2 Ocak 2012 Pazartesi

"Sen de öyle misin Süleyman"

“--Sen de öyle misin Süleyman
Bilmiyorum.
Mesala vapurla inerken Boğazdan
Kandilli’ye dönüverince
Karşıda birden bire görmek İstanbulu
Veyahut Kalamış koyunun
yıldızlar ve su sesleriyle dolu
pırıl pırıl gecesi
yahut da Topkapı dışında kırların
göz alabildiğine gündüzü
hatta tıramwayda rastlanan tatlı bir kadın yüzü
hatta Sivas’da hapisanede
tenekede büyüttüğüm sarı sardunya
hasılı herhangi bir güzelliği tabiatın
çıksa karşıma
ben yeni baştan bir kere daha anlarım
değişmaesi lazım geldiğini
bugünkü insan hayatının…”

Nazım'ın bu şiiriyle, yıllar önce, kendisine "insan" mahlasını seçmiş olan bir arkadaşımın kamarasında karşılaşmıştım. Şiir, yatağının baş ucundaki alabandaya asıllı olarak duruyordu. Gerçek anlamda bir "insancılık (hümanizma)" kokan bu Şiire vurulmuştum. Bundan böyle, benim de baş ucu şiirim olmuştu.

Nazım diyordu ki, bu dünyada 'bugünkü insan hayatı' bu haliyle  hüküm sürdükçe, hangi güzelliği karşıma çıkarsa çıksın bu dünyanın, ben böyle EKSİK güzelliği ne yapıyım !? Çünkü "insan" yok bu güzelliğin içinde, kötü ve parçalanmış yaşam koşulları yüzünden insanların çoğunluğu habersiz bu güzelliklerden. Ücrete ve ücretli çalışma yaşamına esir olarak  alıştırılmış insan'ın bu güzellikleri görecek ne gözü kalmış ne de zamanı. Oysa ; tüm yaratıcılığın ve güzelliklerin kaynağı yine İnsan. Nazım, sanki, bir hayıflanma, bir eksiklik duygusuyla toplumsal ödev ve sorumluluklarımızı hatırlatıyordu bize. Şairin, değiştirilmesini gerekli gördüğü  'bugünkü insan hayatı',  aslında, ömrü, yaşamak için, emek gücünü satmakla geçmiş; ve ücretli kölelik sisteminin bir parçası olan insan'ın hayatıydı.

Nazım diyordu ki, insan bu dünyada ücretli köleyken hiç bir şeyin tadı tuzu yoktur, olamaz da! Bütün bu güzellikler, aslında insan için, ama insan da ücretli kölelik sisteminde bir esir bu durumda; özgür değil yani. Şimdi; insan özgür değilken, ben bu güzelliği ne yapayım; nasıl mutlu olayım !?  Mevcud ve verili bu ücrete ve ücretli kölelik sistemi bu dünyadan kaldırılmadığı sürece bu güzellikler anlam eksikliğine uğrar. Aslında onlara güzellik bile diyemeyiz belki. Zira o doğal güzellikde de, bakan insana nazaran, bir sınıfsal içerik vardır. Bu bağlamda hayran olduğum diğer bir ozanımız Enver gökçe'yi anmadan geçemeyeceğim : 

DOST
Ben berceste mısraı buldum
Hey ömrümce söylerim
Gözden, gezden, arpacıktan olsun
Hey ömrümce söylerim!
Bizsiz Ilgaz'ın çam ormanları güzel değildir.
Hayda günlerim hayda
Sırtını düşmana verdikçe
Murat dagları güzel değildir,
Dost dost ille kavga!

Biz olmasak gökyüzü, biz olmasak üzüm,
Biz olmasak üzüm göz, kömür göz, ela göz;
Biz olmasak göz ile kaş, öpücük, nar içi dudak;
Biz olmasak ray, dönen tekerlek, yıkanan buğday,
Ayın onbeşi;
Biz olmasak Taşova'nın tütünü, Kütahya'nın çinisi,
Yani bizsiz
Anne dizi, kardeş dizi, yar dizi
Güzel değildir.

Gel günlerim gel de dol
Gel Aydınlım İzmirlim,
Gel aslanım Mamak'tan
Erzincan'dan Kemah'tan
Düşmanlar selam ister
Gözden, gezden, arpacıktan!
Adana'nın pamuğu dokumada;
Diyarbakır, Afyon, Kütahya fabrikada
Ümit işkencede mahzun
Tenim, ayaklarım uryan
Ekmek işkencede mahzun
Ve Divrik'in demiri arabada
İşçi-köylü ve işçi birarada
Söyle türküler yadigarı kardeş
Söyle ağrılar yadigarı kardeş
Neden alınterleri
Nimetler, haklar haram oldu sana
Gel gunlerim gel de dol
Gel Aydınlım İzmirlim
Gel aslanım Mamak'tan
Erzincan'dan, Kemah'tan
Düşmanlar selam ister
Gözden, gezden, arpacıktan

Sana selam olsun
Hürriyetlerin meçhul olduğu dünya
Canım Türkiye,
Memleketimiz!
Calısşn halklarıyla ümmi
Calışan halklarıyla garip,
Irgadı, esnafı, madencisi, iptidai aletleri
Kadınları, erkekleri, hapishaneleri;
Başı boş suları, dumanlı vadileri, yoz topraklarıyla,
İşşizleri, realist şairleri, mücahitleri,
Sokak şarkısı, keten helvası,
Akşam Haberleri satanlarıyla memleketim
Sana selam olsun
Sürgünler, mahkumlar, hastalar
Alacağın olsun
Seni İstanbul seni
Seni Bursa, Çankırı, Malatya,
Sizlere selam olsun üniversiteler!
Öğretmenleri alınmış kürsüler,
Öğretmenler
Sizlere selam olsun
Hürriyeti yazan eller, dizen eller
Sizlere selam olsun makineler
Entertipler, rotatifler, bobinler
Bu gülünç, aşağılık,
Namussuz şeyler dışında,
Sana selam olsun
Zincirin zulmün kar etmediği,
Kırbacın kar etmediği
Büyük tahammül!
Gel günlerim gel de dol!
Gel Aydınlım, İzmirlim,
Gel aslanım Mamak'tan
Erzincan'dan, Kemah'tan
Düşmanlar selam ister
Gözden, gezden, arpacıktan

Enver GÖKÇE


Enver Gökçe de, "Dost" şiirinde, bütün bu güzelliklerin üreticisi ve yaratıcısı olan emekçiye, insanın emek gücüne ve emekçinin o büyük kavgasına olan bağlılığını ve inancını dile getiriyor. Doğasal ve toplumsal güzelliği,  ana dizini, yar dizini, kardeş dizini; Murat dağlarını, Ilgaz'ın çam ormanlarını... hep, emekçilere ve emekçilerin mücadelesine; düşmanla kavgaya nazaran ele alıyor. Türkiye'nin her sathından insanları, gözden, gezden, arpacıktan selam isteyen düşmanla savaşmaya çağırıyor. Güzelliklerimize ancak savaşla sahip çıkabileceğimizi;ve bu büyük kavganın dışında, güzel dediklerimizin aslında güzel olmadığını duygularımıza yüklüyor.

Güzelliğe dair her iki ozanımızın şiirinde vurgulanan şey, aslında, güzelliğin kendi başına(as such), izole, fix, mutlak bir gerçekliğinin ve anlamının olmadığı, olamayacağıdır; bilakis, güzelliklerin, ancak ücretli kölelik sisteminden kurtulma mücadelesinin ve sürecinin bir parçası olmasıyla  ilgili bir DEĞER olduğudur. İnsan, insanın ihtiyacıysa; ve her şey insan kardeşlerimiz içinse,   bu piyasa olmuş toplumda, dikkatinizi çekmek için tekrar söylüyorum, bu PİYASA OLMUŞ TOPLUMDA insan, insanın ihtiyacını nasıl gidersin? Eşyalaşarak mı !? Daha ucuz, çok pahalı ilişkisine girerek mi ? Bastır parayı; al her çeşit hayatı'yla mı !?  'Parayla, insani bir ihtiyaç gidermek' kadar daha ne 'aşağılık ve alçakça' olabilir ki ? Oysa; insan tasarım yapan ve yaratan bir varlıktır. Her şey, bütün bu güzellikler, çirkinlikler insanın üretken ve yaratıcı faaliyetinin birer ürünü ve sonucu iken, bu  ürün ve sonuçlar, nasıl olup da  insanın hayatına hakim olabilmiş; ve ne yazık ki tüm güzelliklerin anlamı ve ruhu böylece yozlaşıp gitmiş. İnsana nazaran güzelliğin yerini Mal(meta)' a nazaran güzellik almış. İnsanı(nın) güzelliği ile Mal(ın), (meta) güzelliği, yer değiştirmiş.

Eşyalar aleminin bize, bu şekilde egemen olması kabul edilemez tabi ki. Eşyalar, bizim özne'miz olamaz; bizler(insan) de eşyaların birer yüklemi olamayız. Çünkü bizler, üreten ve yaratan insanlarız. O yüzden; insan(lığ)ı her yerde bir şey(thing), bir eşya olmaktan kurtarıp; onu, sahici bir birey(person) ve bireyler(sonsuz çeşitlilikte "kişilikler") uygarlığının özgür bir üyesi  yapmak gibi toplumsal ödev ve sorumluluklarımız olmalı. Böylesi bir  mücadeleye  katılmaktan ve sürecin bir parçası olmaktan başka çaremiz yoktur ! Eğer bir güzel(lik)den bahsedilecekse, bu süreç, güzelliğin ta kendisidir.  Ve bu muazzam süreç, sınıf mücadelesinin dışında, kendi başına cereyan edemez; etmiyor zaten !

Şayet; insan, dünyaya en fazla lazım olan adam Marx'ın dediği gibi bir ihtiyaç varlığıysa ve insan insanın ihtiyacıysa, bu ihtiyaç, ücrete ve ücretli esaret düzeninde, ancak, bir esaret zinciri olan para sayesinde giderilebilir demektir. Paran yoksa yaşamın da yok demektir.Ve kimsenin gerçek anlamda özgür olmadığı bir toplumsal düzendir bu. Çünkü; gerçek anlamda özgürlük, Marx'ın dediği gibi, ancak, bir insanın özgürlüğü, her insanın özgürlüğünün şartı olmuş olan bir toplumsal düzende göverebilir; yani; bir sınıfın başka bir sınıfı sömürmediği; toplumsal sınıf çelişkilerinin  olmadığı ama hayatı yeniden üretme çelişkilerinin son bulmadığı bir toplumsal düzende, gerçekten o zaman her şeyin, Orhan Veli'nin dediği gibi, insan kardeşlerimiz için olduğunu daha iyi anlamış olacağız.

"Her şey sizin için;

Gece de sizin için, gündüz de;

Gündüz gün ışığı, gece ay ışığı;

Ay ışığında yapraklar;

Yapraklarda merak;

Yapraklarda akıl;

Gün ışığında binbir yeşil;

Sarılar da sizin için, pembeler de;

Tenin avuca değişi,

Sıcaklığı;

Yumuşaklığı;

Yatıştaki rahatlık;

Merhabalar sizin için;

Sizin için limanda sallanan direkler;

Günlerin isimleri;

Ayların isimleri;

Kayıkların boyaları sizin için;

Sizin için postacının ayağı,

Testicinin eli;

Alınlardan akan ter,

Cephelerde harcanan kurşun;

Sizin için mezarlar, mezar taşları,

Hapishaneler, kelepçeler, idam cezaları;

Sizin için;

Her şey sizin için. "


Evet; yeni bir yıla daha giriyoruz. İnsan kardeşlerim için ne dileyebilirim diye düşünürken bütün bunlar aklımdan geldi geçti. İnsanın tarih boyunca iki büyük kavgası olmuş : Atatürk'ün de karakterinde yer eden 'bağımsızlık ve özgürlük' kavgası. Her hangi bir güce bağımlı olanlar ve bağımlı kalarak yaşayanlar, katiyen özgür olamazlar.  Bağımlı insanlar, yetenek ve kapasitelerini geliştiremezler. Her hangi bir güce bağımlı olmak, bağımlığı mutlaklaştırmak, özgürlüğümüze pranga vurmak anlamına gelir. Unutulmasın, iktisaden bağımlı olanlar siyaseten özgür olamazlar. O halde, yeni yılda ne dileyeceğim kendiliğinden ortaya çıktı : Yeni yılda, emperyalizmin baskı ve denetiminden  kurtulmuş siyaseten özgür bir Türkiye istiyorsak, her kes, bunun için elinden gelen  bir şeyler yapsın. Özgür geleceğini bu günden eylemleriyle hazırlasın. Ve  böylece, daima  şen ve özgür kalın; gecede de fazla kaçırmayın; dikkat; özgürlügünüze de sadece bu gece değil  ömür boyu mukayet olun!!  Daha ne diyeyim ya; bu dünyada mutlu olmak varken "mutlu olun!!" işte!! Nihayetinde eksiklerimiz ve hünerlerimizle insanız. Bu dünyada mutlu olmayacağız da daha nerede mutlu olacağız?  Mutlu olmak insanoğlunun yaşama hakkıdır. Bunu hiç ve sakın  unutmayın!!

Nazım'la bitirelim bu yılı da "biraz şairane ama çok güzel söylemiş" :

"ÖLÜMÜN SON MEYDAN HARBİDİR BU
ZAFER AŞKIN VE HAYATINDIR..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder