6 Aralık 2011 Salı

Pratik : Bilginin Kaynağı

Biz bilmek zorundayız. Bizim acilen bilgiye ihtiyacımız var. Çünkü; dünyayı değiştirmek ve devrim yapmak istiyoruz. Peki; ihtiyacımız olan bu bilgiyi biz nasıl ve nereden edineceğiz, edinebiliriz ? Üniversitelerimize veya parlamentomuza dilekçe ile baş vurup biz devrim yapmak istiyoruz bize gerekli olan bilgiyi verin mi diyeceğiz !? Yoksa; bilgilerimizin, rüya aleminden veya falcılardan gelmesini mi bekleyeceğiz ?

Bilgilerimizin bir tane kaynağı vardır; o da nesnel-gerçeklik'dir. Ama, bilgimiz, nesnel gerçeklikten kendi kendine gelmez; bilgi, duyu organlarına ve akla sahip olan insanoğlunun kendi eseridir. İnsanın toplumsal tarihsel pratiğinin türevidir bilgi.

Beş duyumuz var değil mi ? Bunlar sayesinde çevremizi, dünyayı, dünyamızı algılarız. Ama; algılamak bilgi edinmek için yeterli değildir. Algılarımız bizi yanıltabilir. Örneğin, suya batırılmış bir sopa kırık olmadığı halde görme duyumuz bize onu kırıkmış gibi algılatabilir. Ama sopa ile bir pratiğe girdiğimizde, kırık sopa algımızı dokunma duyumuz ile test ettiğimizde veya kırık sopayı suyun dışına çıkarıp baktığımızda algımızın bizi yanıltmış olduğunu; sopanın da kırık olmadığını anlamış oluruz. Algılamak, bilgi edinmenin ham bilgi edinme aşamasıdır. bir de, bu ham bilgi algılarının, algı verilerinin, işlenmesi, düzenlenmesi, sistemleştirilmesi gerekir. işte bunu da akıl yapar.

Diyelim ki biz; ham bilgiyi zihnimizde aklımızla işledik; olgunlaştırdık; acaba edinmiş olduğumuz bu bilgi doğru mu, gerçeğe uygun mu ? Bunu nereden ve nasıl anlayacağız ? Yüzme hakkında bilgimiz var ama gerçekte(n) yüzmeyi biliyor muyum ?

Mesela; ben tahinli turp salası yapmasını annemden görmüştüm. Acaba ben, bu görme algıma dayanarak tahinli turp salatası yapmasını biliyor muyum ? "bilmek yapmaktır" değil mi ? Adama, biliyorsan yap da görelim derler. Bilen, bilmek isteyen adam dünyayı, gerçeği değiştirme pratiğine bizzat katılmalıdır. Hani derler ya "ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz" diye, ben de, lafıma bakılmasın diye, iş yaptım : Gittim, turpu ve tayini ve diğerlerini bakkaldan satın aldım. (evimizin karşısındaki alışveriş merkezine gidecek değildim ya ? AVM'ler tüm bakkalların canını okudu; küçük esnafı bitirdi zaten. AVM'lerde insanlar, alışverişle ve alışverişte zehirlenip; kölelik zincirlerini parlatıp duruyorlar; sevimsiz şeyler !)

Sonra; turpun dünyasını ve gerçeğini değiştirmek üzere turpu bir güzel rendeledim -rende yaparken de rendenin en ince yerini değil de biraz kalın yerini kullanırım.- sonracığıma, dünyayı ve gerçeği değiştirme pratiğime devam ederek rendelenmiş turpa, limon suyunu, tahini, ezilmiş birkaç baş sarımsağı, tuzu oranlarınca katarım. (her kes kendi pratiği ve tecrübesiyle bulsun diye, kendi oranlarımı burada vermek istemiyorum şimdilik.). Sonra; hepsini, karıştırır üzerine biraz sızma zeytinyağı ve sumak döktükten sonra üstüne kıyılmış maydanozla servis ederim. Tabi bu tarif, sadece,  parası olanlar için. Harcayacak parası olmayanlar nasıl tahinli turp salatası yapsın?

Dikkat ederseniz burada bir faaliyet ve üretim süreci var. Turp salatası yapma faaliyeti. Ama ben bu faaliyeti yaparken kullandığım malzemelerin kalitesi ve o günkü öznel(kafamın tası atmış olabilir, bedensel olarak çok yorgun olabilirim,v.s.) durumumla sınırlıyım. Şayet turp salatam istediğim gibi olmamışsa ya da yiyen beğenmemişse nerede yanlış ve eksik yaptım diye turp salatası yapma sürecini ve faaliyetimi analiz eder; yeniden değerlendirim. Buradan çıkardığım sonuçları turp saltası yapma bilgime ilave eder ve yeniden turp salatası yaparım. Ve bu deneyip yapma işi ta ki istediğim sonucu elde edinceye ve başarılı oluncaya kadar devam eder.. Tahinli turp salatası yapmayı bilme süreci böyle bir şeydir işte...

Tahinli turp salatası örneğinde olduğu gibi, biz her hangi bir şey hakkındaki bilgimizi, nesnel gerçeği değiştirme pratiğine bizzat katılarak; yani amaçlı faaliyet ve tecrübelerimizden; ve kendimizi sınamamızdan dersler çıkararak ediniriz. Ve böylece biz artık, acaba, bu bilgi gerçeğe uygun mu, doğru mu diye bir tereddütte ve kuşkuya düşmez; "evet, bu bilgi doğru, gerçeğe uygundur" deriz.

Demek ki; biz, bu sayede, aslında her şeyi bilebiliriz. Yeter ki bilmemizi sağlayacak araç ve gereçlerle donanmış olalım; ve doğru toplumsal ve bilimsel pratiklere girelim. Evrende ve toplumda doğası gereği bilinemeyen; ve mutlak olarak bilinemez olan hiç bir şey yoktur. Çünkü; nesne olmak, ayni zamanda, bilen özne'nin konusu olmak; ve  bilinebilir olmaktır zaten. Herhangi bir nesnenin varlığı veya bir bütün olarak evrenin kendisi, bizatihi, bilen özne için, bilinebilir bir şeydir.  Bir şeyin (henüz)bilinmiyor oluşu onun bilinemez olduğunun kanıtı olamaz. Sınırsız nesnel gerçeklik karşısında her zaman sınırlı kalan aklımız bakımından, bilinmeyen ve bilinmeden kalacak olacak sayısız gerçekler olabilir, olacaktır da. Ama bu, asla, söz konusu gerçeklerin doğası gereği mutlak olarak, kendinde ve kendiliğinden, bilenemez olduğu anlamına gelmez.

Peki ama; biz şimdi, tahinli turp* salatası değil de; devrim yapmak istiyorsak hangi bilgiye ihtiyacımız olacak ? Şimdi, bakkaldan alacağımız bir demet turp ve bir kavanoz tahin, limon, sarımsak..v.s yok. Çünkü bizim devrim yapma malzememiz toplumda. Toplumun kendisi yani.. Laboratuvarımız koca bir toplum. Devrim yapmak için devrimi gerçekleştireceğimiz toplumu bilmek; iyi tanımak zorundayız.

Devrim yapılacak hangi toplumu ele alırsak alalım, her toplumun, yeterince analiz edildiğinde, nihayetinde, varlıkları, üretim sürecindeki rollerine ve konumlarına göre belirlenmiş olan bir takım toplumsal sınıflardan meydana gelmiş olduklarını görürüz. O halde ilkin, bu toplumsal sınıfların varlığını (ilişki ve çelişkilerini) ve birbirleriyle mücadelesini esas alan bir pratiğe girmek zorundayız. Ancak bu sayede devrimci düşünce, fikir ve teorimizi sınama ve düzeltme imkanı bulabiliriz. Devrim yapacağımız toplumun bilgisine, teori için teori (spekülasyon) yaparak, ya da kafamızdaki fikirlere, devrimci süreç ve dinamikleri uydurarak ulaşamayız. Devrim yapmak istiyorsak sınıf mücadelesi pratiğine girmek zorundayız.

Çünkü; bilgimizin kaynağı ve ölçütü pratik'tir. ve zihinsel olan, pratik faaliyetimizin bir türevidir

Bir de şu hususu hatırlatmam gerekiyor. Mesela ben, hayatımda hiç Küba'ya gitmedim ama daha önce Küba'ya gitmiş olanların bilgi ve tecrübelerinden yararlanarak Küba hakkında bilgi sahibi olurum. Yani, bilgimizin kaynağı pratiktir derken benimkiler de dahil olmak üzere tüm insanların ihtiyaç ve amaçlı faaliyetlerinden doğan bilgi ve tecrübeler kastedilmektedir. Yani; bir bütün olarak, toplumsal ve bireysel hayatının yeniden üretilmesi faaliyeti ve sürecinden doğan bilgi ve deneyimler.

Bilgi sürecini ve teorisini tahlil ettiğimizde algılarımızın beş duyu organı sayesinde oluştuğunu belirtmiştik. Her bir duyu organı, kendi başına sadece algılama yapmakta ama, algılanmış bu ham bilgiyi sistematize edip olgun bir bilgi haline getirememekte. O yüzden, algılarımızı düzenleyici bir akıla ihtiyacımız var. Beynimizin yaşama sürecinin bir ürünü, sonucu olan soyutlama yeteneği ve pratiğimiz sayesinde tüm ham algılama formları işlenerek düzenlenir ve birer olgun form haline gelir. Kaba kulağımız olgun bir kulak haline, ilkel ellerimiz çağdaş bir el haline gelir. Ve bu olgun formlar ile eylemde ve davranışta bulunuruz. Dahası, şimdi ve gelecek hakkında tasarımda ve tahminde bulunuruz. Nasıl ki hava tahmin raporları ile bir geleceği kestirebiliyoruz; ve bilgimize göre bir takım tasarımlarda bulunabiliyoruz, aynen, toplum bilgimiz sayesinde de, biz, tasarım ve tahminlerde bulunup mücadelemize ve eylemlerimize ışık tutabiliriz.. Böylece bilgimizi kuru bir bilgi olmaktan kurtarmış işe yarar bir bilgi haline getirmiş olarak kullanmış oluruz.

Demek ki biz, doğru devrimci fikirlere, ancak; devrimci pratiklere, sınıf mücadelesi pratiklerine girerek sahip olabiliriz ? Devrimci fikir ve bilgilerin sınanma tezgahı daima toplumsal ve sınıfsal pratiklerdir. Unutulmasın ki, bütün bilgilerimiz ve teorimiz hayat(ımız) içindir.  Hayattan istediğimiz sonucu almak içindir. Eğer; hayattan istediğimiz sonuçları alamıyorsak, bilgilerimizin hayatta bir karşılıkları yoksa, bir yerlerde yanlış yapıyoruz; bazı şeyleri eksik biliyoruz demektir. Hala, pratiğin gözüyle ve hayatın gözünden bakamıyoruz; ve pratik için bir teori üretememişiz demektir. Bu durumda da, değiştirmek istediğimiz gerçeği, öylece seyretmiş (contemplation) oluruz.

İnsanlık yaşadıkça var olacak Marx ustamızın dediği gibi : " Nesnel [gegenständliche] hakikatin insan düşüncesine atfedilip atfedilmeyeceği sorunu -bir teori sorunu değil, pratik bir sorundur. İnsan, hakikati, yani düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu dünyaya aitliğini [Disseitigkeit] pratikte kanıtlamalıdır. Pratikten yalıtılmış düşüncenin gerçekliği ya da gerçeksizliği konusundaki tartışma, tamamıyla skolastik bir sorundur."

Skolastiğin esrarengiz labirentlerinde kaybolmak istemeyen herkesi, acilen, "düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu dünyaya aitliğini" pratikte, hayat karşısında, kanıtlamaya çağırıyorum.

*Adana yöremizin bir salatası olup rakıya meze olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder