A PRİORİ BİR MEKTUP DENEMESİ
Sevgili Abey
Demek evlendin ha.! Karşı-devrimci gazetelerin ilanlarından öğrendiğimize göre Amerikan ulusal güvenliğine ve piyasa düzenine karşı bir tehdit
oluşturmadan, nihayet Eşley adlı Amerikalı bir kızla evlenmişsin. Aferin
sana; kim demiş Abey müzmin ve anan aşağı baban yukarı bir bekar
diye!
Biliyor musun Abey, aslında bu sana
ilk mektubum değil; daha önce iki a
priori[1] mektup denemem daha olmuştu. Fakat; nasıl olmuşsa o iki a priori mektup da sehven(!) Amerikan Haber Alma Teşkilatının
psikolojik savaş seksiyonuna gitmiş. Umarım; senin başını ağrıtmamışlardır. Peki
ama, sehven-mehven, o mektupların CİA’da işi ne !? Altı üstü, özgürlükler
ülkesi Amerika’da haberleşme özgürlüğümüzü kullandık. Yoksa; o meşhur ve her derde deva national security denilen ‘milli
güvenlik’ bahanesiyle, Türk’üz diye bize de mi etnik-psikoloji[2] uyguluyorlar Abey!?
Bilirsin;
hiçbirimiz bu dünyaya Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü, Ermeni, Yunanlı, Fransız, Alman, Japon, Eskimo, Çinli, Hintli; Sünni, Alevi; Protestan, Katolik, Müslüman, Şinto, Budist.. olarak gelmeyiz.
Bunlar bize öğretilir; ve pekiştirilmezseler şartlı reflekslerimiz gibi zamanla
sönerler. Yoksa; bunlar bizi Nato üyesiyiz diye Pavlov’ un köpekleri mi
sandı Abey; sinyali verdiler mi milli tepki ve
duygularımızdan vazgeçeceğiz; öyle mi!?
Geç bunları Abey; biz hala devrimci yüce
Türk Milletiyiz; ve burası da, Amerikan Türkiye'si değil; Atatürk
Türkiye'si!! İnanmayan; 29 Ekimlerde, 19 Mayıslarda
meydanlara toplanan yüz binlere bir baksın; Atatürk devrimciliğinin bu
topraklarda hala yaşadığını görecektir. Yeter ki; emekçi halkımız da 29
Ekimlerle, 19 Mayıslarla birleşme iradesini göstersin. Sen gör o zaman
Türkiye'nin şahlanışını; ne Nato kalır ne süper-Nato!
Neyse; madem evlendin sana ilk nasihat
Halil Cibran’ dan olsun. Bak; Profet (Ermiş) adlı meşhur yapıtında ne diyor evliliğe
dair Cibran:
“sonra yine El Mitra söz aldı :Ya evlilik
için ne dersin, erenler ?
Ve yanıtladı El Mustafa : (……) Birbirinizi
sevin, ama sevginin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koymayın. Bırakın
yüreklerinizin sahilleri arasında gelgit çalkalanan bir deniz olsun sevgi.
Birbirinizin kadehini onunla doldurun; ama; kadehe eğilip içmeyin. Ekmeğinizi
bölüşün; ama ayni lokmayı dişlemeye kalkmayın. Şarkı söyleyin, dans edin eğlenin
birlikte; ama; ikinizin de birer yalnız olduğunu unutmayın. Çünkü; lavtadan
dağılan müzik ayni, ama nameleri çıkaran teller ayrıdır. Yüreklerinizi birbirine
bağlayın; ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın; çünkü; ancak hayat‘ ın elidir
yüreklerinizi saklayacak olan. Hep yan yana olun; ama; birbirinize fazla
sokulmayın; çünkü; tapınağı taşıyan sütunlar da birbirinden ayrıdır. Çünkü; bir
selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez.”
Umarım bu öğütleri tutarsınız.
Sevgili gani gönüllü Abey ve onun
Amerikalı sarışın (bomba) karısı Eşley! duyduk ki; nikah günü, Sandy adlı bir tropik rüzgar, kasırgalaşarak (hurricane) sizin oralara afet
olmuş. Oysa; biz "afet" deyince, doğal afet’lerden önce, kapitalizmi; ve onun dölü olan emperyalizmin baskı ve sömürüsü ile kanlı savaşlarını
anlardık.
Ama; ne hikmetse, New York'da hayatı felç
eden Sandy Kasırgası, sizin şu Pennsylvania eyaletinde etkisiz
kalmış. İnternet Amca'dan öğrendiğimize göre, güya; söz konusu eyalette yaşayan
kerameti kendinden menkul nefesi kuvvetli üfürükçü bir şeyh’in imal etmiş
olduğu anti-kasırga cinleri ve okunmuş-şekerli meteorolojik muskalar sayesinde elhamdülillah korkulan olmamış; apocalyptic[3] hasar önlenmiş.
Sevgili Abey, bu hususta bir çift sözüm
olacak sana: ben denizci olduğum için bilirim, her rüzgar fırtına; her fırtına da
'Sandy' kasırgası (hurricane) değildir. Anlayacağın, yine, felsefedeki meşhur Tekil-Tümel tartışması, yani; Tekil'den ayrı olarak
Tümel'in kendi başına (per se) ve mutlak
bir yansıma formu olarak gerçekliği
yoktur/olamaz. Nasıl olsa; fırtına da rüzgar;
kasırga da.. diyerek bütün rüzgarları bir
ve ayni kefeye koyamayız; zira, aralarında kategorik “fark” var.
Abey, unutma ki, Tekil ile Tümel özdeşliği, “fark”
olmadan anlaşılamaz. Bu konuda, “Özde her
şey göreli ve farklıdır” diyen Hegel, haklıdır. Her kasırga, bir ve ayni değildir. Zira; bir
tropikal siklonik kasırganın (hurrican) kendine özgü yaşama dereceleri ve
gelişme evreleri vardır. O yüzden; yöntemsel olarak bu hususu göz önünde
bulundurarak doğal afetlere karşı cin çıkarmak; ve meteorolojik muskalar yazmak gerekir.. Gerçi şeyhin efsunlu üfürüğü her türlü kasırgayı dindirir ama olsun gene de bu yöntemsel hususa dikkat etmeli.
Örneğin; Bofor Rüzgar Skalasında[4] belirtilen üç, ya da on Bofor
Kuvvetindeki farklı rüzgarlar için ayni biçimde üflersen olmaz. Ya da bir ve ayni fırtına duası veya okunmuş şekerli muska imal edersen etkili olmaz; haliyle, Sandy Kasırga büyüsü de bozulmaz; ve
cinler çıkıp kaçmaz!
"Netekim" ( 12 eylül darbesi olalı beri
nedense bu bağlaçtan hiç haz almam. Zira; bana hep, uluslar arası tekelci
sermayenin, Türkiye’yi, kapitalist entegrasyon sürecinin bir parçası yapmak
uğruna 650 bin gözaltıyı; 1milyon 683bin fişlenmiş kişiyi; 210 bin davada
yargılanan 230 bin kişiyi; idamı istenen 7 bin kişiyi; idam kararı verilen 517
kişiyi; asılan 50 kişiyi; 388 bin kişiye pasaport verilmemesini; 30 bin
kişinin sakıncalı olması sebebiyle işine son verilmesini; 30 bin kişinin siyasi
mülteci olarak yurt dışına gitmesini; 300 kişinin kuşkulu biçimde ölmesini; ve
171 kişinin işkenceyle öldürülmesini hatırlatır. Tabi; bir de bunlara mağdur
olanların aile ve yakınlarını da ilave edebiliriz. Neresini seveyim ben bu
Bağlacın!? "Bizim Oğlanlar" ın ideolojik özetini yapan tam bir Natocu
ve Amerikancı bağlaç! Bu yüzden, bundan böyle, Natocu “nitekim” bağlacı yerine
vatan şairi Namık Kemal ve Tevfik
Fikretlerin “filhakika” bağlacını kullanacağım; haberiniz olsun! )
Ne diyordum Abey? Hah tamam; her tekil
rüzgarın kendine özgü bir anti rüzgar duası, okunmuş
şekerli muskası ve cin çıkarma biçimi olması gerektiğini anlatıyordum değil mi; araya
12 eylül girmişti.. Filhakika (tamam işte; nihayet şu melun “netekim” den
şimdilik kurtulmuş oldum!), saatte 35-40 knot hızla esen bir fırtınayı esas alarak, denizleri ve
gökleri yaran; ve olgunluğunun zirvesine varmış bir
(tropikal siklon) kasırgaya, anti-kasırga duaları ve cinleri ile karşı
koyamazsınız, aksi takdirde, maazallah, cin değil, kasırga çarpar; ve feleğiniz şaşar!! O yüzden efsunlu üfürme biçiminizi somut fırtınaya göre behemehal değiştirmeniz gerekir. Somut koşulların somut tahlili denen bir şey var değil mi şu insanlı dünyada. Üfürecekseniz, somut durumu hesaba katacaksınız. Müspet üfürük-ilmi bunu gerektirir.
Gerçi; rahmetli şeyhülislam Ebussuud Efendi “medreselerde müspet ilim okutulmasına gerek yoktur” fetvasını buyurmuştur ama üfürük-ilmi dememiş sadece ilim demiştir. O yüzden üfürük-ilminin gereklerini yerine getirmede bir sakınca yoktur. Yalnız, Ebussuud Efendi bir fetvasında fırtınaya karşı beddua olmaz demiştir; zira 'beddua' dua gibi değildir bazen ters etki yapıp fırtınayı azdırır ve uğursuzluk getirebilir. Bu gerçeği gören Ebussuud Efendi ömrünün sonlarına doğru fırtına beddualarını yasaklamıştır.
Oysa; ayni mesele karşısında, hak severliği ve doğruluğu ile nam salmış ve 3 kudretli padişaha (2.Beyazıt,Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman) toplam 24 yıl şeyhülislamlık yapmış olan; zühd ve takva sahibi Zenbilli Ali Efendi olsa idi, belki, Ebussuud Efendinin aksine, bu anti-rüzgar beddualarını ve okunmuş şekerleri İslam'a ve ilme uygun görmezdi. O yüzden; sanırım; günümüz skolastiğini ve yobazlığını biraz da Ebussuud Efendilerde aramak gerek.
Gerçi; rahmetli şeyhülislam Ebussuud Efendi “medreselerde müspet ilim okutulmasına gerek yoktur” fetvasını buyurmuştur ama üfürük-ilmi dememiş sadece ilim demiştir. O yüzden üfürük-ilminin gereklerini yerine getirmede bir sakınca yoktur. Yalnız, Ebussuud Efendi bir fetvasında fırtınaya karşı beddua olmaz demiştir; zira 'beddua' dua gibi değildir bazen ters etki yapıp fırtınayı azdırır ve uğursuzluk getirebilir. Bu gerçeği gören Ebussuud Efendi ömrünün sonlarına doğru fırtına beddualarını yasaklamıştır.
Oysa; ayni mesele karşısında, hak severliği ve doğruluğu ile nam salmış ve 3 kudretli padişaha (2.Beyazıt,Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman) toplam 24 yıl şeyhülislamlık yapmış olan; zühd ve takva sahibi Zenbilli Ali Efendi olsa idi, belki, Ebussuud Efendinin aksine, bu anti-rüzgar beddualarını ve okunmuş şekerleri İslam'a ve ilme uygun görmezdi. O yüzden; sanırım; günümüz skolastiğini ve yobazlığını biraz da Ebussuud Efendilerde aramak gerek.
Neyse; Sevgili Abey, söylendiğine göre Amerika'daki
üfürükçü dualar da kendi arasında ikiye ayrılıyormuş:
1-good(gud)dualar 2-bad(bed)dualar. Guddualar, ismiyle müsemma, iyi (niyetli) dualarmış. Kapitalizmin ve Piyasaların istikrarı için gerekliymiş. Beddualar ise, daha ziyade, 11
eylül ikiz kuleler saldırısı sonrası yaygınlaşmış; ve "kitle imha silahı" kullandığı(!) için 1,5 milyon
Iraklı Müslümanın "sehven" canını almak için yapılan Büyük Orta Doğu
Haçlı Seferi öncesi Amerikan başkanları tarafından yapılan
dualarmış.
Bunlar doğru mu Abey ?
Bunlar doğru mu Abey ?
İlginç olan şu ki Abey, her iki dua da, günün her
saatinde, mahiyetinde 2 milyondan fazla ücretli işçi çalıştıran Wallmart mağazalar zincirinde
barkodlu olarak satılıyormuş. Abey, Şu Amerika'da her şey satılık derlerdi de
inanmazdık! Ne de olsa bunlar, vaktiyle Endüljans belgeleri (cennet
tapusu) karşılığında günahlarını papaya satan bir kuşağın torunlarıydı.
Dolayısıyla, Kapitalist dünya silme günah(kar) kaynadığından Papalığın muazzam
servetinin kaynağı mafiyatik
günah ticareti
olmasın Abey!?
Sevgili Abey, internetteki habere göre, istihareye yatmayan meteoroloji bilimi
uzmanlarının yaklaşan Sandy Kasırgasını rapor etmesi üzerine,
Pennsylvania’daki Üfürükçü Anti-kasırga dualarına bir anda rağbet artmış; dua borsası tavan yapmış; ve her çeşit mala
hücum etmeye düşkün Amerikan pipıl (homo econimucus) da, üfürükçü dualara hücum
ederek Wallmart raflarındaki anti-kasırga
dua ve muskalarını;
okunmuş şeker drajelerini,
silip süpürmüş.
Halkın “Paran yoksa git öl” kesimi, panik
yapmasın diye, sözü edilen anti-kasırga duaları ve muskalar, görevlilerce, kasırganın sallayacağı ağaçlara ve ev çatılarına tek tek
önceden asılmış. Bu arada, “öncü duacılar”dan oluşan
anti-kasırga üfürük mangaları da, boş durmamış; okunmuş şekerleri, sokak sokak Amerikın pipıl (Amerikan halkı)’a
dağıtmış; ve fırsat buldukça bol bol cin çıkarmıştır.
Ayrıca; her mahallede, kasırga karşıtı özel-görevlendirilmiş ve yetkili “dua merkezleri” oluşturulmuş; böylece; özel görevli “dua merkezine” yaklaşan
kasırga, üfürükçünün tılsımlı ilahi gücü
karşısında rotasını değiştirmek zorunda kalmış; ve kasırganın üfleme ve tahrip gücü kısmen
akamete uğratılarak, elhamdülillah, muhtemel afet (catastrophe) önlenmiştir.
Ey Yumurtaya can veren Allah'ım sen nelere
kadirmişsin be!! “şeyhler, müritler, mensuplar ülkesi olamaz denilen ve
aslında üç tarafı denizlerle çevrili şu cennet vatan Türkiye'mizi; ve
dahi Cumhuriyetimizi, şu Atlantik kaynaklı meşum tropikal siklonik kasırgalardan
ne olursun koru ya rabbi !!
Sevgili Abey, ne olursun ve Allah aşkına, mektup
yazmada geciktiğim için bana kızma ve gücenme. Hadd-ı zatında biz gücenilecek
adam mıyız ? İnan; Emekçiler İktidarı çarpsın ki (her zaman ekmek Mushaf
çarpacak değil ya!) daha önce yazacak durumda değildim. Memleketin hali
bildiğin gibi değil; buralarda hala, milli egemenlik ve bağımsızlık Atlantikçi Üfürükçülerin elinde ve denetiminde. üstelik bu muazzam
rezilliğin ve bağımlılığın sorumluluğu da sofistike bir
tertiple, asıl bu soygun düzenine ve çağdaş köleliğe son vermek isteyen milli
egemenlikçi ve bağımsızlıkçıların üzerine yıkılmış. Şimdi bu durumda sen
olsaydın ne yapardın Abey? Hikmet Kıvılcımlının dediği İkinci Kuvayı milliye savaşımız için elini taşın altına koymaz mıydın ?
Gerçi sen yıllar önce okumak üzere
pitoresk kent Paris’e gitmiştin. 68 gösterileri olurken bohem olup o
humanizm yıllarında Avrupa'yı, özellikle Cote D’azoure’ü bi güzel gezmiştin. Şayet; İstanbul’daki filoloji yıllarından başlayıp Parisli
yıllarında Hegelci Diyalektiğin Maddeci Dostları derneğine üye olmuş olsaydın
belki şimdilerde Türkiye’nin toplumsal ihtiyaçlarına hep birlikte çözüm arıyor
olurduk. Hem de bir “escapist”[5] olarak değil; bizzat insanın gündelik ve
ömürlük hayatındaki her türlü toplumsal/bireysel sorunları; emeğin karşılaştığı
her türlü irrasyonelliği, kavramsal olarak değil, hayatta ve hayatla
rasyonalize ederek.. Oysa, sen, bir zen monk[6] olma yolunu seçmiştin.
Kaçarak, nesnel gerçekliğin problemleri
çözülemez ki Abey ! kaçsan nereye kaçacaksın ? yerin belli işin belli; anan
belli baban belli; siyasal iktidar belli; dünyan belli; kozmos belli.. Bana yıllar
önce yazmış olduğun o Amerika'nın “ugly aspect”[7] ini yaldızlayan mektubunu okuduktan
sonra demiştim ki kendi kendime, ABD resmi makamları senin Amerika'ya dair
fikirlerinden haber olmuş olsa idi yeşil pasaportunu çoktan cebine koymuş
olurlardı.
Hala, İnsanın, siyasi polisin uzağında,
iyi yaşadığı yer vatanıdır diyorsan o başka! Ama unutma, Vatan, belirli bir
tarla, arsa parçası değildir. Kimileri için belki çek defterleri, banka kasaları, sermaye birikimi.. ya da emek sömürüsü, baskı ve zulüm saltanatı anlamına
gelebilir, ama, kimileri için de, hudut boylarında nöbet beklenen;
uğruna ölünen ve alın teri akıtılan topraktır Vatan.
Ya da Nazım’ın dediği gibi:
“Şehitler, Kuvvayi Milliye şehitleri/ Sakarya’da, İnönü’de, Afyon’dakiler/
Dumlupınar’dakiler de elbet/ Ve de Aydın’da, Antep’te vurulup düşenler/siz
toprak altındaki ulu köklerimizsiniz/ Yatarsınız al kanlar içerisinde/ Şehitler
Kuvvayi Milliye şehitleri” dir, Vatan!
Sevgili Abey, bu mutlu günlerinde hayat
memat meselelerinden bahsederek daha fazla canını sıkmak istemem. Hadi bunları
boş verelim; “hey gidi Napoli” günlerimize geri dönelim. Türk lirasının
İtalyan liretine üstün olduğu yıllardı. Gemimiz Napoli Limanına yanaşırken rıhtımda bizi bekleyişin ve bir gemi adamı gibi
halatı babaya takışın; gemiden kendimizi Napoli sokaklarına
atışımız; afrit taksi sürücüleriyle bozuk bir İtalyanca konuşup kötü kaldırımlarda
mavi panjurlu pencereleri arayışımız; stajyer arkadaşlarla hep birlikte efsanevi
Pompei kentini ziyaretimiz ve badem şekeri beyazlarımızla
kavak boylu sarışınlara sataşmalarımız; hep gözlerimin önünde.
Şiddetli bir yaz gribin vardı senin unutamadığım, antibiyotiği bardağa boca eder içerdin. Bir de mentollü cigaran, boğaz ağrın varken içtiğin.. sonra, bir gün, bizi sahilde bırakıp Capri adasına uzanan bir vapur yolculuğuna çıktın; o çıkış.. Bir daha uzun yıllar görüşemedik.
Şiddetli bir yaz gribin vardı senin unutamadığım, antibiyotiği bardağa boca eder içerdin. Bir de mentollü cigaran, boğaz ağrın varken içtiğin.. sonra, bir gün, bizi sahilde bırakıp Capri adasına uzanan bir vapur yolculuğuna çıktın; o çıkış.. Bir daha uzun yıllar görüşemedik.
Derken, şansın bir kaydı; paranın
ve eşyanın içine düştün ve paralandın! Genelleştirilmiş meta üretiminin
genişledikçe geliştiği; ve geliştikçe krizleştiği dönemlerdi.
Bilgi gibi ticaret de bereketlenmişti. Yaptığın işten çok paralar kazandın. Yedin,
içtin, eğlendin ve gezdin. Ülken dar geliyordu artık, günlüğü 1$ işçilerin olduğu
Hint adalarına gittin. Yetmedi Rio’da karnavallarda poz verdin. Mauritus ve
diğer dominyon adaları, uzak doğu hep senin ilgini
çekiyordu; gittin oraları da gördün. Derken; Londra’da İngilizce öğrenmeye
koyuldun. Bir yılbaşını da Amerika'da geçireyim dedin; ve o gidişin.. Amerika'ya
demir atışın oldu.
Ey Abey, yıllar ne çabuk geçmiş; ve
sen nihayet evlendin.
Kayın valide ile aran nasıl bakıyım; ona “anne”
demeye alışabildin mi? Başlarda zor gelebilir ama, her kayın valide damadının
elbet bir gün “anne” diyeceğini sabırla bekler. Şayet; başlangıçta sana zor
gelirse hiç olmazsa Annenin yarısını, ”An”, diyerek kendini
alıştırabilirsin. Ben öyle yapmıştım. Sen iyi niyetli olduğunu göster. Gerçi; sizde anne’ye “mem” diyorlar; “mem”in kısaltması olmuyor. Koyun gibi
“me” diyecek halin yok ya! Ayrıca; “anne” dememek için, 3.tekil şahısla konuşur gibi
öyle ortaya konuşmak da hoş olmuyor. Hem sonra, bu durumu daha ne kadar
böyle sürdürebilirsin ki? İlerde husumet konusu olabilir. Kız anaları da yaman
olur; kızını aleyhine fişikleyerek sizi mutluluğunuzdan edebilir.
Sevgili Abey, ilanda kayın pederin resmini
göremedik, yoksa; kızı bir Türk ile evleniyor diye kızına dargın mı biraz? Kız
isteme sırasında var mıydı bilemiyorum. Aman, aranızda daha şimdiden husumet
olmasın. Seni tanıması için ona fırsat ver. Onu milli içkimiz rakıyla tanıştır; kendi
ellerinle yaptığın Adana usulü tahinli
turp salatasını tattır; ve acılı çiğ köfteli bir iki tek attıktan sonra sana
açılacağından eminim.
Kayın pederinin konuşmalarını analiz
ederken sakın metafizik düşünce düzen(leniş)inde olduğu gibi analizi sentezin
karşısına koyma; hata edersin. Zira; analiz
ve sentez birbirlerinden yalıtık bir halde değildir; bilakis iç içedir. Hegel’in
dediği gibi “analiz
ve sentez varlığın gelişme anları, varlığın diyalektiğidir.”
Kayın pederin
olacak Adam, senden
stratejik müttefik olmayacağına karar verirse, senin kızıyla olan ilişkilerinde
demokratik olmadığını ve insan haklarına riayet etmediğimi ileri sürerek
birleşmiş milletlere başvurabilir. Dahası; kızımı kurtarıyorum bahanesiyle, bir
gece, uluslar arası hukukun gereği olarak, paralı haydutlar koalisyonu ile hanene bile tecavüz edebilir. Aman müteyakkız bulun! Amerikalı kayınpeder bu, ismiyle müsemma.
Bana kalırsa şu kayın pederini bir süreliğine göz altında tut Abey, kayın pederin bile
olsa, bu Amerikalılar, ayni zamanda pragmatik insanlardır. Bir yerde, Bentham’ın[8] çocukları olduğu için,
istediği sonucu elde etmek için ne gerekli ve yararlı ise onu yaparlar; hayatları yararcılık üzerine kuruludur; ve Nesnel Gerçeği
“ Yararcılık”a indirger dururlar. Eğer senden bir çıkarı, bir yararı yoksa hakkında tezvirat yaparak seni çok rahat harcayabilir.
Sevgili Abey, duyduk ki, davul zurnacıya
vize verilmediği için gelini almak için kız evine davul zurnasız
gitmişsin. Amerikan makamlarına teessüflerimi bildir. Bilirsin; bizde, davul
zurnasız ve halaya durmadan gelin
evden çıkmaz. Hatta; kimi yerlerde şan olsun diye 7 davul 7 zurna ile kız evine
gidilir. Ayrıca; gelin konvoyu da yapmamışsınız. Abey, sen gelin bahşişinden
kaçacak adam değilsin; yoksa, FBI national security (milli güvenlik) diyerek
ikinci bir emre kadar her türlü gelin konvoyu ve kına gecesi
eğlencelerini yasakladı mı !? Abey , itiraf etmeliyim ki, erkek
tarafı olarak karizmayı çizdirmişsin biraz.
Abey, hiç olmazsa kıza bir kına
gecesi yapaydın bari. Ne yani, milyarlarca mal ve hizmetin 24 saat satıldığı
özgürlükler ülkesi Amerika’da bir süper markette 250 gr kına da mı
bulamadın!? En azından bizlere iki satır yazsaydın sana 250 gr kına ihraç eder
biz de bu vesileyle hükümetten teşvik primi ve vergi iadesi alırdık. Hep hayali
ihracatçılar ve mafya şebekesinin teşvik primi ve vergi iadesi alacak hali yok
ya !
Bu arada Eşley Ablamıza Kız tarafından
neler takıldı bakıyım? Senin tek taşları ve beşibiryerdeleri
saymazsak, kolları burma bilezikler, göğsü de Amerikan dolarlarıyla dolmuştur
zahar . Aman Abey, takılarınızın kıymetini bilin; bu günlerin yarınları da var.
Sevgili Abey, akıl vermiş gibi olmayayım ama, istersen gelin hanımla da konuş, takılarınızı
sakın Amerikan bankalarının kasalarında saklamayın. Zira Amerikan ekonomisi
çöküntüde. ayakta kalmak için ha bire dolar basıp duruyor; bankalar desen soygun düzenin
bir parçası olmuş. Avucunuzdaki üç beş kuruşu da onlara kaptırmayın.
Kayın Valideni tenzih ederim ama, bunların
tarihleri (gerçi bizim gibi öyle derin ve zengin bir tarihleri yok ya) oraya buraya el koymalarla doludur. Neredeyse; Latin Amerika'sından, Uzak Doğu'suna, Afrika'sına kadar hegemonya ve sömürü uğruna el koymadıkları yer kalmamıştır. Ve bu dünyayı
kendi şahsi amaçları ve tekelci şirketlerin çıkarları için kullanıp durmuşlardır.
Bundan daha elim ve daha vahim olmak
üzere, memleket dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta
hıyanet içinde bulunabilirler (bunlar da nereden çıktı deme Abey bu kadar laf salatasından sonra sonuçta çözüme gelmek gerekiyor değil mi? Çözümü, hal çaresini göstermeden teşhiste
bulunmanın ne yararı var!?) Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini
müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler (şimdi olduğu gibi). Millet
fakr u zaruret içinde harap ve bitap
düşmüş olabilir. Ve Memleket bölünmenin eşiğine gelmiş olabilir. (şimdi olduğu
gibi)
Türküyle, Kürt'üyle, Laz'ıyla, Çerkez'iyle, Arap'ıyla, gayrimüslimiyle; Rum'u, Ermeni'siyle, Sünni'si, Alevi'siyle.. Ey Türk istikbalinin emekçileri, bu ahval ve şerait içinde dahi
vazifen, Türk İstiklal ve Cumhuriyetini halkın ihtiyaç ve çıkarlarına göre yeniden kurmaktır.
Milli egemenliği ve bağımsızlığımızı,
artık; emekçi halkın temsil etmesinin zamanı çoktan gelmiştir. Zira; bu aziz vatanın gerçek sahibi emekçi halktır. Emekçilerin vatansız olduğu emperyalist bir yalandır. Bu büyük yalana emekçiler olarak sakın kanma! Vatanına sahip çık ve İktidar ol!
Unutma; bu görev senin en kutsal vazifendir. İktidar
yürüyüşünde muhtaç olduğun kudret, sadece, senin örgütlü ve bilinçli devrimci
atılımında ve siyasal eyleminde saklıdır.. (Kusura bakma Abey, bu konular açıldı mı kendimi
alamıyorum; biliyor musun, ne zaman bu konulara girsem, günümüz koşullarına
uyarlanmış haliyle Atatürk’ün gençliğe hitabesi karşıma çıkıveriyor. Hayatta da
böyle şeyler olmaz mı; hiç hesapta yokken bir şeyler karşına çıkıverir)
Sevgili Abey ve ecnebi gelinimiz (sarışın
bomba) Eşley Yenge, apriori mektubumu bitirirken sizlere, evliliğiniz boyunca, Amerikan
Hükümetinin mutluluk anlayışına bağlı kalmadan; ve Amerikan Hükümetinin politikalarına
alet olmadan yaşamanızı dilerim. Kimseleri ezip sömürmeden yaşayarak bir yastıkta kocayıp ömür
boyu mutlu olun.. Yıldızları seyretmeyi, kutup yıldızının yerini bulmayı ve bir de müzik dinlemeyi sakın
unutmayın... bu duygularla ikinizi de öpüyorum…
Amerikan tekelci sermayesinin temsilcisi ve memuru olan Amerikan Hükümetine sataşmakla
Eşley Yengemizi de üzdüysek bizi bağışlaması için ona Müştak ERENUS’ un “sermaye
destanı” adlı şiirden bir bölüm gönderiyoruz; belki bize biraz olsun hak
verir.
Abey ve Eşley, Stefan Li’lerin olmadığı
bir dünya için yaşamanız dileğiyle bahtınız açık olsun..!
ON YAŞINDAYIM
ADIM STEFAN Lİ
NEREDEN NİÇİN GETİRMİŞLER BENİ
MANCSESTERE
ÇOCUK DÜŞLERİMİN SICAK BİR
ERKENİNDE
BİR KOVA SU İLE UYANDIRDILAR İŞE BENİ
VE İŞTE O KARANLIK ERKENDEN BERİ
SİZİN GİBİ KONUŞAMAM
KE KE LERİM
Kİ Kİ KİRDEN KAYBOLMUŞ Çİ ÇİPİL
GÖZLERİM
Sİ Sİ SİLİNMİŞ SARI ÇİLLERİM YÜZÜMDE
BEN BİR İNGİLİZ EMEKÇİSİYİM
KEŞKEKÇİNİN KEŞKEKLENMİŞ
KEŞKEK KEPÇESİ
KARANLIK OLUR KIŞ GÜNLERİN GECESİ
NASIL BİR KÖR KARANLIK SABAHIN
BEŞİNDE
ÖNCE ELLERİM KÜSER BANA
SONRA GÖZLERİM ÜŞÜR
SUSAR KALIRIM ÖYLE
SABAHIN BEŞİNDEN AKŞAMIN
DOKUZUNA İŞ
BEN 10 YAŞINDA STEFAN Lİ
HAFTADA 4 ŞİLİN VERİRLER ELİME
[1]
“Kafadan” bilmek ya da “ne kadınlar sevdim zaten yoktular” demek. “Denenmemiş deneme” diyenler de var.
[2]
Emperyalizm’in psikolojik savaşında bir ulusun milli duygu ve değerlerinin aşındırılması ve laubalileştirilmesi
suretiyle milli benliğinden vaz geçirilmesi cephesi. Vamık Volkan’ın görev
alanı da diyebilirsiniz.
[4] (70
knot’a kadar olan) Rüzgar hızına nazaran dalganın yüksekliğini ve rüzgarın
şiddetini gösteren skala.
[8]
Emperyalizmin felsefesi olan “pragmatizm”
ın ağa babası.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder