"Sevgili Theo,
Sana açmak istediğim bir sıkıntım var, ama belki biliyorsun,
anlatacağım belki yeni değildir senin için. Sana söyleyeceğim şu: Bu yaz K’yı
(Vincent’in dul ve bir çocuklu amcasının kızı) sevmeye başladım ama o bana
geçmişiyle geleceğini birbirinden ayıramadığını ve benim duygularıma hiçbir
zaman cevap veremeyeceğini söyledi.
İki şık karşısında seçmek zorunda kaldım: Bu “hayır, hiçbir
zaman” sözüne boyun eğeyim mi, yoksa işi bitmemiş sayıp umut beslemekten vazgeçmeyeyim
mi?
Bu son şıkkı seçtim
Bu arada da var gücümle çalışmaya devam ediyorum, ona
rastladığım günden beri çok daha kolay çalışıyorum üstelik.
Onun yanında bir yıl geçirmek onun için de benim için
de hayırlı olurdu ama aileler bu konuda
alabildiğine dik kafalı.
Ama anlarsın ki ona yaklaşmak için elden geleni yapacağım;
beni sevinceye kadar onu sevmeye kararlıyım.
Sen de zaman zaman âşık oluyor musun, Theo? Olmanı isterdim,
çünkü inan bana, küçük dertlerin de bir değeri var. İnsan kimi aman üzgündür,
öyle anlar olur ki cehennemde sanırsın kendini ama başka, daha güzel şeyler de
vardır.
Üç aşaması var bu işin:
1-Sevmemek ve sevilmemek
2-Sevmek ve sevilmemek (benim durumum)
3-Sevmek ve sevilmek
Bence ikinci aşama birinciden güzeldir, üçüncüye gelince,
onun üstüne yoktur!
Haydi, old boy, sen de âşık ol ve aşkını bana anlat,
benim durumumu da hoş gör ve anla.
Rappard buraya geldi: epey ilerleme gösteren sulu boyalar
getirdi. Mauve da yakında gelir umarım, gelmezse ben giderim ona.
Çok desen çiziyorum, daha iyi gidiyor sanırım, fırçayla daha
çok çalışıyorum eskisine kıyasla. Havalar öyle soğuk ki yalnız ev resimleri
yapabiliyorum: bir terzi, bir sepetçi vb.
Aşık olur da “hayır, hiçbir zaman” sözüyle karşılaşırsan
sakın vaz geçme! Ama sen öyle şanslı bir adamsın ki, senin başına gelmez hiçbir
zaman. ETTEN, 3 Eylül 1881
Old boy, bu mektup yalnız sanadır, onu yalnız kendine
sakla, olur mu?
Önce sana soracağım: “Hayır, hiçbir zaman” tekerlemelerin
soğutmayacağı kadar derin ve ateşli bir aşkın var olabilmesine birazcık olsun
şaşar mısın? Ben sanıyorum ki, şaşmak şöyle dursun, bunu tabii karşılarsın,
“akıllıca” bir iş dersin buna.
Aşk gerçekten de olumlu bir şeydir, güçlü bir şey, öylesine
var olan bir şey ki, seven insan nasıl canına kıymaz ise, bu duygusunu atamaz
içinden. Ama diyeceksin ki. “Canlarına kıyan insanlar da vardır.” Ben de derim
ki: “Bu çeşit eğilimleri olan bir adam değilim sanıyorum.”
Hayatı gerçekten sever oldum ve aşık olduğuma çok
seviniyorum. Hayatla aşk birdir benim gözümde. Ama diyeceksin, “hiçbir zaman,
hayır, hiç bir zaman” cevabıyla karşılaşıyorsun. Ben de sana derim ki: Old
boy, şimdilik bu “hiçbir zaman, hayır, hiçbir zaman” sözünü kalbimin
üstünde sıktığım bir buz parçası sayıyorum.
Bakalım kim üstün gelecek, bu buz parçasının soğukluğu mu,
yoksa benim canlı sıcaklığım mı? Bu nazik meselde söz söylemek istemiyorum
şimdilik, başkalarına da “yola gelmez, “deli olmalı” gibi laflardan başka
söyleyecek bir şeyleri yoksa, konuşmamalarını dilerdim. Hoş, Grönland ya da
Yeni Zemlya’dan gelme, şu kadar metre yüksekliğinde, kalınlığında ve
derinliğinde bir buzdağıyla karşılaşıp da bu koca yığını eriteceğim diye
yüreğime bassaydım, duruma kötü denirdi elbet.
Ama mademki şimdilik geminin baş bodoslaması bu çapta bir
buz yığınına çarpmadı, mademki boyuna “hiçbir zaman, hayır, hiçbir zaman”
dediği halde, boyu, eni ve genişliği birkaç metre olmaktan çok uzaktır ve iyi ölçmüşsem,
pekala kucaklanabilecek durumdadır, davranışımın neden “çılgınca” olduğunu daha
anlamış değilim.
Demek ki ben kendi hesabıma “hiçbir zaman, hayır, hiçbir
zaman” adlı buz parçasını bağrıma basmaktan başka çare bulamıyorum ve onu bu
yoldan eritip yok etmeye çalışıyorsam kim ne diye bilir bu çabama?
Bilmem hangi fizik kitabında buzun erimez olduğunu okudular?
Bu kadar çok sayıda insanın işi fazla ciddiye aldıklarını görünce
üzülesim geliyor ama kendimi üzüntüye kaptırıp yüreğimin gücünü de yitirmek
istemiyorum. Tam tersine.
Canı isteyen üzülsün, ben bıktım üzüntüden. Çayırkuşu bahar
günü ne kadar neşeliyse, o kadar neşeli olmak istiyorum. “Gene sevmek” şarkısından
başka şarkı söylemek gelmiyor içimden. Sen bu “hiçbir zaman, hayır, hiçbir zaman”
sözü üstünde durur muydun, Theo? Hayır, senden tam tersini umarım. Ama öyle
adamlar var ki, onlar, “bilmeden” ve herhalde iyi niyetle, bağrıma bastığım buz
parçasını söküp atmaya uğraşıyor ve ne yaptıklarının farkına varmadan, yanan
aşkımın üstüne soğuk su atıyorlar.
Ama eminim ki kovalar dolusu su bile soğutmaz benim aşkımı;
şimdilik öyle, old boy.
Ya bazı insanların şu imalarına ne dersin: hazırlanmam
lazımmış, yakında benden daha iyi, daha zengin bir adamla nişanlandığını
duyacakmışım, çok güzelleştiğinden birçok kısmetler çıkacakmış üstelik de
“kardeşliği” aştığım zaman (sınırı nerde bunun?) bana karşı fazla bir duygu
beslemiyormuş, ben de “bu arada” benim için daha hayırlı olabilecek bir fırsatı
kaçırırsam yazık olurmuş!..
“Yalnız o, başkası olamaz” demesini bilmeyen adam aşkın ne
olduğunu bilir mi? -Bana bütün bunları söylediklerinde yüreğim, gönlüm, zekâm,
bütün benliğimle “yalnız o, başkası olamaz.” diye duydum içimde. Yalnız o,
başkası olamaz dediğim zaman size “Bu sizinkisi zaaf, tutku, çılgınlık,
dünyadan habersiz,” diyenler, üstelik da sakınmanızı, işleri tatlıya
bağlamanızı salık verenler olur. Benden uzak olsun bu çeşit düşünceler!
Zaafım gücüm olsun, başkasına değil, ona bağımlı kalmak
istiyorum, elimden gelse de bağımsız olmak istemem ondan.
Bir başkasını sevdi ya, kopamıyor o geçmişten ve yeni bir
aşk düşüncesi ürkütüyor belki onu. Ama bir söz var, belki bilirsin: “İnsan sevmeli,
sonra sevgisinden kopmalı ve yeni baştan sevmeli!”
“Sen de yeni baştan sev, sevdiğim, sevdiceğim sevgilim!”
Hep geçmişi düşündüğü, kendini büsbütün geçmişe verdiği
besbelli. Ben de ne yapayım, duygularına saygım var, derin yası bana dokunuyor,
sarsıyor beni ama onun belalı yanı da kaçmıyor gözümden.
Yüreğim yumuşayabilir ama kendim çelik gibi sağlam ve
kararlı olmalıyım. Onda yeni bir şey uyandırmaya çalışmalıyım, eski sevgisi
ortadan silinmese de, onun kadar yaşamayı hak eden yeni bir duygu yaratmalıyım.
İşte bu yüzdendir ki atıldım bu işe, başında hantal ve beceriksizdim
ama sonra kararlıolarak: K. Sizi kendimi sevdiğim kadar seviyorum dedim. İşte o
zaman da bana : Hiçbir zaman, hayır , hiçbir zaman, karşılığını verdi.
“Hayır, hiçbir zaman!” Ne denir buna? Ben “gene sevmelisin”
dedim. Bakalım sonunda kim üstün gelecek. Tanrı bilir, ben sunu biliyorum ki
“that l had better stick to my faith.”
Bu yaz o “hiçbir zaman, hayır, hiçbir zaman” sözünü duyunca,
Allah’ım ne feciydi, sonsuzluğa dek cehennem cezasına çarpıldığımı sandım
başlangıçta ve o anda sanki gerçekten yere fırlatılmış gibi oldum.
Ruhuma çöken o anlatılmaz sıkıntı arasında birdenbire karanlıkta
doğan bir ışık gibi bir fikir parladı: vazgeçebilen vazgeçsin ama inanabilirsen
inanmaya bak. O zaman vazgeçmiş bir insan olarak değil, inanan bir insan olarak
doğruldum ve “yalnız o, başkası olamaz” düşüncesinde karar kıldım.
Ama diyeceksin ki, kandırabilirsen neyle yaşayacaksın? Yahut
da elde edemeyeceksin onu- ama hayır, sen böyle bir şey söylemezsin. Seven
yaşar, yaşayan çalışır, çalışan ekmeğini çıkarır.
Bunun içindir ki rahat ve güvenliyim işte: bu durum
çalışmamı etkiliyor, çalışmam da gitgide sarıyor beni, başaracağımı anlıyorum
da ondan. Olağanüstü bir şey yaratacağımdan değil, terine olağan bir şey
yaratacağımı sezinliyorum, yani bir varlığı olan, faydalı olabilecek, sağlam,
“tutarlı” bir eser. Var gücümüzle gerçeğe ermenin en kestirme yolu gerçek bir
sevgidir bence. Gerçeğin içinde yaşayan yanlış bir yolda olabilir mi? Sanmam.
Ama neye benzetsem aşık olma durumunun yarattığın o kendine
özgü duyguyu ve bilinci? İnsan hayatta gerçekten âşık oldu mu yeni bir kıta
keşfetmiş gibi oluyor.
İşte bunun içindir ki senin de aşık olmanı diliyorum ama
bunun için bir “aşk” bulmak gerek; bu aşkı bulmaya gelince, derim ki başka
işlerde olduğu gibi aşkta da arayan bulur ve bulduğumuz gün kendimizi becerikli
değil, mutlu saymalıyız.
ETTEN, 7 Eylül 1881
Ama aşk çok güçlü olduğu içindir ki, biz gençken (yani 17,
18, 20 yaşlarında) dümenimizi iyi kullanabilecek kadar güçlü olamayız çoğu
zaman.
Bak bence tutkular gemimizin yelkenleridir.
20 yaşında olan biri duygusuna büsbütün kaptırır kendini,
yelkenlerini fazla şişirir, gemisi su alır ve batar ya da çıkar.
Oysa direğine ihtiras yelkenini hisa edip de hayat denizinde
kazasız belasız, batıp çıkmadan ilerleyen adam gider gider de bakar ki sonunda olmayacak
durumla karşılaşır, o zaman da yelkenim bana yetmedi demek zorunda kalır, daha
bir metre kare yelken edinmek için varımı yoğumu verirdim, der. Ama bulamaz aradığını
ve umutsuzluk içindedir.
İşte o zaman başka bir güçten de faydalanabileceği aklına
gelir; o güne dek hor gördüğü, sintinede saklı kalan başka bir yelkeni
kullanmak aklına gelir. O yelken kurtarır onu.
“Aşk” yelkeni onu kurtaracaktır ama onu açmazsa,
varamayacaktır ereğe.
ETTEN, 12 KASIM 1881"
* Theo'ya Mektuplar, Vincent Van Gogh, Remzi Kitabevi, 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder