Kuantum ve Plazma
Fiziği, Çekirdek Kimyası ve Nükleer Biyoloji kundaktan çıkalı epey
olmuştu. Bir zerreciğin (artık; daha küçüğe bölünemeyecek olan maddecik), 1
metrenin 1000 kez katrilyonda biri kadar büyüklükte olduğu zamanlardı. Bense,
bu yaşa gelmeme rağmen, bir foton ya da protondan vazgeçtim, henüz bir atom bile görememiştim. Ömür dediğinse,
bazı zerrecikler için, saniyenin milyarda biri kadardı. Hatta; parlamasıyla
sönmesi bir olan zımni zerrecikler bile vardı. Zerreydi merreydi ama
hepsi de miniminnacık maddecikti. Ve hiç bir miniminnacık maddecik, saf,
izole, sabit, tam, değişmez ve kendi başına yaşayan soyut bir halde değildi;
bilakis somut, yani, çok katmanlı bağlantı-ilişki ve çoğulluğun Birliği halindeydi.
İşte; çok sayıda belirlenimin bir noktada bağdaştığı böylesi bir zerrecikler
dünyasında, hayranlık abidesi Hegel’ in aksine, İdealizmi bir az olsun küçük düşürmek
istiyordum. Üşenmedim, Matematiksel bir kesinlikle, İdealizmi sıfır değerleriyle ile çarptım. Onu sıfıra bölerek
sonsuzlaştıracak değildim ya !
Aslında amacım,
İdealizmi içerikten yoksun bırakmak; maddeci bir ontoloji kurmak falan
değildi (hele, Kant, Fichte, Hegel varken !), sadece, soyut biçimlerin,
kendi başlarına gerçekliği olmayan birer soyutlamalar
olduklarını göstermekti.. Böylece; nesnesiz tümel ve a priori gerçeklik anlayışına bir darbe indirmiş
olacaktım. Dolayısıyla indirgemeci ve öznel bakışlar da bundan payını alacaktı. Ama ne olduysa oldu işte; kendimi daha fazlasına cüret ederken
buldum.
Efsane ve gizem düşkünü
bir takım mitolojik kafalı bilim insanları, mütemadiyen, teorilerini sıfıra
böle böle mutlak gerçeklere ulaşmaktan bıkmamışlardı. Son olarak, atom-altı zerrecikler ile yapmış
oldukları deneylerle de, maddenin var oluş biçimini sınırlandıracak olan bir son' a ulaşmak; sonsuza son çekmek
istiyorlardı. Hepsi de kendince nesnel
gerçekliğin sabit ve değişmez(!) temel parçacıklarını, yapı
tuğlalarını keşfetme peşindeydi. Amaç, a priori bir gerçeklik olarak tüm maddenin(?) ya da her şey’ in, neyse o "her şey", teorisine ulaşmaktı.
Ama; kimse de, şu sözü edilen ’her
şey’ muammasının ne olduğunu; ve nesnel gerçekliğin neresi ve neresinde olduğuna dair bir açıklamada
bulunmuyordu nedense!? Böylece; nesnel-gerçeklik, kolayca "her şey" e indirgenmiş oluyordu. Oysa; hareketin ve değişimin yok edilemez ve mutlak kalıcı olduğu bir evrende hiç bir şey "her şey" parantezine sığmıyordu.
Hiçlik’ten bir ‘yaratılış anı’ çıkarmak gibi bir şeydi bu! Oysa; Lucretius,
yıllar öncesinden ne demişti : “nihil
posse creari de nihilio” yani;
yoktan hiç bir şey varol(a)maz ! yani "anti-yok" yoktur. Ama, efsane ve gizem düşkünü big bang’çi bilim tayfası büyük
bir patırtı kopararak Lucretius’u dinlemediler; kendilerince
anahtar(?) soruyu sormakta ısrarcı oldular hep: "Bir şey hiçten nasıl var olabiliyor?" ve ”tüm
madde(?) ve evren nereden geliyordu?”
Onlar yani mistik
‘büyük patırtıcı ve gümbürtücüler’, önce, nesnel gerçeği, sanki; bir zamanlar var değilmiş
gibi düşünüyorlar, her şeyi soyutlayarak, soyutlaya soyutlaya, düşüncede yok
sayıyorlardı; yani; a priori olarak hiçbir şeyin olmadığı bir 'madde-siz bir t sıfır zaman(?)' farz
ediyorlardı ; sonra da, her şeyin, bu 'madde-siz zaman’dan, hiçlikten,
nasıl doğduğunu keşif etmeye çalışıyorlardı.
Nesnel Gerçekliği yok
farz ederek işe başlıyorlardı ama, nedense, yok farz ettikleri bu muazzam ve mutlak hiçlikte (yoklukta) bilimsel(!) faaliyetlerine devam edebiliyorlardı. Yani; soyutlama suretiyle mutlak hiçliğe ulaştıkları halde tutarsız ve bencil bir biçimde soyutlamayı yapan beyin ve zihin sahibi özneler olarak kendileri hala var olmaya devam edebiliyorlardı. Ve
böylece, nesnel gerçekliğin yokluğunu(!), (artık varoluşu olmayan) düşüncenin bir ürününe
indirgemek suretiyle açıklamaya çalışıyorlardı.
Hem her şey yok; hem sen varsın; bravo vallahi !
Bu nasıl olabiliyor merak ettim doğrusu. Her şey yokken sen var olmaya nasıl
devam edebiliyorsun? Yoksa sen her şey'e dahil değil misin? Hem denizde yaşayan balık olacaksın hem de denizi yok farzedeceksin; ya da toplumsal bir varlık olarak, hem toplumda yaşayacaksın, hem de toplumu yok farz ettiğin halde, hokus pokus, hala var olmaya devam edeceksin.
Peki nasıl olabiliyor bu ?
"Her şeyi" yok farz edersen mutlak hiçliğe mi ulaşmış oluyorsun? Kendini köpek farz ettiğin zaman
dört ayaklı olup havlamıyorsun ama ! At farz ettiğinde de kişnemiyorsun, İnsan
olmaya devam ediyorsun. Demek ki ; her şey, farz ettiğin ‘şey’ ya da farz ettiğin ‘şey-sizlik’ olmuyor somutta. Yani sen, Nesnel Gerçekliği
zihninde yok farz ettiğin için/diye, gerçekte (somut olarak), Nesnel
Gerçeklik yok olmuyor. Senin yaptığın sadece bir soyutlama. Somutun, düşünceye
mal edilerek zihinde yeniden
üretilmesi yani.. Somut
ile düşüncede yeniden
üretilmiş olan somut arasında
her zaman bir fark olduğunu gözden kaçırıyorsun. Biz
güneşin battığını düşündüğümüz (soyut) için güneş (somut) batmıyor. Biz onu
düşünmesek de güneş nesnel olarak batıyor. Onun hareketi bizim onu düşünmüş
olup olmamıza bağlı değil yani.
Şu anda, Alaaddin' in sihirli lambasından çıkmış ışık hızında dört nala gidebilen bir atımız olsa idi; ve biz
bu atımızla, hayal gücümüzde, makro kozmosa ve mikro kozmosa varan bir
gezintiye çıksa idik, acaba ‘hiçbir şeyin olmadığı bir yere(?) ve bir zamana(?)’ ulaşabilir
miydik ? Maddenin olmadığı bir sınıra; maddeyi dışardan(?) kuşatan
bir hiçliğe(?); maddenin bittiği bir kenara
varabilir miydik ? 'Bundan sonrası "madde-değil" artık',
diyebileceğimiz bir yere; yani, maddesiz-hareketsiz-enerjisiz- (mutlak) hiçliğe(!), Maddenin dışına(?!) çıkıp ona, aya, güneşe, yıldızlara.. baktığımız gibi, uzaktan bakabilir miydik? Yani; Fenomenlerin entegral bütünlüğünün kıyısına ulaşabilir miydik? Acaba; bu gezi boyunca karşılaşacağımız manzara ne olurdu? Merak ediyorsanız gelin elimdeki şu incir çekirdeğinden yolculuğumuzu
başlatarak neler olabileceğini birlikte görelim.
Referans noktamız olan İncir Çekirdeğinin 100 m (1m)
yükseğinden başlayıp ; o kosmozal mekan senin bu kosmozal mekan benim
diye diye, 1 ışık yılına tekabül eden 1016 m
uzağındaki bir mesafeye gidebilseydik eğer, güneşimizin bir incir
çekirdeği büyüklüğünde göründüğü bu mesafede, hiç bir şeyin ve olayın
olmadığı bir yere(?) rastlayabilir miydik? Gezimize devam ederek incir
çekirdeğimizin 100 000 ışık yılı mesafedeki Samanyolu Gökadamızın kenarına
varmış olsa idik, ayni zamanda, madde'nin
de sonuna, kenarına varmış olur muyduk acaba ?
Mutlak-Hiçliğe, hiçbirşeysizliğe ulaşabilmek umuduyla yolumuza devam edip; Samanyolumuzu
diğer gökadalarla birlikte görebildiğimiz; incir çekirdeğimize
1 milyon ışık yılı uzaklardan bakabilseydik; ve referans noktamıza (tabi yerinde
yeller esmiyorsa; ve bizim varmış olduğumuz mekan kim bilir, belki de onun henüz yeni oluşmuş şimdiki zamandaki hali değilse), artık gök adaların görülemeyecek kadar
küçülmüş oldukları bir uzaklıktan,10 milyar ışık yılı ötesinden bakabilmeyi
deneyebilseydik, karşımıza çıkabilecek bir hiçlik, hiç bir olay-sızlık bulabilir
miydik ?
Az gidip uz gidip;
kozmosal mekanları dere tepe aşmamıza rağmen biz hala, ışık hızında dığıdık
dığıdık giden atımızla bir türlü hiç bir olayın ve hiçbir şeyin olmadığı
bir yere(?), bir zamana(?), yani, nesnel gerçekliğin sonuna(!),
gelememiştik! Çünkü; mekanda ve zamanda gezinti yapmak demek, belirli bir maddi ortamda
bulunmak demektir. Mekan,
maddeye, maddenin hareketine bağlı olarak ortaya çıkan bir gerçekliktir. Zaman ise her tekil maddenin nerede olduğuna ve nasıl hareket ettiğine bağlı olarak işleyen "özel" olay-zaman halinde vardır. Maddeden ayrı, kendi başına, izole, saf, tam, değişmez, mutlak bir mekan ve zaman var olamayacağından,
mekanda gezinti yapmak demek, referans noktandan istediğin kadar uzağa
gitmiş olsanız bile, hep maddi ortam ve şartlarda kalarak gezinti yapman demektir.
Yani; madde, kalıcı olarak varsa; yok edilemiyor ve mutlak var-edici olarak
‘var’ kalabiliyorsa, mekan da, zaman da var demektir. Çünkü mekan ( çoğulluğun birliği.. sayısız çoklukta olayların birbiriyle bağdaştığı değişken-dönüşken sınırsız ortam, fenomenlerin entegral bütünlüğü), hareket ve
zaman gibi, kategorik olarak maddenin var oluş biçimidir. Ve maddenin dönüşümsel
içeriğini ifade eder.
Bu kez, ayni gezintiyi
incir çekirdeğinin göze görünmez olan mikro kozmosuna, yani 10-19
cm derinine yapsaydık, bu kez de, incir çekirdeğinin atom ve atom altı
parçacıklarına ulaşmış olacaktık. Yine; maddenin dışına(?)
varamayacaktık ama ! Mikro alem bakımından da, hiçbirşeysizliğe, hiçbirolaysızlığa rastla(ya)mayacaktık.
Çünkü; madde, nesnel gerçeklik olarak bir ve tektir ve "maddenin dışı" diye bir şey olamazdı. Aksi
takdirde, yüklemin özneyi olumsuzladığı çelişkili bir önerme yani contradictio
in adjecto bir oxymoron elde etmiş oluruz.
Madde, bir ve tek’tir; ‘madde'den başka’ diye
bir şey söz konusu olamaz. Madde derken de kast ettiğimiz felsefi kategorik manadaki bütünsel madde kavramıdır. Yani; Somut tek tek belirli olgu, olay, süreç, bağlantı, alan ve sistem gerçekliklerinin, tekil maddelerin, nesnel gerçekliğin, soyutlanmış kalıcı-yok edilemez özüdür. O yüzden; Her şey iç içe geçmişken; birbiriyle bağlantılı ve
ilişkiliyken, 'hiçbir şeyin olmadığı
bir yer'e elbette rastlanamaz zaten. Çünkü öyle bir yer yok; "yer" demek,
zaten maddesel olan demek. Ayrıca; maddeden sadece madde; hiçlikten de
sadece hiç çıkar. Ve hiçliğin (yokluğun) tezahürü anti-hiç' den bahsedemeyiz . Oysa;
madde, tezahür etmeden var olamaz. Yokluk ise, ancak, maddeye nazaran vardır; ve sadece soyutlama ürünü olarak düşüncede bir anlamı ve karşılığı vardır.
Şimdi denile bilinir ki,
Einstein’ın meşhur formülüne göre, Madde enerjiye, Enerji de Maddeye
dönüşebiliyor. Madde, enerjiye dönüştüğüne göre; ve kendi başına saf
enerji(?) olabildiğine göre, maddesiz enerjiden(!) ibaret bir hiçlik niye var olmasın ki? Ve bütün bu
maddi alem enerji marifetiyle hiçlikten niçin doğurulmasın ki ?
Bu sorunun cevabı madde
ve enerjiden ne anladığınıza bağlı.
Madde derken, somut a, b, c, ab, a2, acb…
gibi doğadaki ve kozmosal mekandaki sınırsız çokluktaki somut belirli maddelerden
ayrı, kendi basına, saf, izole, sabit, mutlak, töz olarak bir madde; yani, sırf
ve sadece, madde olarak madde anlaşılmasın. Çünkü; doğada genel anlamda ve genel olarak böylesine (as
such) soyut bir madde yoktur! Nesnel gerçeklik özü itibariyle maddedir zaten ve kalıcı maddenin tezahürü dışında başka bir nesnel gerçeklik de yoktur; olamaz. Madde, daima, tezahürüyle, yani hareket biçimiyle, asli
yüklemi ile birlikte, özdeşlik (ayrılmazlık) halinde vardır. Maddesiz hareket hareketsiz madde kadar anlamsızdır.
Ayrıca;
maddenin doğası sınırlandırılamaz, maddenin gelişimi mutlak olduğundan
hiçbir güç maddeyi belirli biçimlere tutsak edemez; ve belirli biçime/biçimlere indirgeyemez. Zira, madde, esas itibariyle yok edilemez ve kalıcı değişimsellik olduğundan, "olan, olmakta
olan" ve Aristoteles'in de belirtmiş olduğu gibi, "ne
olacaksa o olandır". Madde, oluş, akış ve süreç halidir.. yani; mutlak dinamizmdir. Gelişmesi, zorunlu olarak sınırlandırılamaz
ve özgürdür.
Enerjiye gelecek
olursak.. Maddenin iş yapabilme kapasitesi olan Enerji de maddeye bağlı bir büyüklüktür. Maddenin somut ve özel hareket biçimlerinin dışında, kendi başına,
maddeden ayrı, nesne-siz bir enerji yoktur; olamaz. Nesne-siz enerji
olamayacağından, enerji daima, belirli bir cismin, bir parçacığın, tekil
varlıkların enerjisi biçiminde vardır ve bu enerji, seçkin fizikçi Richard
Feynman'ın da belirttiği gibi, değişik biçimlerde ortaya çıkar :
"potansiyel enerji, kinetik enerji, ısı enerjisi, elektrik enerjisi,
yaylarda bulunan esneklik enerjisi, kimyasal enerji, nükleer enerji, bir de
parçacığın yalnızca var olmasından kaynaklanan ve onun kütlesine bağımlı
olan durgunluk enerjisi(rest energy)" gibi…
Bu durumda, "Madde Enerjiye
dönüşüyor" ne demek ? Enerjiyi
( belirli bir) maddenin iş yapabilme yeteneği(hareket biçimi) ve kapasitesi olarak alacak
olursak, madde enerjiye dönüşüyor derken, madde, yeteneğine mi dönüşmüş
oluyor ? Bundan, atomaltı zerrecikler alemindeki tekil varlıkların, kendilerinden
vaz geçerek(?) maddi özlerini feda edip; sırf ve saf (belli
bir) enerjiye(?) dönüştüklerini mi anlamalıyız ? Yani madde, tümel özelliği olan enerjiye dönüşmekle, kendi nesnelliğini (maddi özünü, madde-hareket
özdeşliğini) ne yapıyor ? Nesnel gerçeklikte yok mu ediyor kendini, enerjisine mi gömüyor( !? )
Bu dönüşüm, her hal ve
şartlarda kendi kendine gerçekleşmiyor; maddesel cisim(cik)lerin, zerreciklerin bir
etkileşmesi-hareketi sonucunda oluyor. Bir kedinin kucağımdaki sıcaklığı onun
vücut ısısal enerjisidir. Keza; sobada kızarmakta olan kestanenin sıcaklığı da
sobaya aktarılan yanmakta olan kömürün ısısal enerjisidir. Belirli bir
elektron (parçacık-madde) belirli bir pozitron (anti-parçacık) ile çarpışmak
suretiyle bir etkileşimde bulunarak bir foton çifti (iki ışık-parçacığı)
doğuruyorsa, bu enerjidir
işte. Ama bunların hepsi de nesnel maddi süreçlerdir. Ve bu etkileşmeler
belirli ortam ve şartlarda cereyan etmektedir. Buradaki enerjilerdeki madde-sizlik nerede?
Bu olay nerede gerçekleşiyor? Pozitron ile elektron neredeyken (hangi ortam ve
şartlara maruz kalmışken) ve her ikisi de bu şartlarda hangi hareketi
yapmaktayken birbirleriyle etki değişiminde bulunuyorlar ? Elektron pozitron
çarpışması nesnel-gerçekliğinden, maddi ortamından yalıtılacak olursa, kütle(li)-enerjiden,
sanki; kütlesiz(maddesiz) enerji doğuyormuş gibi olur.
Elma armuda dönüşüyor;
larva kelebeğe, dişi erkeğe; insan eşyaya... bu gibi dönüşümler gibi madde enerjiye dönüşüyor derken,
bir şey ne ise artık o olmaktan karşı konulamaz bir biçimde ve zorunlu
olarak çıkıp bir bütün olarak öteki olmasını anlıyorsak,
maddenin enerjiye dönüşmesinden de, 'sırf ve sadece enerji(?) halinde
olan/enerji(?) haline gelen madde' mi anlaşılmalıdır ? Ve bu iki şey arasında,
yani dönüştüren ile dönüş(türül)enin dönüştüğü şey arasında daima,
belirleyen/belirleyici olan unsurlarla, belirlenen unsurlar arasındaki
ilişki-çelişki ve etkileşim vardır. Belirleyen ve belirlenen unsurların
dışında, onlardan ayrı, bir dönüşüm söz
konusu bile olamaz.
Elektron ve
Pozitronun (anti-parçacık) belirli bir biçimde hareketlerinin sonucu olan
bu foton çiftinin(ışık parçacığı) enerji miktarı, kendisinden çıktıkları
parçacıkların enerji toplamı kadardır. Bu foton çiftinin madde olmadığını söyleyebilir miyiz ?
Fotonlar da elektronlar ve pozitronlar kadar madde(sel)dir.
Bir foton, atoma çarpacak olursa, atomda bir farklılaşmaya, değişikliğe yol
açıyorsa bu onun maddeselliğini
göstermez mi ? Fotonun maddeselliği
, nesnelliği, maddi bir yapısı olmasa atomla etkileşmeye girebilir mi ? Bu
fotona (kütle-enerjiye), maddesiz (kütlesiz)
dir diyebilir miyiz ? Madde ve enerji birbirlerinden kopuk ve ayrı
olarak var olabilirler mi? Madde ve Enerji özdeştir; ancak, biri diğerine
indirgenemez; aralarında fark vardır; ve her biri kendi başına, birbirinden kopuk ve yalıtık halde var olamaz.
Einstein'a göre enerjinin kütlesi vardır. Einstein m=E/c kare denklemiyle her hangi bir E enerjisine eşdeğer olan m kütlesinin değerini buldu. Demek ki herhangi bir parçacıkta(madde) bulunan E enerjisi, söz konusu parçacığın kütlesi ile ışık hızının karesinin çarpımına eşitti. Bu denklem ayni zamanda atomların çekirdeklerinde yatan enerji gücünün nelere kadir olduğunu da gösterdi.
Einstein bu formülü ile bizlere aslında kütle ve enerjinin eşdeğerli olduğunu gösterir. Yani; Maddenin kütle denilen özelliğinin yoğunlaşmış enerjiden başka bir şey olmadığını; ikisinin birbirinden ayrı olarak kendi başlarına, izole halde düşünülemez olduğunu belirtir. Öyleyse Maddenin ve enerjinin kendi başlarına gerçekte ne olduğu sorusu anlamsızdır. Einstein'a göre, Madde kütlesini atar ışık hızında yol alırsa buna enerji diyoruz, ama bunun tersi olursa enerji donarsa ve ayrı bir biçim alırsa ona da kütle diyoruz. yani ikisi de ayni temel gerçeğin değişik-farklı belirtisidir. Sonuç olarak madde ve enerji birbirlerinden ayrı ve yalıtık olarak var olamazlar.
Az önce bir incir çekirdeğine olabildiğince
uzaktan ve yakından baktık. Maddenin ve Hareketin yok olmaz; yok
edilemezliğini gördük. Maddenin dışına(!) çıkamadık. Hiçbirşeysizliğe(!) ulaşamadık. Peki bunları hangi mantıkla yaptık? “Nasrettin Hoca,
bisikletiyle bizim köye gelin gitti” desem, "hadi oradan canım
Nasrettin Hoca ne zaman kadın; eşeği de ne zaman bisiklet oldu !?” dersiniz
değil mi? Çünkü Nasrettin Hoca tarihsel ve toplumsal belirli bir
gerçeklik. Nasrettin Hocayı tanıyan sıradan sağduyu şöyle düşünür. Nasrettin
Hoca varsa mutlaka onunla birlikte, bağlantılı ve ilişkili başka maddi
gerçekler de vardır. Nasrettin Hoca, tarihsel ve toplumsal belirli bir sistemin
dışında var olamaz. O bir sistem gerçekliğinin ürünü ve parçasıdır. O yüzden,
bisiklet, onun tarihsel gerçekliğine; kadınlık da, cinsiyetinin toplumsal
gerçekliğine uymaz. Şayet, nesnel ve gerçek olarak şu incir çekirdeği
varsa, mutlaka, incir çekirdeğiyle ilişkili ve bağlantılı başka gerçekler de
vardır. İncire bir dinazor konmaz serçe konar mesela. Ne Nasrettin Hoca , ne de
incir çekirdeği kendi başına mekan ve zaman dışında(?), izole, saf, değişmez ve
etkileşmez, soyut bir halde var olamaz. böyle bir gerçeklik
görülmemiştir; ve zaten yoktur !
Ama, güneşteki
etkileşmeler sonucu uzaya yayılan ısının (enerji) akıbeti ne
oldu desem, sıradan sağ duyudan tıs çıkmaz. Çünkü; Güneşte cereyan etmekte olan
olaylar ve güneşin içeriğindeki dönüşümler( hidrojen-helyum dönüşümü) bilimin konusudur. Ancak;
ampirik (gözlem ve deney sonucu) ve teorik olarak anlaşıla bilinir.
Yıllar önceydi,
Cumhuriyet Gazetesi’nin Bilim Teknik ekinde üç bilim insanı
arasındaki bir tartışmaya tanık olmuştum. O zamanlar, ( 19 Şubat
2000’da), İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsü’nden Yrd.Doc.Dr.Altuğ ŞİŞMAN’ın,
benim de görüşlerine katıldığım “Kütle Enerji Dönüşümü Söyleminin
Yanlışlığı” başlıklı bir
yazısı çıkmıştı. Bu yazıda A.Şisman, özetle, kütlenin enerjiye dönüşmediğini;
Einstein’ın meşhur DE=Dmc2 formülünün
kütle enerji arasında herhangi bir dönüşümü değil; sadece özdeşliği ifade ettiğini; nükleer
reaksiyonlar sonrasında ortaya çıkan parçacıkların, söz konusu özdeşlik nedeniyle, kinetik enerjilerinin bir
kütle karşılığının olduğunu; sözlü ve yazılı anlatımlarda buna dikkat edilmesi
gerektiğini belirtmişti.
Bu yazıya itirazda
bulunan Radyasyon Fizikçisi Atakan YÜKSEL ise, ayni derginin 11 Mart 2000
tarihli sayısında şöyle yazmıştı : ”Kütle karşılıklı bu kinetik enerji, her
hangi bir fiziksel dönüşüm olmadan; sırf Einstein’ın formülü nedeniyle, yoktan
mı var olmaktadır ? Yoksa; nükleer fizikte, enerjinin, kütle kaybından
bir dönüşüm sonucu, yani atom çekirdeklerindeki proton ve nötronların,
çekirdekteki bağlanma enerjilerinin bir bölümünün açığa çıkması yoluyla,
oluştuğunu gösteren bilimsel bulgu ve bağıntılar yok mudur ? Bu dönüşüm
değildir de nedir ? Bu neden yanlış söylem olsun ? Yazar, nükleer
reaksiyonlarda kütle kaybının enerjiye değil, kütlenin başka formdaki kütleye,
enerjinin de başka formdaki enerjiye dönüştüğünü ileri sürerken, bu dönüşüm
fiziksel olarak nasıl olmaktadır ? Bunun fiziksel yolu yöntemi ya da kanunu
nedir ? Bunun tek yanıtı, yine, kütle kaybının enerjiye dönüşümü sonucu değil
midir ?
Nükleer fizikte,
reaksiyon sonrası ve öncesi arasındaki kütle
farklarının enerjiye dönüştüğünü
tüm bilimsel kitaplar yazar ve ilgililer bilir. Eğer başka bir yol ya da yöntem
varsa önce o yolun, yani kütle
karşılıklı enerjinin fiziksel
olarak nasıl olup da oluştuğunu (sırf Einstein formülünü kullanarak değil)
bilimsel bir dergide yayımlanması ve bilim dünyasına kabul ettirilmesi, ya da
bunun doğruluğunun deneysel olarak saptanması gerekir. O zaman sorun kalmaz.
Bilimselliği herkesçe
kabul edilen Feynman : Lectures on Physics, Kaplan: Nücleer Physics, Evans :
The Atomic Nucleus gibi kitaplardaki “Mass Energy Conversion(Kütle Enerji
Dönüşüm) konusundaki bölümler iyice incelendiğinde yukarda yazılanların
doğruluğu görülecektir.”
Atakan YÜKSEL’in bu
itirazına A.ŞİSMAN, ayni derginin 680.sayısında şöyle bir cevap vermişti
:
“Kütle karşılıklı bu
kinetik enerji, durgun enerjinin (rest energy) kinetik enerjiye dönüşümüyle
ortaya çıkmaktadır. Bu dönüşümün nedeni ise nükleer reaksiyonun kendisidir.
Durgun enerjinin bir kısmı çekirdeği oluşturan temel taneciklerin (proton ve
nötron) içsel yapısında bulunurken, bir kısmı da, bu tanecikleri
elektriksel itme kuvvetine karşı bir arada tutan nükleer bağ kuvvetleri
dolayısıyla var olan nükleer
bağ enerjisi olarak
bulunmaktadır. Çekirdeğin bölünmesi durumunda nükleer
bağ enerjisinin bir kısmı, bölünme sonucunda ortaya çıkan
parçacıkların kinetik
enerjisine dönüşmektedir.
Bölünme reaksiyonu ortaya çıkan parçacıklar
Sayın A.Yüksel’in de çok iyi bileceği gibi hareketsiz ya da durgun parçacıklar değildir. Tam tersine
yüksek hızları dolayısıyla da büyük kinetik enerjilere sahiptir.
Bir parçacığın kütlesi,
durgun halde en küçük değerini alırken, parçacık hızlandıkça kütlesi
relativistik mekaniğinin yasalarına uygun olarak büyür. Eğer reaksiyon öncesi
ve sonrası parçacıkların durgun kütlesine bakacak olursanız arada bir fark vardır. Ancak gerçekte reaksiyon
sonrası parçacıklar durgun değildir. Ve hareketlerinden dolayı kütleleri durgun
haldeki kütlelerinden fazladır. Böylece gerçek kütlelerini yani hareketli
haldeki kütlelerini göz önüne alırsanız, reaksiyon öncesinde ve sonrasında
kütlenin değişmediğini korunduğunu görürsünüz. Eğer reaksiyon öncesinde ve sonrasında
kütle miktarı değişmiyor ise kütlenin enerji dönüştüğünden söz etmek mümkün
müdür ? Ebette hayır!
Peki öyleyse değişen dönüşen nedir ? Dönüşen sadece maddenin formudur. Büyük bir
çekirdek formunda bulunan madde iki küçük çekirdek ve bazı temel tanecikler
formuna dönüşmüş; ve buna bağlı olarak da durgun
enerji kinetik enerjiye, durgun kütle de kinetik kütleye dönüşmüştür.
Kütle enerjiye dönüşüyor
demek, enerjinin kütle içeriği olmadığı anlamına gelir ki, bu kesinlikle
YANLIŞTIR. Bunun matematiksel dayanağı da Einstein’ın DE=DMC2 ifadesidir.
Feynman’ın Lecture on
Physics kitabında şöyle yazmaktadır: This theory of equivalence of mass and
energy has been beautifully verified by experiments in which matter is
annihilated-converted totally to energy. (kütle ve enerjinin bu özdeşlik
teorisi, maddenin tümüyle yok
olup enerjiye dönüştüğü deneylerle
güzel bir biçimde kanıtlanmıştır). Feynman bu ifadesinde, maddenin yok olup
tümüyle enerjiye dönüştüğünü söylemekle, enerjinin maddeye ait olmadığını;
madde ile enerjinin ayrı şeyler olduğunu ifade
etmiş olmaktadır. Bu doğru mudur ? Elbette HAYIR. Enerji maddeye ait bir büyüklüktür.
Ve ondan ayrı bir kavram olmayıp onsuz tek başına bir anlamı da yoktur.
Dahası, Feynman,
Kaplan, Evans ya da başkaları madde enerjiye dönüşüyor dedi diye hiç akıl
yürütmeden ve sorgulamadan, sırf onlar öyle dedi diye, böylesine yanlış bir
söyleme inanmamız mı gerekir ? Bu söyleminin doğruluğunun ölçüsü bunu söyleyen
insanların Feynman, Kaplan, Evans olması mıdır ? Doğru söyleme sahip kitaplar
bulmasaydım Sayın A.YÜKSEL’i ikna etmem mümkün olmayacak mıydı ? Sayın
A.YÜKSEL’in yanılmasına neden olan nükleer reaksiyonlar anlatılırken reaksiyona
giren ve çıkan parçacıkların “durgun
kütle farkı yerine kısaca “kütle farkı” ifadesinin
kullanılıyor olmasıdır. Ancak; bu farkın “durgun kütle farkı “olduğu konuyla
ilgili herkes tarafından bilinir. Çünkü; Einstein’ın
kütle enerji özdeşliği göz önüne alındığında tüm
reaksiyonlarda kütle de enerji de ayrı ayrı korunur.
Örneğin, M.Russel Wehr
ve JamesA.Richard’ın birlikte yazdıkları “Physics of Atoms” adlı kitapta söyle
denmektedir: "in any interactions total mass, m (which includes any
kinetic energy in mass unit), is the same before and after
interaction. Similarly, in any interaction, total energy E (which includes any
rest mass in energy unit), is the same before and after interaction.” (herhangi
bir etkileşimde toplam kütle m, ki herhangi bir kinetik enerjiyi kütle biriminde
içeren, etkileşme öncesinde ve sonrasında aynıdır. Benzer biçimde, her hangi
bir etkileşmede toplam E, ki herhangi bir durgun kütleyi enerji birimlerinde
içeren, etkileşme öncesinde ve sonrasında aynıdır.)
Bu durumda birinin
diğerine dönüşmesinden söz etmek de doğal olarak mümkün değildir. Fisyon
reaktörlerinde durgun kütle-enerji, termal kütle-enerjiye dönüşmektedir. Yani
durgun kütle termal kütleye, durgun enerji de termal enerjiye dönüşmektedir.
Doğru söylemin bir diğer
örneği, Robert Martin Eisberg’in yazdığı “Fondemantels of Modern Physics” adlı
kitapta yer almaktadır : "…conversion of rest mass energy into
other form of energy, as in a nuclear reactör” (Bir nükleer reaktörde olduğu
gibi, durgun kütle enerjisinin enerjinin diğer formlarına dönüşümü..) şeklinde
bir ifade kullanılmaktadır. Bu ifade şekli doğru ifade şeklidir.”
Boğaziçi
Üniversitesinden Fizik Profesörü Dr.R.Ömür AKYÜZ de, derginin 22.04.2000
tarihli 683. sayısında “Kütle,
enerji ve doğrular” başlıklı
bir yazıyla söz konusu tartışmaya katılmıştır. Ömür AKYÜZ yazısına, Altuğ
ŞİŞMAN’ı eleştirmek üzere, Sallabaş Kemal” namlı matematik öğretmeninden bir
anı nakletmekle başlamış. Anı şöyle: “geçmiş zamanda bir adamcağız ünlü bir
bilgeye gidip şunu sormuş : ‘Hangi veli idi ki Sahra-yı Kebir’de tilkiler
parçaladı ? ’ Bilge bir durmuş, iki durmuş; bir ‘la havle’ çekmiş; ve nihayet
bak demiş, bir kere veli değil Nebi; Sahra-yı Kebir değil Tur-i Sina; tilkiler
değil kurtlar; parçalamadı yedi !”
Bu anıyı naklettikten
sonra Prof. Dr. Ö.AKYÜZ, Einstein 1905 yılında yazmış olduğu iki makaleden : “i) bir cisim/atom vb. eğer
bir foton salarsa kütlesi azalır; soğursa artar. ii) bu azalma ya da artma
fotonun enerjisiyle doğru
orantılı olup orantı katsayısı ışık hızının karesidir.” Vargılarının
çıktığını; ayrıca; Paul Adrian ve Maurice Dirac’ın görelilikle kuantum
mekaniğini bağdaştırması sonucunda, karşıt parçacıkların varlığını ve bunların
parçacıklarla karşılaştıklarında tamamıyla madde (tabi
ki kütle) olarak yok oluşup fotonlar yaratabilecekleri gibi fotonların da
gerekli koşullar altında parçacıklara ve karşıt-parçacıklara
dönüşebileceklerini ortaya
koyduğunu belirtmiş.
Ömür AKYÜZ yazısının
devamında şunları yazmaktadır: ”fotonların
en önemli özelliklerinden birisi hiç
madde (dolayısıyla kütle) içermeyip salt kinetik enerji olmalarıdır. Yani
durgunluk enerjileri yoktur. yani fotonu durduramazsınız hatta yavaşlatamazsınız. Bir
elektronla karşıt-parçacığı olan pozitron karşılaştıklarında kütlelerinin tümü iki fotona dönüşür. Bu durum, Fotonlar
salt kinetik enerji olduklarından, kütlenin enerjiye dönüşümünün en dramatik
örneğidir
Daha az dramatik, her
gün rastladığımız ve hatta onunla yaşadığımız örnek ise yanmadır :
C+O2àCO2 +
“ISI”
Sağ taraftaki “ısı” moleküllerin gelişigüzel
hareketlerinin kinetik enerjisinden başka bir şey değildir. Peki ama bu
fazladan kinetik enerjinin kaynağı ne ? Tabi ki C ile O2’nin
kütleleri. Yani M(O2)+M(C) > M(CO2). Dolayısıyla ISI= M(O2)+M(C)—M(CO2)
c2 Bu
da, tepkimeden çıkan CO2 moleküllerinin
kinetik enerjilerinden başka bir şey değildir. Bunlar da çarpıştıkları hava
moleküllerinin kinetik enerjilerini artırır. Böylece tenimize daha hızlı çarpan
moleküller sinirlerimizi daha çok çarpan moleküller sinirlerimizi daha çok
uyararak “sıcaklık” duyusu verirler. Bu “ısı” ya teknik dilde moleküllerin “bağ
ya da ayrışma enerjisi” denilir. CO2’ye bu enerjiyi verebilirsek C ve O2 yeniden bireysel olarak oluşabilirler.
Yani buna eşit bir miktar enerjiyi her hangi bir yolla CO2 moleküllerine vermedikçe bunları
tekrar karbon ve oksijene “ayırmak” yasaktır. Zira; aksi takdirde C ya da O2 ya da her ikisi birden sahip
olmaları şart olan kütleden daha hafif olmak durumunda kalacak ki buna doğa
izin vermiyor!
Ciddi bir doğa yasası
olarak algıladığımız duruma göre her hangi bir sistemin kararlı olabilmesi için
sahip olabileceği en düşük enerjide veya durgunluk enerjide olmalı. Radyoaktif
çekirdeklerin parçalanarak bozunmalarının sebebi de bu yasadır. Dolayısıyla bir
atomun kütlesi olması gerekenden daha az olamaz. Yukarıda betimlediğim durum
çekirdek(nükleer) tepkimelerde çok daha dramatik olup Lavoisier Yasasını artık
kesinlikle uygulayamayız. Fisyon/bölünme ve Füzyon/kaynaşma tepkimeleri bunun
en dramatik örnekleridir. Her ikisinde de, tepkimeden önceki toplam kütle,
sonraki toplam kütleden büyük olup; fark ürün çekirdek ve parçacıkların
ve de gama ışını fotonlarının kinetik enerjilerindedir.”
Ömür AKYÜZ yazısını
devam eden bölümlerinde de A.ŞİŞMAN’a eleştirlerini sürdürmüş ve sonuç olarak “kütlenin/maddenin tümü ya da
bir kısmı enerjiye dönüşmektedir; ya da tam tersi (vice versa) olmaktadır” tezini savunmuştur.
Nesne-siz Tümel
anlayışının temsilcisi olan bu iki bilim insanına benim de birkaç sözüm olacak
:
Ömür AKYÜZ yazısında, :
“fotonların en önemli
özelliklerinden birisi hiç madde (dolayısıyla
kütle) içermeyip salt kinetik enerji olmalarıdır. Yani durgunluk
enerjileri yoktur. yani fotonu durduramazsınız hatta yavaşlatamazsınız. bir
elektronla karşıt-parçacığı olan pozitron karşılaştıklarında kütlelerinin tümü iki fotona dönüşür. Bu durum, Fotonlar
salt kinetik enerji olduklarından, kütlenin enerjiye dönüşümünün en dramatik
örneğidir.” demektedir.
Ömür AKYÜZ, “hiç
maddesi (dolayısıyla kütlesi) olmayan fotonların” varlığını kabul etmekle, bir
bilim insanı olarak ‘nesnesiz
tümel(!)’ ve nesnesiz
özne(!) olabileceği
tezine katılmış olmaktadır. Oysa, hiçbir güç, bir nesnenin (cismin, parçacığın, zerreciğin..)
hareketini bir yana maddesini öteki yana ayıramaz. Bu yüzden; saf ve izole
enerji, bir yanılsamadır.
Hem sonra, “hiç madde (dolayısıyla kütle)
içermeyen salt kinetik enerji olan” bu
fotonlar , somut olarak, nesnel gerçekliğin neresinde bulunmaktadırlar?
Fotonlar, ortaya çıktıkları bu maddi alemde, hiç Madde (dolayısıyla kütle)
içermediklerine göre, kendi başlarına, izole, saf ve maddesiz bir halde(!)
nasıl var ve gerçek olabilmekteler? Bilimsel olarak ancak ve sadece Nesnesi
(maddesel) olanın özelliği ve gerçekliği olabilecekken, Bilim insanımız
Ömür AKYÜZ, belirli nesnelerden hareketle, nesne-siz bir gerçek(!) olarak "saf enerji”yi yaratabilmiştir.
Einstein 1905 yılında
yazmış olduğu iki makaleden : “i) bir cisim/atom vb. eğer bir foton salarsa
kütlesi azalır; soğursa artar. ii) bu azalma ya da artma fotonun enerjisiyle doğru orantılı olup orantı
katsayısı ışık hızının karesidir.” Vargılarının çıktığını belirten Ömür
AKYÜZ, ‘fotonun enerjisi’
deyişini kullanmakla, fotonunun bir kütlesi,
maddi yapısı olabileceğini de
kabul etmiş olmaktadır. Zira ve eğer, foton, Ömür AKYÜZ’ün iddia ettiği gibi,
madde (kütle) içermeyen salt kinetik enerji olmuş olsaydı, ‘kinetik enerjinin enerjisi’ denilemeyeceğine
göre, fotonun enerjisi
demeye gerek kalmazdı.
Ömür AKYÜZ, böyle
bir söylemde bulunmakla, yukarıda söylemiş olduklarının aksine, foton ve
enerjinin ayni şey olmadıklarını; ayrı ayrı entite olduklarını da kabul etmiş olmaktadır.
Fotonlar belli bir biçimde hareket eden maddesel büyüklüklerdir. Ve A.ŞİŞMAN’ın dediği gibi enerji, maddeye ait/ilişkin bir büyüklüktür. Yani;
madde (kütle) olduğu için/ olduğu sürece; ve maddenin bir sonucu olarak enerji vardır. Yoksa; bunun tersi doğru
değildir. Aksi halde, orta çağ alşimistleri(simyacı) gibi kendi başına (as
such), izole, saf bir enerji elde etmiş olurduk. Sonuç olarak,
nesnel gerçekliğin dışında(?) kalabilen ve/veya kalabilecek olan izole bir enerji yoktur; olamaz! Dahası; nesnel
gerçekliğe tekabül etmeyen bir enerji de yoktur ve olamaz! Enerji mutlaka ve
kesinlikle belirli bir nesnel gerçeklikle tanımlı ve sınırlıdır.
“Daha az dramatik, her
gün rastladığımız ve hatta onunla yaşadığımız örnek ise yanmadır.
C+O2àCO2 +
“ISI” Sağ taraftaki “ısı” moleküllerin gelişigüzel
hareketlerinin kinetik enerjisinden başka bir şey değildir”
Bu ifadesinde Ömür AKYÜZ, ısı(enerji) için, “moleküllerin gelişigüzel hareketlerinin kinetik
enerjisi“ olduğunu söylemekle, bu kez de, enerjinin(ısı), maddesel ( dolayısıyla da kütleli) olduğunu söylemiş olmuyor mu ? Her gün
rastladığımız “yanma” örneğinde ise, yanma sonucunda açığa çıkan ısı (enerji) için, Ömür AKYÜZ, nedense “madde içermeyen (dolayısıyla
kütlesiz) salt kinetik enerji” demiyor. Onun yerine, kinetik enerji (ısı) için “Moleküllerin
gelişigüzel hareketlerinin kinetik enerjisinden başka bir şey değildir” diyor. Yani maddesiz (molekülsüz)
bir kinetik enerjiyi kabul etmiyor. Kinetik enerjiyi, belirli bir
maddenin (molekülün) hareketinin sonucu olarak görüyor. Ve bu
(kinetik)enerjiyi daha önce yapmış olduğu gibi, kendi başına (per
se), izole bir halde bırakmayıp, hava moleküllerinin ilave enerjileri haline
dönüşmek suretiyle belli bir formdaki kütle enerji özdeşliğinin başka bir
biçime, hava moleküllerinin
kinetik enerjilerine, dönüşerek korunduğunu kabul etmiştir. Yani ortada
imha olan; tümüyle yok olan
bir madde yok; tersine,
diyalektik olarak, farklılaşarak ve değişime uğrayarak ayni kalan hareket ve madde özdeşliği var. Belli bir formdan başka bir forma
dönüşerek korunan madde ve enerji özdeşliği var. Yoksa; kelimenin gerçek
anlamında olduğu gibi, maddenin tümüyle enerjiye bir dönüşümü söz konusu
değildir; olamaz da zaten.
Sayın Ömür AKYÜZ 'e sormak lazım, yanma olayı sırasında sadece ısı mı açığa çıkmakta, ortama aktarılmakta? Ayni zamanda yanan nesnede ısı miktarına tekabül eden belli bir miktarda kütle azalması da olmakta mıdır? Isı alan ayni zamanda kütle de almış olmaz mı?
Daha önce de belirtmiş
olduğumuz gibi, enerji, madden ayrı olarak tek başına, izole, saf halde var olamaz. Kütle enerji
arasında, Altuğ ŞİŞMAN’nın da ifade ettiği gibi, her hangi bir dönüşüm değil ; sadece ‘farkı ‘
esas alan bir özdeşlik söz
konusudur. Aksi takdirde herhangi bir şey, özelliğine indirgenmiş olur.
Hareket , maddenin asli
ve temel özelliği, maddenin doğasında var olan niteliği; ve kalıcı
değişim hali olduğu için, madde harekete dönüşüyor demek anlamsızdır. Hiçbir güç maddeyi ‘hareket(in)e’ dönüştüremez ! çünkü ; nesnel gerçeklikte birbirinden ayrı, kendi başına, karşı karşıya duran madde ve hareket olarak iki ayrı antite yoktur. Madde özü itibariyle dönüştürülebilecek bir şey değildir; madde ancak, zorunlu olarak tezahür eder; dönüşen ise sadece
maddenin mekansal (Özel) içeriğidir. Madde Hareket'e (enerjiye*) dönüşüyor dediğimizde,
madde hareket (enerji) özdeşliğini bozmuş; maddeyi enerjiden ibaret saymış oluruz ki bu da contradictio in adjecto olur.
Daima, şeylerin hareket hali’nden söz
edilebildiğinden, özne-yüklem olarak hareket vardır. yani bir
şey daima ‘hareket et(tiril)miştir halinde’dir (some thing is moved
hali.). Şey ve Hareket birbirinden kopuk olamazlar. O yüzden; Maddesiz
hareket (enerji) ve Hareketsiz (enerjisiz ) madde elde edilemez. Tıpkı maddeden ayrı, kendi başına, madde-siz Mekan ve Zaman'ın olamayacağı gibi.. Einstein, Relativite teorisinin özünü bir kaç sözcükle açıklamasını isteyen gazeteciye şöyle cevap vermişti: " Dünyadaki bütün şeyler kaybolsa da, Uzay-Zamanın yerinde kalacağına inanılırdı; rölativite teorisine göre ise, her şeyin kaybolmasıyla birlikte uzayın ve zamanın da kaybolması gerekir."
Bir nükleer
reaksiyonda (çekirdek tepkimelerinde) da ortaya çıkan parçacıkların
kinetik enerjilerinin bir kütle karşılığı vardır. Kütle karşılıklı bu kinetik
enerjinin kaynağı, A.ŞİŞMAN’ın dediği gibi, “durgun enerjinin (rest energy)
kinetik enerjiye dönüşümüyle ortaya çıkmaktadır. Bu dönüşümün nedeni ise
nükleer reaksiyonun kendisidir. Durgun enerjinin bir kısmı çekirdeği oluşturan
temel taneciklerin (proton ve nötron) içsel yapısında bulunurken; bir
kısmı da, bu tanecikleri elektriksel itme kuvvetine karşı bir
arada tutan nükleer bağ kuvvetleri dolayısıyla var olan nükleer bağ enerjisi olarak bulunmaktadır. Çekirdeğin
bölünmesi durumunda nükleer
bağ enerjisinin bir kısmı, bölünme sonucunda ortaya çıkan parçacıkların kinetik enerjisine dönüşmektedir.
Bölünme reaksiyonu
ortaya çıkan parçacıklar hareketsiz ya da durgun parçacıklar değildir. Tam tersine
yüksek hızları dolayısıyla da büyük kinetik enerjilere sahiptir. Bir parçacığın
kütlesi, durgun halde en küçük değerini alırken, parçacık hızlandıkça kütlesi
relativistik mekaniğinin yasalarına uygun olarak büyür. Eğer reaksiyon öncesi
ve sonrası parçacıkların durgun kütlesine bakacak olursanız arada bir fark vardır. Ancak gerçekte reaksiyon
sonrası parçacıklar durgun değildir. Ve hareketlerinden dolayı kütleleri,
durgun haldeki kütlelerinden fazladır. Böylece; gerçek kütlelerini yani
hareketli haldeki kütlelerini göz önüne alırsanız, reaksiyon öncesinde ve
sonrasında kütlenin değişmediğini korunduğunu görürsünüz.
Eğer reaksiyon öncesinde ve sonrasında
kütle miktarı değişmiyor ise kütlenin enerji dönüştüğünden söz etmek mümkün
müdür ? Ebette hayır !
Peki öyleyse değişen dönüşen nedir ? Dönüşen sadece maddenin formudur. Büyük bir
çekirdek formunda bulunan madde iki küçük çekirdek ve bazı temel tanecikler
formuna dönüşmüş; ve buna bağlı olarak da durgun enerji kinetik enerjiye,
durgun kütle de kinetik kütleye dönüşmüştür.
Kütle enerjiye dönüşüyor
demek, enerjinin kütle içeriği olmadığı anlamına gelir ki, bu kesinlikle
YANLIŞTIR.
Bunun matematiksel dayanağı da, Einstein’ın DE=DMC2 ifadesidir.”
Sonuç olarak, maddeyi hiçliğe (yokluğa)
gömemezsiniz. Yokluk kavramı, insanın bir yanılsamasının ürünüdür. Madde ile
ilgili her türlü kavram, buna “yokluk” da dahil, maddeden, maddenin soyutlanmasından gelir. Yokluk,
maddeye nazaran düşünülen bir antitedir. Yokluğu tasavvur etmek için maddenin
olmadığı, bir madde-sizlik hali(?) önvarsaymak zorundayız. Biz ancak, Maddeyi
yok farz etmek suretiyle, somutta değil, düşüncemizde, soyutlama yoluyla
madde-sizlik denilen yokluğa ulaşabiliriz. Oysa; özü itibariyle Madde, var edici,
tekil ve kalıcı olandır; ve hiçbir güç(?) maddeyi yok edemez. O yüzden; Madde
ve madde olmayan (madde-değil, yokluk) yan yana birlikte, bir ikilik
halinde, bulunamaz.
Bu bağlamda, Bir maddenin enerjisi ancak başka
bir maddenin enerjisine aktarılabilir. Bir nesneden bir diğerine kütle
dönüşümü olduğunda enerji aktarımı da olur. Yine ayni şekilde, bir nesne bir
diğerine enerji aktardığında, aktarılan enerjinin eşdeğerinde, kütlesinin
belirli bir miktarını da aktarır. Yani enerji, nesnel gerçeklikte, atom altı
parçacıklar dahil, daima, bir cismin/cisimciğin “nin”
“nın” takısı
şeklinde, maddeye bağlı olarak vardır. Yani, daima belli bir sistemin, cismin, maddenin, protonun, mezonun, beygirin, lahananın, makinenin, insanın…enerjisi olarak vardır. Tersi
değil ! Kendi başına (per se), maddesiz, izole, saf bir enerji yoktur; olamaz
zaten. Öyleyse; madde yok olup enerjiye dönüşemez. Çünkü; madde yok olmaz; ancak
ve sadece, içeriğini dönüştürür; bütünlüğünü dağıtır ve formunu değiştirir/geliştirir. Bununu dışında
madde ve enerji tasavvurları, yanılsamadır; gizemselleştirmedir (mistifikasyon). A priori gerçekliğin öznelci
ve indirgemeci bataklığında
debelenmektir.
Dolayısıyla " Einstein'ın keşfi hiç de maddenin yerine enerjinin konması anlamına gelmez. Bir demir parçasını sıcak bir sobanın üzerine koyacak olursak, sobadan enerji aldıkça demir ısınır, soba da o miktarda enerji kaybeder. Klasik mekaniğe göre, demir parçasının ve sobanın ağırlığı değişmez- kütleleri ayni kalır. Ama, Einstein'ın bulgusu bu anlayışı boşa çıkarmakta ve nesne ile başka bir nesneye enerji aktarırken ayni zamanda belli bir miktarda kütle de aktardığını, bir nesneden bir başkasına kütle aktarılırken her zaman bir miktar enerji de aktarıldığını ifade etmektedir."( Boguslavski-Karpuşin-Rakitov-Çertekin-Ezrin, Diyalektik ve Tarihsel Materyalizmin Abecesi, Sol yayınları, Kasım 1994, s.71)
Einstein şunları yazmıştır: "... akkor halindeki bir demir parçası, soğuk olduğu zamankinden daha ağırdır; güneşten yayılan ... ışımanın enerji ve dolayısıyla kütlesi vardır; güneş ve ışıyan bütün yıldızlar, ışıyarak, kütlelerinden kayba uğramaktadırlar." ( Albert Einstein-Leopold İnfeld, Fiziğin Evrimi, Onur Yayınları, Ankara 1976, s.181)
"Bir demir parçası, sobadan ısı aldığında, böylece elde ettiği kütle, pratikte yok kabul dilebilecek kadar azdır. Ama, çok büyük miktarda enerji yayan güneşte güneş, saniyede 4 000 000 ton kütle kaybetmektedir. " ( Boguslavski-Karpuşin-Rakitov-Çertekin-Ezrin, Diyalektik ve Tarihsel Materyalizmin Abecesi, Sol yayınları, Kasım 1994, s.71)
Gündelik yaşantımızda ölümlü şeyleri göre göre,
varedici ve yok edil(e)mez maddi öz olan Tekil'i, sonlu(finite) ve ölümlü sanırız; ve
hayatta hiç bir şeyin olduğu gibi kalmadığını; her şeyin bir bir yok olduğu/yok
olacağı düşüncesine ulaşırız. Oysa; fani ve sonlu olan, sadece, maddenin bir
bütün olarak niteliksel yanıdır. Ölmek, yok olmak demek değildir. Ölen, sonlanan, yitip
giden hep bu Tekil Madde'nin niteliksel bütünlüğüdür. Yani; diyalektiğin
olumsuzlayıcı gücü karşısında, hamsinin hamsiliği; canlı varlığın canlılığı; güneşin güneşliği;
Ahmet’in Ahmetliği; insanın insanlığı; protonon protonluğu; molekülün moleküllüğü.. hep ve daima, bir Bütün olarak dağılır, sonlanır; ve nesnel gerçekliğe katılır.
Nesnel Gerçeklik, tekil varlıkların hem doğum yeridir hem de mezarlığı.. Ama; onların
gerçekliklerinin temeli ve kaynağı olan maddi-nesnel niceliksel yanları (
kendinden ve kendiliğinden hareketli-değişimsel maddi öz), ait olmuş oldukları nesnel
gerçekliğe katılarak (aktarılarak) yok olmazlar. Maddenin niceliksel yanı, yani
nesnellik, kalıcıdır; ve sürekli yenilenen
gerçekliğin bir ve tek kaynağıdır. Madde,
bir ve tek nesnel gerçekliktir. Maddeden başka, ayrıca bir de 'yokluk' var-değildir. Sırf ve
sadece, mutlak ve kalıcı olarak, bir ve tek “madde-hareket-enerji-değişim" ve onun sonlu çocukları(Mekan ve/ile Zaman) vardır. Sonsuzluk işte bu sonlu gerçekliğin(Mekan-Zaman) kalıcılığı ve sürekliliğidir. Yani; sonlu, sonsuzun biçimidir.
Boşuna kimse 'ikilik' çıkarmaya heveslenmesin !
Çünkü; yaratıcı Maddenin ateşten ocağına hiç bir yokluk, incir ağacı dikemez !
* Enerji'den anladığım maddenin hareket miktarı- hareket yetisi ve hareket kapasitesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder