Cortes’in Meksika topraklarına ayak
basışını, bir zamanlar kendilerini terk eden tanrı Quetzalcoatl’ın geri
dönüşü sanan Aztek imparatoru Moctezuma, İspanyolların gelişinden kutsal
bir cezbeye kapılarak ada-başkent Tenochtitlan’ın kale kapılarının
anahtarını savaşmadan, kendi elleriyle Cortes’e armağan etmiş.
Moctezuma, İspanyolları bir düşman, bir dış tehdit olarak
görmemiş; o yüzden onlarla savaşmamış. Moctezuma, Cortes’in
gelişini, evrensel bir çağın bitmesi yenisinin başlaması olarak
yorumlamış. Zamanları dolduğu için eski tanrılar görevlerini bırakıyor, yeni
dönemde yeni tanrılar görevi devralıyordu. İşte; Tanrıları tarafından terk
edilmişlik, yalnızlık, umutsuzluk, yenilmişlik duyguları Moctezuma’yı
kutsal ihanete taşımış; ve bu yüzden Aztek halkı İspanyol
fetihçileri yeni dönemin temsilcileri ve kurtarıcıları olarak
karşılayarak adeta kendi canlarına kıymış.
Tabi; İspanyollar,
bütün bu kurban törenlerini ve ritüelleri esrarengiz ve acayip bulmuş
olabilirler. Ve kendi vahşetlerini ört bas etmek için Azteklere ait kayıt ve
belgeleri abartılmış ve çarpıtılmış biçimde bizlere aktarmış olabilirler.
Octavio Paz'ın "Yalnızlık Labirenti" adlı kitabında da belirtildiği gibi, insan kurban etme töresi, Aztek uygarlığının bütününden soyutlanabilecek acımasız bir davranış olarak görülmemeli. Aztek kültürü, yürek sökmesi, anıtsal piramitleri, yontuları, şiirleri, işkence ve şiddeti benimsemesiyle, tanrıya dayalı yönetim sistemiyle birbirinden ayrılmaz öğelerin bütünüdür
Azteklerde insan kurbanı, Codex Magliabechiano |
Çoğu zaman savaş tutsaklarından seçilen bu
kurbanlar, davul sesleri arasında önce sırt üstü kurban taşına yatırılarak
kurbanın kol ve bacakları rahipler tarafından sıkıca tutulurmuş. Bir başka
rahip de obsidyen bir hançer ile kurbanın göğsünü yararak kalbini avucunun
içine alıp ve yukarı kaldırıp mavi volkanlardan doğan güneşe
gösterirmiş. Rahip, kalbi öyle hızlı ve ustaca çıkarırmış ki elindeki kalp hala
atmaya devam edermiş. Ardından kurbanın cesedi piramidin ucundan aşağıya
fırlatılırmış. Öldürülen tutsağın kalbi de Cuauhxicalli diye adlandırılan seyyar bir kutsal çanağın/kabın içine
konurmuş. Cuauhxicalli' ler genellikle kartal, jaguar.. motifli olurmuş.
Eğer kurbanın kalbini ve kanını taşıyacak olan "kutsal çanak" yere yaslanmış bir adamın göbeği üzerinde duruyorsa ona “çakmul” (Chachmool) deniliyormuş.
Çakmul(Chacmool), Milli Antropoloji Müzesi |
Çakmul, Templo Mayor Müzesi |
Kalbimizin hala attığına sevinerek ve sorunsuz olarak otelimize yerleştikten sonra kenti şöyle bir keşfe çıktık.
Meraklı gözlerimizle yürüye yürüye şu meşhur Güzel Sanatlar
Sarayı’na vardık. Akşam için halk
dansları gösterisi olduğunu öğrendik. Giriş ücreti 400-500 pezoymuş.
Meksiko City'nin tepesindeyiz hadi gülümse biraz |
Hava kararmadan 32 milyonluk şu Büyükşehir(Metropolit) Meksiko City’i kuş bakışı seyredelim dedik ve 225 metrelik kule (Torre Latinamericano)’ye çıktık; ve Meksiko City’e bir akşam üstü tepeden baktık! Kule Görevlisi arkadaş meraklı sorularımız eşliğinde bizlere Mexico City'nin tarihçesinden bahsetti. Uzaklardaki ihtiyar volkanlar ‘şu gördüğün Meksika Vadisinde bir zamanlar biz vardık; biz!’ der gibiydi. Ve bu muazzam kent yeniden keşfedilmek üzere bizleri bekliyordu.
La Casa De Los Azulejos |
|
Meksika Devrimi sürecinde,
12 Mayıs 1914'de, iktidarı paylaşmak ve kuzeyli neşeli haydut-devrimci
Pancho Villa ile buluşmak üzere başkent Meksiko'ya gelen Emiliano
Zapata'nın güneyli peon ( borcunu efendisine ödeyinceye kadar köle
gibi çalışan topraksız köylüler)'lardan kurulu ordusu, Sanborns
kardeşlerin sahibi olduğu ve o zamanlar seçkin bir kafeterya olarak
kullanılan La Casa Los Azulejos binasında sıcak çikolata ve
kahvaltı molası vermişlerdi. Bu seçkin mekanın alışılmadık misafirlerine
hizmet eden garson hanımlar o günü hiç unutamamış olsa gerek..
İktidarın kıssa bir süreliğine paylaşıldığı o tarihi anlarda Panço
Villa, Meksikayı 30 yıl diktatörlükle yöneten "demir yumruk" Porfirio
Diaz(1830-1915)'ın hükümet sarayındaki altın kaplamalı başkanlık koltuğuna
önce Zapata'nın oturmasını önerir fakat Zapata'nın
reddetmesi üzerine Pancho Villa'nın tahta oturduğu söylenir. İşte
o tarihi an:
Meksika Devrimi sürecinde Emiliano Zapata ve Pancho Villa'nın kısa bir süreliğine iktidarı aldıklarının resmidir. 1914 |
Biz İktidarı Zapata'ya bırakıp; son kadehleri
"Viva Zapata" için içerek doğru otelimizin yolunu tutuyoruz. Yarın
Zocalo Meydanı'ndaki Latin Amerika'nın en eski ve en büyük Metropolitan
Katedrali ile 1934 yılında açılışı yapılan Güzel Sanatlar Sarayı'ndaki mural (duvar freskleri, duvar resimleri)
ziyafeti bizleri bekliyor. Aman uykumuzu iyi alalım.
Mexico City'de sabah oldu; uyandık. Kahvaltı sonrası Zocalo (Zokalo) Meydanına doğru yürürken yolumuzun üzerinde bulunan Fidel ve Che'nin Küba devrimini planlamak için kısa süreliğine birlikte kaldıkları evi göremeden edemedik. fakat ev kapalı olduğunda içini gezemedik.
Dışardan bakarsan kimliksiz gibi duran bu ev meğerse bir zamanlar Küba Devriminin nabız atışlarına ev sahipliği yapmış! Bu iki büyük devrimci arasında, purolarını tüttüre tüttüre, kim bilir ne heyecanlı konuşmalar ve tartışmalar geçmiştir.
Mexico City'nin tarihi ve kültürel merkezine doğru yürürken Amerika'nın en eski parkı olan Alameda Central parkın içinden geçiyoruz. Fakat o da ne!? Havuz suyunun aynasında oturmuş bir adam sakal tıraşı oluyor. Tarihi kültürel mekanlarda tıraş olmanın estetik bir keyfi olsa gerek! Tabi buranın Meksika olduğunu hatırlayınca şaşkınlığımız birden geçiveriyor.
Peki;Tarihin en eski ve yeri değişmeksizin günümüze kadar devam edegelen Başkanlık Sarayı neresi diye soracak olursanız Zocalo'daki Milli Saray(National Palaca, Başkanlık Sarayı) derim. Zalim Konkistador Hernan Cortes Aztek Kralı Moctezuma ll'ye ait sarayı yıkarak yerine ilerde sömürgeciliğin ve fetihçiliğin abidesi olacak olan bu sarayın temellerini attı. Başlangıçta Cortes'in kendi yönetim yeri ve ikametgahı olarak kullanılan Milli Saray(Başkanlık Sarayı), zamanla, ilavelerle bugünkü biçimini almış; ve sömürgeci valilerin konutu olarak kullanılmış. Bu sarayda sömürgecilik öncesi ve sonrası Meksika'sının koca bir tarihi yatmaktadır. Nitekim Diego Rivera, "Meksika Tarihi" adlı meşhur mural(duvar resmi)'ni buraya yapmıştır.
Her 15 Eylül bağımsızlık gününde Meksikalılar Zocalo'daki Milli Saray (Başkanlık Sarayı) önünde toplanarak Sarayın balkonuna çıkmış olan Başkanlarının ağzından Grito Dolares'i yeniden dinlerler. Ve tıpkı Hidalgo'nun çaldığı gibi çanlar yeniden çalınır. Bağımsızlığın değerini ve önemini hatırlatan ve canlı tutan ne güzel bir gelenek değil mi?
Zocalo ve Catedral Metropolitana |
Meksika'da ana meydanlara Zocalo deniyor. ZOCALO, Meksiko City'nin ana meydanı.. Zocalo'yu kazırsanız altından koca bir uygarlık ve "tarih" çıkar: Aztek İmparatorluğunun başkenti Tenochtitlan'ın kalbi vaktiyle burada atarmış. Aztek imparatoru Moctezuma'nın Sarayı, Aztek Kutsal Alanı ve Templo Mayor(Büyük Tapınak), ilk sömürge katedrali ve şimdi Başkanlık Sarayı olarak kullanılan Cortes'in sarayı hep bu meydanın civarındaymış
Tenochtitlan'ın kutsal tören alanı-merkezi olarak kullanılan bu büyük meydan 19. yüzyılda Zocalo diye Meksika diline girmiş. Güya bir zamanlar bu meydana büyük bir heykel dikilmek istenmiş ama her nedense bir türlü dikilememiş, işte o heykelden yadigar olarak kala kala bir tek heykelin oturtulacağı kaide kalmış. Derken heykelin kaidesi de sırra kadem basınca halk da buraya, gel zaman git zaman, "kaidesi olan, kaideli meydan" anlamında Zocalo adını takmış. İşte o zamanlardan beri o meydana, heykel kaidesine istinaden, Zocalo(kaide diyegelmişler.
Bir adı da Anayasa Meydanı olan Zocalo, dünyanın ikinci büyük meydanıymış. Ve ortasında sürekli dev bir Meksika bayrağı dalgalanıp durur.. Meksikalılar Zocalo'suz yapamaz ve Zocalosu olmayan şehre de kız vermezlermiş(şaka tabi); (o yüzden) Meksika'da Zocalo (ana meydan)'su olmayan şehir göremezsiniz. Maalesef, ülkemiz, bu konuda "meydan fakiri" sayılır. Meydansız, ne köy olur ne kasaba!
Zocalo Meydanı'ndaki Büyük Katedral (Catedral Metropolitana)’in temelleri 1567’de atılmış. Barok ve neo-klasik stilin bir karışımı olan katedralin tamamlanması ise 200 yıldan fazla sürmüş; 1788’de tamamlanmış.
Sömürgeci-fetihçi İspanyollar, Hernan Cortes liderliğinde Katolik haçları ile 10 Şubat 1519’da Meksika sahillerine(Veracruz) geldiklerinde, “Yeni Dünya”nın asıl sahipleri olan yerliler, olacaklardan habersiz evlerini ve gönüllerini bu davetsiz aç sömürgenlere cömertçe açmışlardı. Fakat fetihçi amaçları olan Cortes, Aztek uygarlığını acımasızca kana bulamış; yerle bir etmişti.
Cortes, Yucatan yarım adası
sahillerinde Maya kabileleriyle karşılaştı. Çıkan mevzi çatışmalarda
İspanyollar galip gelince yenik kabile şefleri teslimiyetlerinin göstergesi
olarak onlara yiyecek, giysi, takılar ve bir grup genç kadın sundular.
Bunlardan biri, İspanyolların "Marina", ya da "Malinche" dediği
Malintzin'di. Hem Orta Meksika'nın arkaik Nahuatl dilini hem de kıyıda
konuşulan Maya dilini biliyordu. Yıllar önce Yucatan yarım adası
açıklarındaki bir gemi kazasında sonra Maya dilini öğrenmiş olan Gerenimo
Aguilar adlı İspanyol ile birlikte Malintzin
çevirmenlik yapınca Cortes'in güvenini kazandı ve ilerde ona Don Martin adında bir çocuk
doğuracak kadar yakını oldu. Don Martin Meksika tarihinin ilk Mestizo (hem yerli hem İspanyol kanı taşıyan melez kimse)' su olacaktı.
La Malinche, Rosario Marquardt, 1992 |
Hernan Cortez, Meksika’nın Veracruz sahillerine ayak bastığında 100 denizcisi, 500 askeri, 16 atı,10 tunç topu, ve sınırlı sayıda tüfek ve tabancası varmış. Azteklerin düşmanı 3000 Tlaxcalalı yerliyi ve Cortes’e hediye edilen ve daha sonra metresi ve çevirmeni olacak yerli kadın Malintzin (Donna Marina, La Malinche)’i saymazsak, bunlar, koca Aztek İmparatorluğunun yıkılmasına yetmiş!
Peki; “Donna Marina’yı ya da La Malinche’yi saymazsak..” diye bir cümle kurmak ne kadar doğru olur? Bu sorunun cevabı La Malinche’nin tarihsel kimliğinde yatar
Şu kadere bakın! La Malinche, Meksika körfezi sahillerinde Aztek topraklarında, soylu bir ailenin kızı olarak 1496 yılında dünya gelmişti. Anası ona Malinalli adını koymuştu. Ama, Malinalli’nin babası ölünce anası ikinci kez evlenmiş ve yeni kocasından bir oğlu olmuştu. İşte bu oğlan çocuğundan sonra annesi, nedense, kendi öz kızı Malialli’yi Maya beylerine köle olarak vermişti. Ama bu asil köle kız Cortes’in Yeni İspanya” ya ayak basmasıyla Azteklerin kaderinin değiştirilmesinde önemli bir rol oynayacak; ve Mezoamerika’da tarihin akışını değiştirecekti.
İspanyolların ona taktığı isimle söyleyecek olursak Donna Marina’nın ya da La
Malinche’nin , güzelliğ, cazibesi, zekası, yerli halklarla İspanyollar arasında elçilik yeteneği ve Cortes’e unutulmaz yardımları olmamış olsaydı, Cortez
, Aztek topraklarına ayak bastığında dilini, dinini, adetlerini, savaşkanlıklarını,
yaşam biçimlerini, dünyaya bakışlarını bilmediği koca Aztek İmparatorluğunun nasıl
hakkından gelebilir; Tenochtitlan’ı yerle
bir edebilirdi?
Eğer La Malinche, büyük denizleri aşarak bambaşka diyarlardan ‘İspanyol Tacı’
nın ve ‘Papalık Haçı’ nın zaferi için gelen bu sömürgeci-fetihçi-istilacı
İspanyollara yardım etmemiş olsaydı,(buna elbette imparatorluğa karşı yerli kabile isyanları da dahil edilmelidir), Cortes bu kadar başarılı olmayacaktı. Ve Mezoamerika'nın kaderi başka türlü çizilecekti. Mezoamerika'nın sömürgeleştirilmesi
ve Hristiyanlaştırılması başka bir zamana kalacak ya da hiç olmayacaktı, kimbilir?
Bu gerçeği yazmış olduğu bir mektubunda Cortez şöyle dile getirir: “Yeni İspanya”
nın fethedilmesini önce tanrıya sonra da
Dona Marina’ya borçluyuz..”
La Malinche, Hernan Cortez’e, adeta tanrının bir lütfuydu.
Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır denir, ama her
konkistadorun yanında Dona Marina
gibi bir kadın yoktur. O yüzden La
Malinche Meksikalının tarihinde, kültüründe ve sanatında efsanevi bir
figürdür.
Onu bir hain olarak
suçlamak ne kadar doğru olabilir? Ayrıca üzerinde durulmaya değer bir konu olsa
gerek.
Ama; yerli kadın La Malinche'nin Cortes ile "hizmet" ilişkisi Meksikalın tarihsel kimliğinde ve ruhunda derin izler bırakmış. Octavio Paz'ın Yalnızlık Labirenti kitabında anlattığına göre, kimi zaman Meksikalı en kaba duygularını, en sert tepkilerini, günlük dilde açık seçik olmayan gizli sözcükler ile dile getirirmiş. Kızgınlık, sevinç, coşku.. gibi duyguların zoruyla gerilimlerini boşaltmak istediği zaman Meksikalı: "Viva Mexico, hijos de la Chingada!" (Yaşasın Meksika(lar), Sizi gidi ırzına geçilmiş ananın oğulları!!) diyerek bir şenlik fişeği gibi gökyüzünde gümbürtüyle patlayan sonra karanlıkta sessizce sönümlenen elektrik yüklü bir savaş narası atarmış.
Chingada, mitolojik bir anayı simgelermiş. La Llorana nasıl cefakar Meksika anasını; Guadaloupe Bakiresi de Meksika Katolikliğini simgeliyorsa, Chingada da kahpe feleğin oyun ettiği anadır, feleğin sillesini yemiş; saldırılara uğramış; kaba güce maruz kalmış; iğfal edilmiş ana.. Öyleyse, Hijo de la Chingada (Chingada'nın çocuğu yani)'ki hijo(çocuk), kaba gücün, tecavüz eyleminin, kaçırma ve kandırmanın çocuğudur. Bu Meksikalı için büyük onursuzlukmuş. İspanyollardaki Kendini gönüllü olarak veren kadının çocuğu (hijo de puta) olmaktan farklı olarak, saldırının, iğfal edilmenin ürünü olmak büyük onursuzluk, şerefsizlikmiş Meksikalı için.
İşte; saldırıya uğramış
iğfal edilmiş ana Chingada'nın tarihsel bakımdan karşılığı,
İspanyol fetihçilerinin yerli kadınların bedenlerinde ve tenlerinde giriştiği
saldırıyı da simgelemiş olması bakımından La Malinche'dir. Yani; fetihçi
sömürgen Cortes'in metresi La Malinche(Dona Marina)'dır. Dona Malinche kendi
rızasıyla kendini Cortes'e vermiştir ama, Cortes onu yeterince kullandıktan
sonra aşağılık biçimde yardımcısına vermiştir. Dona Marina(La Malinche),
saldırıya uğrayan iğfal edilen yerli kadındır. Meksika halkı La Malinche
tarafından ortada bırakılmış olmayı unutamamıştır.
O bakımdan La Malinche ile
Chingada özdeştir.
Yiğit direnişçi son imparator Cuauhtemoc ile La
Malinche de birbirlerini bütünlerler. Ve böylece La Malinche' ye savrulan
küfürlerin anlaşılmaz bir yanı kalmaz. Hatta bazen yabancılarla iş birliği
yapan, ülke kaynaklarını sömürenlere dalkavukluk yapan, kuyruk sallayan
yozlaşmış insanları nitelemek için Malinchista diye aşağılayıcı
bir sıfat yaygın biçimde kullanılır olmuş.
Cuauhtemoc, tanrıları, müttefikleri ve geleneksel yöneticileri Teochtitlan'ı kendi yazgısına bırakıp kaçtıkları bir dönemde İktidara gelmişti. Cortes, kendisine direnen genç Aztek imparatorunu tahtından indirerek işkence yapıp öldürür. Ama direnen savaşçı kimliğiyle Cuauhtemoc da, Meksikalı için bir efsane olmuştur artık. Bir gün dirilerek geri dönecektir. Onun mezarı Meksika halkının beşiği olmuştur.
Cuauhtemoc, tanrıları, müttefikleri ve geleneksel yöneticileri Teochtitlan'ı kendi yazgısına bırakıp kaçtıkları bir dönemde İktidara gelmişti. Cortes, kendisine direnen genç Aztek imparatorunu tahtından indirerek işkence yapıp öldürür. Ama direnen savaşçı kimliğiyle Cuauhtemoc da, Meksikalı için bir efsane olmuştur artık. Bir gün dirilerek geri dönecektir. Onun mezarı Meksika halkının beşiği olmuştur.
Bu trajik ve mitolojik sahnelerden uzaklaşıp Ekmeğini
güneşten çıkaran Azteklerin torunları olan modern Meksikalıların resim
sanatından ve estetik zevkinden bahsedelim mi biraz?
Modern Meksika resim sanatı denince, “Duvar Resimciliği”(Muralismo) akla
gelirmiş.. Muralismo, halka dönük bir sanatmış ve bu yüzden mural sanatçıları
geniş mekanlara, uzun duvarlara ihtiyaç duyarlarmış.. Öncü
Muralistler, bu geniş mekanlara ve uzun duvarlara mazlumların
ve sömürülenlerin hikayesini, Meksika tarihini, eleştirel ve devrimci bir sanat
anlayışıyla resmederlermiş.
Güzel Sanatlar Sarayı |
1934’de açılışı yapılan Güzel Sanatlar Sarayında (The Palace of Fine Arts) muralleri bulunan Diego Rivera(1886-1957), Jose Clemente Orozco(1883-1948) ve D.Alfaro Siqueiros(1896-1974), mural’in devrimci öncü sanatçılarıymış. Halka, müzelerde ve sergilerde değil; sokakta, caddelerde, kamu yapılarında, okullarda, üniversitelerde, çalışan insanların bulunduğu her yerde yapıtlarıyla Meksika Devrimi(1910-1920)’ni ve Meksika’nın renkli tarihini anlatmışlar.
Her şeyi bilmek arzusuyla yanan tutuşan ve “yeni dünya”nın yaratılmasına bir an önce katılma isteği ile coşan devrimin bu öncü sanatçıları daha sonra devrimin “üç büyükleri” (Los Tres Grandes) diye anılır olmuşlar
Orozco, zamanla, her tür toplumsal iktidar ve örgüt biçiminin insanın ezilmesine hizmet ettiğini söylese de, Orozco’ya göre devrim, kötülüğü yok eden insanların yüreğini ısıtan Prometeusvari kutsal bir ateş gibiymiş..
Meksika’da sürgünde bulunan Troçki’ye evinde başarısız bir saldırı girişiminde de bulunan Siqueiros’un ise her ikisinden de farklı yönü varmış. “Öncü” sanatın buluşlarını cesaretle kullanırmış; resimleri dinamikmiş; izleyicisine, farklı bakış ve gözlem açısına göre farklı tatlar verirmiş; ve hareket hissi vermek için resmin sınırlarını kıracak tarza boyama yaparmış.. Resim sanatını kesin ve katı komünist ideoloji ile beslermiş.. İnsanların eserleri üzerinde spekülasyon yapmasını değil onları anlamasını istermiş, o yüzden; sanatçıların, resimlerini, konuşur gibi yapmasını istermiş.
Meksiko City Dünya Ticaret Merkezinde bulunan Siqueiros tarafından dizaynı ve düzenlenişi yapılmış olan ongen biçimli kültürel polyforum'un içinde Siqueiros'un İnsanlık Yürüyüşü ( La Marcha de la Humanidad, The March of Humanity) adını vermiş olduğu en büyük murali bulunmaktadır.
Siqueiros’un “İnsanlık Yürüyüşü” adlı duvar freskinin alanı 8,700 metre kareymiş.
Tam adı "The March of Humanity on Earth and Toward the Cosmos: Misery and science" olan İnsanlık Yürüyüşü", sefalet ve bilim eşliğinde, dünyadan evrene uzanan büyük insanlığın yürüyüşünü betimlemekteymiş.. Dört bölümden oluşmakta:
Güney duvarında yer alan birinci bölüm, karmaşa ve şiddetin hakim olduğu insanlığın karan çağlardan aydınlanmacı demokratik burjuva devrimlerine doğru yürüyüşü..
Kuzey duvarında yer alan resimlerde uzaya egemen olma sürecinde yaşanacak olan devrimler betimlenmekte.
Batı ve doğu duvarlarında ise barış içinde yaşayan, kültürel bakımdan uyumlu bir "gelecek toplumu" tasarlanmakta.
İşte, Güzel Sanatlar Sarayı'nda mural(duvar freski)'leri bulunan şu meşhur “üç büyükler”den mural örnekleri sizlere:
"Man Controller Universe", (Evrenin Efendisi: İnsan), Diego Rivera, 1934 |
Bu muralde, sosyal-siyasal-sınıfsal mücadelelerden geçerek bilim-teknik ve endüstriyel gelişim sayesinde "evren güzelliği" ne ulaşmış/ulaşacak olan geleceğin özgür insanı anlatılmakta ve Evrenin gerçek efendisi "yaratıcı-insan." betimlenmekte. Pervane biçimli iki eksenden birinde gezegenler, yıldız ve galaksileriyle makro kosmoz; diğerinde ise mini minnacık canlılarıyla mikro kozmos betimlenmiş. Merkezde, kontrol panelde oturan insanın sağı kapitalist toplumu, solu ise sosyalist toplumu betimlemekte. Merkezdeki insan ile, Sağlı sollu iki devasa mercek ile mikro ve makro kosmozdaki gelişim formlarını kontrol edebilen ve her iki kozmosun da efendisi olan geleceğin özgür insanı resmedilmiş.
Kapitalist toplumun bulunduğu tarafta savaş ve ölüm kusan uçak ve tanklarıyla, sınıfsal-toplumsal sömürü ve sefaletiyle, yozlaşmış, kokuşmuş bir sosyal düzen betimlenmiş. Marx-Engels-Lenin ve Troçki'nin bulunduğu Sosyalist Toplumun olduğu tarafta ise, her renkten insanların el ele kardeşçe yaşadığı; bilimsel teknolojik ilerlemeye uygun insanların yetiştirildiği bolluk toplumu düzeni betimlenmiş. Keza; Kızıl meydanda 1Mayıs yürüyüşü yapan askerler ve işçilerle birlikte el ele Lenin resmedilmiş.. https://www.youtube.com/watch?v=eDTjqEi83uQ
Kapitalist toplum tarafındaki heykel, ölüm kusan haçlı Zeus.. Anlaşılan dünden bu güne değişen pek bir şey olmamış, Mitolojin yerini günümüzde İsa'nın haçı almış; gazap şimşeklerini insanlığın üzerine yağdırmaya devam ediyor.. Sağdaki başı kopuk kasik heykel ise insanın can damarı olan sanatın düşmanı Nazizm'in marifeti. Ve başı firengi(sifilis) mikrobu ile kirlenmiş kişi ise John D. Rockefeller Jr.
Bu duvar resminin şöyle bir ilginç öyküsü de var: Tekelci Sermayenin
tepesindeki adam John D. Rockefeller. Jr (1908-1979) Newyork’taki plazasının giriş katındaki salon duvarı
için, yirminci yüzyılda insanlığı
nasıl bir sosyal-politik- bilimsel-endüstriyel
gelişimin beklediğini; ve bu gelişim sonucunda ortaya çıkacak olan "yeni-insan"ı anlatan ve ayni zamanda insanlığı yeni ve daha iyi bir
geleceğe taşıyacak olan bakışı ve umudu da yansıtacak bir duvar freski
yaptırmak istemiş. Siparişi önce, Henry Matisse veya Pablo Picasso’ya vermek
istemiş. Ancak; onlar müsait olmayınca,
bu kez, annesinin hayranlık duyduğu Diego
Rivera’ya ısmarlamak durumda kalmış; ve
Rivera ile tema konusunda
anlaşmışlar.
Fakat; “Man At The Crossroads” “Kavşaktaki İnsanlık” adlı bu duvar freski daha yapım aşamasındayken, Rockefeller, provakatif bir mayıs işçi yürüyüşü sahnesini ve Lenin’i işçi-köylü-askerle el ele gösteren sahneyi görünce komünizm düşmanı bir tekelci kapitalist olarak asabı bozulmuş; ve derhal söz konusu komünizm propagandası unsurlarının duvar resminden çıkarılmasını istemiş. Fakat Rivera bu talebi ret edince, Rockefeller, uzlaşma yollarını kapatarak anlaşmayı bozmuş; ve duvar freskinin(mural) tamamlanmadan imha edilmesini istemiş.. Bunun üzerine; Diego Rivera, mural(duvar freski) imha edilmeden önce siyah-beyaz fotoğrafını aldırmış ve 1934 yılında, Meksiko City’deki Güzel Sanatlar Sarayının açılışı için ayni murali, bu kez, üzerinde bazı değişikler yaparak "Man, controller of Universe" “Evrenin Efendisi: İnsan” adıyla yeniden yaratmış.
Templo Mayor yakınlarındaki
bir kafede, sömürgeci -fetihçi Cortes’e karşı "ya istiklal ya ölüm” diyerek savaşan Azteklerin
son imparatoru Cuauhtemoc’un şerefine biralarımızı içerken bir
Meksika halk şarkısı dinleyebiliriz. Conjunto Jarden grubu söylüyor:
"La Bruja" https://www.youtube.com/watch?v=Yqkt54B-JIc
Metropolitana Catedral'in hemen yakınında bulunan Aztek'lerin "Büyük Tapınağı" 'Templo Mayor' a dair bir şeyler söylemeden birinci bölümü kapatmamız uygun olmaz.
Aztekler, başkentleri Tenochtitlan'ın tam ortasına siyasi, ekonomik, dini, idari, ticari hayatın nabzının attığı surlarla kaplı kutsal bir alan inşa etmişler. Bu kutsal alanın ana tapınağı da Templo Mayor' miş. (Azteklerin konuştuğu Nauhatl dilinde söylenişi Hueyi Teocalli). Bu geniş tapınağın en tepesinde, birisi savaş tanrısı Huitzilpochtli diğeri de yağmur ve bereket tanrısı Tlaloc'a ait olmak üzere iki adet Piramit varmış. https://www.youtube.com/watch?v=86zSgZWVkVk
Sömürgeci ve talancı konkistador Hernan Cortes, 1519'da Aztek topraklarına ayak basmasından iki yıl gibi kısa bir süre sonra Azteklerin başkentini fethedince ilk iş olarak Tenochtitlan'ı yıkmış; ve kentin yıkıntıları üzerine de ilerde Mexico City olacak olan kendi kentini kurmuş.
1978 yılında elektrik işçileri Templo Mayor arkeolojik sit alanı sınırları içinde bir çalışma yaparlarken Aztek mitolojisinde Ay tanrıçası Coyolxauhqui (Koyolşahki)'in monolitine rastlıyorlar. Hemen ana piramidin merdivenlerinin girişinde bulunan Coyolxauhqui yekpare taş diskinin bulunması üzerine arkeolojik sit alanının tamamında sistematik kazı çalışmaları başlatılıyor. Ve böylece Tenochtitlan ve Mezoamerikan kültürünü temsil eden çok sayıda buluntu gün ışığına kavuşturuluyor.
https://www.youtube.com/watch?v=OhdyovjHk8g
Şimdi Templo Mayor Müzesinde sergilenmekte olan Olmek, Teotihuacan ve Mezcale kültürünü kadar uzanan bu buluntular da gösteriyor ki İspanyol sömürgesi öncesi Meksika'sında ve Mezoamerika'da İspanyolları da şaşırtan kendine özgü bir uygarlık varmış.
Templo Mayor arkeolojik sit alanında yapılan kazı çalışmaları sonucunda çıkartılan ve müzede sergilenen eserlerden bazıları:
Fakat; “Man At The Crossroads” “Kavşaktaki İnsanlık” adlı bu duvar freski daha yapım aşamasındayken, Rockefeller, provakatif bir mayıs işçi yürüyüşü sahnesini ve Lenin’i işçi-köylü-askerle el ele gösteren sahneyi görünce komünizm düşmanı bir tekelci kapitalist olarak asabı bozulmuş; ve derhal söz konusu komünizm propagandası unsurlarının duvar resminden çıkarılmasını istemiş. Fakat Rivera bu talebi ret edince, Rockefeller, uzlaşma yollarını kapatarak anlaşmayı bozmuş; ve duvar freskinin(mural) tamamlanmadan imha edilmesini istemiş.. Bunun üzerine; Diego Rivera, mural(duvar freski) imha edilmeden önce siyah-beyaz fotoğrafını aldırmış ve 1934 yılında, Meksiko City’deki Güzel Sanatlar Sarayının açılışı için ayni murali, bu kez, üzerinde bazı değişikler yaparak "Man, controller of Universe" “Evrenin Efendisi: İnsan” adıyla yeniden yaratmış.
Catharsis, Jose Clemente Orozco, 1934 |
Orozco’nun Katarsis adlı Mural’i… Çürümüş-yozlaşmış vahşi-kapitalist toplum kesitinden bir ayrıntı.. Üsteki yangın ve alevler yeni toplumu ve yeni bireyi yaratmak ve bu
ahlaksız toplumsal düzenden arınmak(katharsis) için kokuşmuş eski toplum düzenin
imha edilmesi gerektiğini simgeler.
Siqueiros'un "Cuauhtemoc'un azabı ve ilahlaşması..1950-1951.. “ adlı bu
murali ise, haçlı- sömürgeci-fetihçi
İspanyolların baskı ve dehşet dönemini anlatıyor.. Mural’de İspanyol
tacının ve Katolik Papalığın askerleri,
altınların ve hazinenin yerini öğrenmek için son Aztek imparatoru Cuauhtemoc’a işkence yapıyor. Yandaki kanlar içindeki dişi figür ise
Meksika anavatanını temsil ediyor.
Sömürgci-fetihçi Cortes’i, efsaneye göre, vaktiyle yılandan yapılma bir
sal ile Meksika körfezi sularından ülkeyi terk eden tanrılaşmış kral
Quatzalcoatl’ın “Sakallı” hali olarak geri dönüşü sanan; bu yüzden Sakallı
Tanrı Quatzalcoatl’a, yani Cortes’e boyun
eğerek haçlı sömürgecileri başkent Teochtitlan’a kendi elleriyle davet eden; ve böylece Aztek
uygarlığının yıkılmasına yol açan imparator Motecuhzoma ll’ye nazaran
son imparator Cuauthemoc’un, bu mural’de de anlatıldığı gibi, sömürgeci-fetihçilere
karşı kahramanca direnmesi, onu
anti-sömürgecilik mücadelesinde ilahlaştırmış; ve Meksika’nın milli kimliğinin oluşmasında tarihsel bir figür yapmış.
"Üç
Büyükler"in duvar freski (Mural) ziyafetimiz burada sona ermişti ama Eğitim Bakanlığı binası duvarlarına saklanmış
olan Rivera’nın halka açık duvar resimleri(mural)’ni görmeden gitmek yok. Rivera, çok üretken ve çalışkan bir sanatçıymış, bir çok farklı mekanda ardından
yüzlerce mural bırakmış.. Eğitim Bakanlığı'nın avlulu üç katlı bina duvarlarındaki onlarca
muralde, “ölüler günü”, emekçilere övgü, madenciler, şeker kamışı emekçileri,Tarım Devrimi ve Kapitalizmin
kötülükleri.. gibi çeşitli temalar vardı.
Metropolitana Catedral'in hemen yakınında bulunan Aztek'lerin "Büyük Tapınağı" 'Templo Mayor' a dair bir şeyler söylemeden birinci bölümü kapatmamız uygun olmaz.
Aztekler, başkentleri Tenochtitlan'ın tam ortasına siyasi, ekonomik, dini, idari, ticari hayatın nabzının attığı surlarla kaplı kutsal bir alan inşa etmişler. Bu kutsal alanın ana tapınağı da Templo Mayor' miş. (Azteklerin konuştuğu Nauhatl dilinde söylenişi Hueyi Teocalli). Bu geniş tapınağın en tepesinde, birisi savaş tanrısı Huitzilpochtli diğeri de yağmur ve bereket tanrısı Tlaloc'a ait olmak üzere iki adet Piramit varmış. https://www.youtube.com/watch?v=86zSgZWVkVk
Tenochtitlan kutsal alan yapıları ve Templo Mayor
|
Sömürgeci ve talancı konkistador Hernan Cortes, 1519'da Aztek topraklarına ayak basmasından iki yıl gibi kısa bir süre sonra Azteklerin başkentini fethedince ilk iş olarak Tenochtitlan'ı yıkmış; ve kentin yıkıntıları üzerine de ilerde Mexico City olacak olan kendi kentini kurmuş.
1978 yılında elektrik işçileri Templo Mayor arkeolojik sit alanı sınırları içinde bir çalışma yaparlarken Aztek mitolojisinde Ay tanrıçası Coyolxauhqui (Koyolşahki)'in monolitine rastlıyorlar. Hemen ana piramidin merdivenlerinin girişinde bulunan Coyolxauhqui yekpare taş diskinin bulunması üzerine arkeolojik sit alanının tamamında sistematik kazı çalışmaları başlatılıyor. Ve böylece Tenochtitlan ve Mezoamerikan kültürünü temsil eden çok sayıda buluntu gün ışığına kavuşturuluyor.
https://www.youtube.com/watch?v=OhdyovjHk8g
Tanrıça Coyolxauhqui ya da "Zilli Yanak" Monoliti |
Şimdi Templo Mayor Müzesinde sergilenmekte olan Olmek, Teotihuacan ve Mezcale kültürünü kadar uzanan bu buluntular da gösteriyor ki İspanyol sömürgesi öncesi Meksika'sında ve Mezoamerika'da İspanyolları da şaşırtan kendine özgü bir uygarlık varmış.
Templo Mayor arkeolojik sit alanında yapılan kazı çalışmaları sonucunda çıkartılan ve müzede sergilenen eserlerden bazıları:
Aztek pantheon'unda ölüler diyarı Mictlan'ın efendisi ve ölüm tanrısı Mictlantecuhtli |
Aztec figurine |
Mascara Antropomorfa, Mezcala Cultur |
Mask Antropomorfa , Mezcala Cultur 1469-1481 |
Mascara Antropomorfa, Cultura Teotihuacana, 1469-1481 |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder