Küba, Karayip Denizi’nde ve Amerika’nın hemen burnunun dibinde bulunan
bir ada ülkesi... 1250 km
boyuyla ve 11 milyonu aşkın nüfusuyla Antiller’in
en büyük adası... Anayasasında “bağımsız
ve egemen bir sosyalist işçi devleti” olduğu yazılı olan KÜBA’nın
tarihi, sömürgeciliğe ve köleliğe karşı verilen bağımsızlık ve özgürlük mücadelesiyle örülüdür. Bu gün Küba için özgürlük ve bağımsızlık demek, ayni zamanda, VATAN demektir. Emperyalizmin baskı ve denetimden bağımsız bir vatanınız yoksa siyaseten özgür olamazsınız. Öyleyse, önce, kuş bakışı timsaha
benzeyen şu Küba’nın tarihine kısaca bir göz atalım :
|
Martin Behaim'in 1492 tarihli "elma dünyası" ERDAPFEL |
15.yy sonlarında, Katolik
İspanya monarşisinin himayesindeki
Kristof
Kolomb(1451-1506), Amerika kıtasının varlığından habersiz,
dönemin hatalı dünya haritalarına güvenerek ve atlas okyanusunda batıya doğru seyrederek Hindistan'a
ve doğu Asya kıyılarına kestirme bir
yoldan ulaşılabileceğini umdu. Çünkü bu haritalarda, batı rotasında Hindistan'a ve
Çipangu(Japonya) adasına ulaşmak için alınacak mesafeler, Afrika rotasına nazaran daha kısa gösteriliyordu. Bu mesafeler, kendi yaptığı hesaplara da uyumluydu. Kolomb, yaptığı hesaplarda, dünya çevresini eksik, Asya'nın konumunu da yanlış hesaplamıştı. Asya kıtasının doğusunu, olduğu konumdan daha doğuda göstermişti. Kolomb, gerçek dışı bu değerlendirmeler sonucunda , üç gemilik bir filoyla açık deniz seferini
başlatınca, 36 günlük yolculuktan sonra, önce, Batı Hint adaları sandığı Bahama
adalarına(Piri Reis, Kitab-ı Bahriye’sinde
Antilye sahillerinin bulunuşu diye anlatır bu keşfi), daha sonra, 27 Ekim 1492'de,
Çin toprakları sandığı Küba'ya ulaştı. Küba'dan sonra da,
Çipangu(Japonya) sandığı yeni dünyanın ilk sömürgesi olacak olan
Hispanyola adasını (Haiti ve Dominik'in bulunduğu ada) keşfetti(!)
Kolomb, Küba'ya, İspanyol Kraliyet çiftinin ilk çocukları olan
Juana’nın
ismini verdi. Ama
bu isim kalıcı olamadı, adanın yerli
halklarından olan ve
Arawakan dili
konuşan
Taino (Güney Amerika’daki
Orinoco Nehri vadisi ve deltasında yaşayan
Arawak
yerlileri soyundan gelen bir kabile)’lar yaşadıkları topraklara, “bereketli
topraklar” anlamına gelebilecek
“
Cubao”, ya da, “harikalar diyarı”
anlamına gelebilecek olan “
Coabana”
diyorlardı. Bu isim, günümüze kadar “
Cuba (Küba)”
olarak geldi ve kalıcı oldu.
|
Büyük Coğrafi Keşif: Kolomb'un haçlı-kılıçlı KÜBA çıkartması |
Kolomb’un büyük çoğrafi keşfi(!), Avrupa
monarşileri tarafından “yeni-dünya”nın sömürgeleştirilmesine
yol açacaktı. Papalık fermanı (Romanus Pontifex) ve 1494
tarihli Tordesillas Antlaşması’yla da yeni keşfedilen ve keşfedilecek
olan topraklar, Cabo Verde adalarının yaklaşık 1200 deniz mili batısından geçen boylam esas alınmak
suretiyle, İspanya ve Portekiz krallığı arasında
paylaştırılacaktı. Avrupa toprakları ve Portekize ait olan Brezilya hariç, söz
konusu boylamın batısı İspanya Krallığının; doğusu da Portekiz Krallığının olacaktı.
Küba, Kolomb ile başlayan "requerimiento" siyasetine, yani, Tanrının vekili Papa güvencesinde sömürülmek üzere fetih edilen topraklarda İspanyol Tacının mutlak egemenliğini ve zorbalığını esas alan siyasete sahne
olmadan önce, Amerikan kökenli
yerlilerin yaşadığı %60’ı ormanla
kaplı; ve topraktan bolluğun, bereketin fışkırdığı tropikal yeşil bir adaydı. Ada halkı için yaşamsal tehdidin kaynağı ve düşman, Küçük Antiller’de
yaşayan ve Karayip Denizine de adı verilmiş olan saldırgan
Caribs kabilesi idi. O
zamanlar, henüz ortalıkta, ne İspanyol sömürgecilerinin haçlı zulmü ve kölelik; ne bağımsızlık savaşçısı membise’ler; ne Amerikan doları uşağı Machado tiranlığı; ve ne de Batista
diktatörlüğünün kanlı saltanatına son
veren Fidel’lerin sosyalist devrimi vardı..
|
"İbretlik Köle" Uygarlığı |
İspanyol istilacılar (
konkistador)’ın
1510’da
Küba’ya gelmesi,
adada yaşayan
Taino,
Ciboney ve
Guanajatabey
yerlilerinin
felaketi oldu. Katliamcı
sömürgecilerin dayattığı kötü yaşam ve köleci çalışma koşulları; ve
Avrupa’dan gelenlerin beraberinde getirdiği
bulaşıcı hastalıklar 200 bin nüfuslu ada yerlilerinin nüfusunu 50 yıl gibi kısa bir sürede 5
binlere düşürdü. Adada, çalışacak yeterli yerli kalmayınca Afrika’dan kara derili köleler getirilmeye
başlandı.
Afrikalı köleler de yerliler gibi ayni yazgıyı paylaşacak ve kaçmak isteyenler avlanacak; yakalananlar ise ibret olsun diye asılacaktı. Böylece; sömürgeci ve katliamcı İspanyol
Tacı’nın görevli beyaz adamları,
elinde kutsal
kitap İncil ve kılıçla, “uygarlık” adına, köleci sömürü ve katliam düzenini
yerlilere dayatınca, adada başkaldırı ve direniş hareketlerinin tarihi de başlamış oldu.
Nitekim; çok geçmeden, 1510 yılında, Haiti’deki
İspanyol zulmünden Küba’ya kaçan Hatuey
isimli bir şef(cacique), bir grup
kızılderiliyi örgütleyerek İspanyol
sömürgecilerine ve zulmüne karşı ilk
silahlı direniş hareketini başlattı. Ancak silahlı kuvvet üstünlüğüne sahip
istilacılar, direnişi bastırarak Hatuey’i yakaladılar ve diri diri yaktılar. İlk İspanyol yerleşimi
olan Baracoa, 1511 yılında,
konkistador Diego Valazquez
tarafındın Küba’nın kuzey-doğu ucunda
kuruldu ve onu diğerleri takip etti. Böylece, 1600'lerdeki korsan tacizleri ve 1762'de İngilizlerin Havana'yı ele ğeçirmesi hariç, 1511’de başlayan ve 1889 yılına kadar sürecek olan yaklaşık 400
yıllık İspanyol egemenliği Küba’da fiilen başlamış oldu.
10 Ekim1868
yılında, şeker fabrikası sahibi olan
avukat Carlos Manuel Cespedes, mahiyetinde çalışan kölelerini azat ederek bir
grup silahlı yurtseverin başına geçti. Ve İspanyol sömürgecilerine karşı 10 yıl
sürecek bağımsızlık savaşını başlattı. Cespedes, oğlu Oscar sömürgeci İspanyollar tarafından hapse atıldığında ve daha sonra kendisiyle pazarlık konusu yapılıp öldürüldüğünde: "Benim tek çocuğum Oscar değil;ben devrim için can veren tüm Kübalıların babasıyım" demişti. Ve 20 Ekim 1868'de Bayamo kentinin ele geçirilmesi sırasında ilerde Küba'nın ulusal marşı olacak Bayamo Marşı doğmuştu :
"Bayamo halkı savaşa hazırlan/ Bu şanlı vatan senin/ Korkma şerefli bir ölümden/ Vatan için ölmek yaşamaktır./ Zincirlerimizle yaşamak/ Yaşamaktır onursuzlukla ve boyun eğerek/ Kulak ver ulusun çağrısına:/ Hazırlanın cesur çocuklar savaşmaya."
|
Machete |
1895' deki bağımsızlık savaşı sırasında Küba Kurtuluş Ordusu başkumandanlığını da yapacak olan Maximo Gomez, 1868'deki bu savaşa katılmış; ve meşhur "machete(masete) saldırıları" ile sömürgeci İspanyol birliklerinin kabusu haline gelmişti. Gomez, Mambise (bağımsızlık savaşçıları)'leri sömürgeci İspanyol birliklerine karşı, aslında bir tarım aleti olan ve şeker kamışı kesiminde de kullanılan machete (masete) adı verilen keskin palalarla donatmış; ve tüfekli sömürgeci İspanyol birliklerinin korkulu rüyası olmuştu..
Antonio Maceo da yiğit ve korkusuz bir bağımsızlık savaşçısı(mambi) idi. Er olarak katıldığı Ulusal Kurtuluş Ordusunda, gösterdiği kahramanlıklar sonucu general oldu. 1895'deki bağımsızlık savaşında hayatını anti emperyalist mücadeleye adamış bir mambise komutanı olarak öldü ve efsane oldu. Maceo, mambise savaşcısı bir aileden geliyordu. Annesi Mariana Grajales ilk devrimci kadındı. Babası ve 15 kız ve erkek kardeşi mambise savaşçılarına katılarak canlarını bağımsızlık uğrunda vermişlerdi.
Devrimci, yurtsever aydın-asker-toprak sahiplerinin öncülüğünde, topraksız köylülerin (campesinos), azat edilmiş kara derili kölelerin, yoksul melezlerin ve toplum geri kalan ezilen kesimlerinin katıldığı 10 yıl süren ulusal bağımsızlık savaşı, sömürgeci İspanyolların üstünlüğüyle 1878' de son buldu. Ancak; bu savaştan sonra, Kübalılar bazı
siyasi haklar ve özgürlükler kazandı. Milliyetçi duygular ve milli bilinç uyandı. Kölelik kaldırıldı. Afrika kökenli siyahiler ile Kübalı İspanyolların torunları olan Kreoller birleşti ve nabızları bağımsız milli Küba için atmaya başladı. 19.yüzyılın ortalarında çalıştırılmak üzere adaya getirilen on binlerce Çinli de bu sürece katıldı. Ve artık "özgürlük vatanımızdır" diyebilecek bir Küba Ulusu doğmak üzereydi.
|
Machete'li Mambise Birlikleri |
1895’de, bu kez, başta Küba’nın ulusal kahramanı devrimci Jose Marti olmak üzere Antonio
Maceo ve Maximo Gomez önderliğinde Mambise (kuvva-yı milliye güçleri) denilen Anti-İspanyol Kübalı yurt severlerin bağımsızlık mücadelesi patlak verdi. Marti, her kesimden insanları ve göçmenleri bağımsız ve halkçı bir Küba için örgütledi. “efendi değiştirmekle özgür
olunmaz “ diyordu; hem İspanyol egemenliğine
hem de Amerika emperyalizmine karşı bağımsız Küba’yı savunuyordu. ABD’li
tekellerin ve finans sermayenin Küba’daki emperyalist emellerine dikkat
çekiyordu. Çıkarları ve amaçları farklı
olan iki Amerika var diyordu: Bir yanda emperyalizmin
Amerikası, diğer yanda ise, Meksika-Amerika sınırındaki Rio Grande’dan Patagonya’daki
Tierra del Fuego’ya uzanan bağımsız Latin Amerika Birliği’ni ifade eden “Bizim
Amerika”.. Tek bir ulus ruhunu taşıdıkları için ya hep beraber sağ kalacak ya da birlikte yok olacak olan halklardan oluşan bir Amerika.. Marti, bu bilinçle anti-emperyalist bağımsızlık mücadelesine rehberlik edecek olan Küba Devrimci Partisini de örgütlemişti. Fakat ne yazık ki Küba'nın milli kahramanı, bu yüce gönüllü bilge adam, devrimci şair, Mambise'lerin önderi, o "parlak ve cesur yıldız" Jose Marti henüz 42 yaşındayken, İspanyol sömürgecilerine karşı Küba'nın kurtuluş savaşını yönetirken Oriente eyaletindeki bir çatışmada hayata veda etti. Küba devrimi öksüz ve yönsüz kaldı. Bir şiirinde şöyle demişti:
|
Jose Marti(1853-1895) |
Aynı yalınlıkla ölmek isterim
Kırda bir çiçek gibi, sakin, gösterişsiz.
Mum yerine yıldızlar parlasın üstümde
Yeryüzü uzansın altımda sessiz.
Ben aydınlık ve özgürlük delisiyim
Varsın hainleri gizlesinler soğuk bir taş altında
Dürüstçe yaşadım ben, karşılığında
Yüzüm doğan güneşe dönük öleceğim.
(çeviren: Ataol Behramoğlu)
Küba, 1898'de, adadaki İspanyol egemenliğine son vermek üzereyken, o sırada Havana körfezinde demirlemiş bulunan ABD'nin Maine zırhlısı havaya uçuruldu. Patlamada, 268 mürettebat hayatını kaybetti. ABD, patlamadan İspanyolları sorumlu tuttu ve ulusal güvenlik ve çıkarlarını gerekçe göstererek savaşa dahil oldu. Savaşta İspanyollar yenilince ABD, 1 Ocak 1899'da Paris Antlaşmasıyla adada İspanyol egemenliğine son verdi; Küba'yı işgal etti ve Küba Hükümetine el koydu. Küba, 1901 yılında onaylanan yeni anayasası ile
Amerikan emperyalizmi himayesinde “göstermelik”
bağımsızlığını kazandı. Ancak, ABD bu yeni anayasaya zorla ilave ettirdiği "Platt Düzenlenmesi" ile de ABD şirketlerine Küba'nın kömürcülük ve denizcilik alanlarına sömürü serbestisi getiriliyordu. Ayrıca; ABD, Platt Düzenlemesi sayesinde, gerektiğinde, Küba'yı askeri olarak da işgal edebilecekti. Nitekim; ABD, bu maddeye dayanarak Guantanomo'da kendine bir deniz üssü edinmede gecikmedi; ve çeşitli bahanelerle 1906 ve 1912 yıllarında adayı iki kez işgal etti. Birinci işgal dört yıl sürdü; ikincisi ise birinci dünya savaşının patlak vermesiyle sona erdi. Böylece, ABD'nin üçüncü başkanı Thomas Jeferson'un 1817'de söylemiş olduğu "Küba'yı ele geçirirsek Karayiplere hakim oluruz" görüşü bir bakıma hayata geçmiş oluyordu.
Bundan sonra, 1959 Küba Devrimi’ne kadar sürecek olan Amerikan
kuklası yönetimler ve faşist diktatörlükler dönemi başlayacak; ve Küba, Amerikan emperyalizminin tam bir "arka bahçesi" olacaktı. Toprağı olmayan 200 bin köylü ailesi sefil ve perişan bir haldeyken United Fruit ve West Indian şirketlerine Oriente eyaletindeki topraklar peşkeş çekilecekti. ABD emperyalizminin ezdiği ve sömürdüğü halk kitleleri ve milli sınıflar arasında tekelci sermayeye ve onun yerli işbirlikçilerine(büyük toprak sahipleri, mafya, komprador sermaye..) karşı yarı sömürgelikten kurtuluş mücadelesi yükselince, 1925'de, yükselen devrimci sınıf mücadelesini ve anti-emperyalist mücadeleyi bastırsın diye bu kez tekelci şirketlerin adamı general Machado'yu iktidara getirdiler. Machado, sosyalist partisini kapattı; ilerici gazeteleri yasakladı; devrimci örgütleri dağıttı. Adada terör estirdi. Machado'nun kanlı saltanatı, halkının tepkisi, grevler ve ordunun halka verdiği destek sonucu ancak 1933'e kadar sürebildi. Ve ardından liberal iktidarlar dönemi başladı.
1939'da, Kurucu Meclis seçimleri yapıldı. Bu Kurucu Meclis, halkçı, ilerici, milli bir anayasa hazırladı. Bu halkçı anayasa 1940 yılında kabul edildi. Bu gidişattan hoşlanmayan Amerikan tekelci sermayesi 1940 anayasasına rafa kaldırmak ve devrimci anti-emperyalist mücadeleyi sönümlendirmek için, bu kez, başlangıçta bir çavuş olan daha sonra generalliğe kadar yükseltilen Batista'yı bir hükümet darbesiyle 10 Mart 1952'de iktidara getirdi. Ve iktidara gelir gelmez, Batista, halk ve emek düşmanı kanlı programlarını uygulamaya soktu.
Diktatör Batista rejimini yıkmak amacıyla Fidel Castro liderliğinde 26 Temmuz 1953'da, Santiago'daki Moncado Kışlası'na bir baskın düzenlendi. Baskın başarısız olunca Fidel Castro 15 yıl hapse mahkum oldu. Ancak; iki yıla yakın hapis yattıktan sonra Fidel Castro Meksika'ya sürgün edildi. ve orada devrimci çalışmalarına ve hazırlıklarına devam etti. 25 Kasım 1956'da, içlerinde Che Guevara'nın da olduğu 87 devrimciyle birlikte Fidel Castro,
Granma yatıyla adaya çıkartma yapmak üzere Meksika'dan ayrıldı. Sierra Maestra dağlarında Batista rejimine karşı iki yıldan fazla süren gerillaların örgütlü silahlı mücadelesi zaferle sonuçlanınca Batista kaçmak zorunda kaldı ve 1 Ocak 1959'da Fidel, böylece iktidarı ele geçirmiş oldu. Ve 5 ocak 1959'da devrimci hükümet kuruldu. Ve sonrasında Atlantik'te sosyalist bir ada doğdu.
1961 yılında, CİA, Castro rejimini devirmek için Domuzlar Körfezi ( Bahia de Cochinos) Çıkartması'nı örgütledi. Bu karşı-devrimci girişimin başarısız olması üzerine, Fidel Castro
Sosyalizmi resmen ilan etti. Muhtemel bir ABD işgaline karşı, vatan savunması için, Sovyetler Birliği'nce, Türkiye'deki nükleer başlıklı füzelere karşılık, Küba'ya nükleer başlıklı füzeler yerleştirilince 1962'de
Füze Krizi patlak verdi. 1991'de Sovyetler Birliğinin çökmesiyle de 30 yıl süren kalkınma ve yardım dönemi bitti ve "Period Especial" denilen "Özel Dönem" başladı ve Küba turizme açıldı.
Kısa bir tarihini anlatmaya çalıştığımız Küba, günümüzde, kıt kaynakların hakça bölüşümü üzerine kurulu ekonomisiyle; kadın-erkek haklarında denkliğiyle; sağlık, bioteknoloji, eğitim, barınma, iş edindirme, sosyal yardım, bilim, sanat, bale, müzik, spor, turizm.. alanlarındaki başarısıyla; ve en önemlisi, ABD emperyalizmin abluka ve ambargosuna rağmen, enkaz bir "geçmişten" sosyalist bir
"gelecek" hazırlamasındaki bilinçli inadıyla, Nazım'ın dile getirdiği o
"Büyük İnsanlık" ın
"umudu" olmaya devam ediyor.
Vatan Partisi Uluslararası İlişkiler Bürosu'nun 12-19 Mayıs 2016 tarihleri arasında "umudun Adası" Küba'ya düzenlemiş olduğu 8 günlük geziye ben de katılmıştım. İşte o geziden bende kalan izlenim ve anılar:
|
Rus hava yollarına ait Vladimir Visotsky isimli yolcu uçağı |
Benim üç Vladimir’im vardı:
Vlamidir İlyiç, Vlamidir Mayakovski
ve Vlamidir Visotsky.. Onlardan
biri, Vlamidir Visotsky, bu kez, asi gitarı
ve rejim aleyhtarı sesiyle değil de, isminin verildiği Aeroflot hava
yollarına ait bir uçakla 12
saat süren bir yolculuktan sonra, bizi, Moskova’dan Havana’ya getirmişti. Tarih, 12 Mayıs 2016 yerel
saat 13:30. İşte; artık "göklerde eriyip gitmek isterdim"
diyen Jose Marti
havaalanındayız! Gözümüze çarpan ilk şey tanıtım panosundaki Küba'da üretilen iki bira markasından biri olan: Bucanero (Korsan) birasıydı.. Bir de kalın dudaklı üniformalı melez kadınların (Mulatas) Pasaport denetiminde cazibeli edaları..
|
Bucanero(Korsan) markalı Küba Birası |
Havada
henüz sebebini bilemediğimiz bir motorin kokusu ve tenhalık duygusu.. geciken bagajlarımızı
bekliyoruz. Sakin, telaşsız ve cana yakın insanların yavaş işleyen zamanları diyarındayız sanki..
Biz de kendimizi bu zamanın akışına bırakıyoruz. Derken, bir eksik tamam oluyor
bagajlarımız. ve sıra CUC (Konvertibıl
Küba pezosu, KUK diye okunur) almaya geliyor. Kübalılar, 50 yılı aşkındır paraya
fazla ihtiyaç duymadıkları bir sosyal düzende yaşıyor olabilirler, ama, bizim, temel ihtiyaçlar için Küba parasına ihtiyacımız var. Ayrıca; her ne kadar meta-çağı’nın alış veriş çılgını çocukları olmasak da alış-veriş için de paraya ihtiyacımız olacaktı.. KUK'larımızı kuyruğa girerek aldık. 12.05.2016 itibariyle 1 Euro =
1.09757 KUK’tu.. ve kalacağımız casa particular( aile pansiyonu)’a gitmek üzere havaalanı taksisiyle Havana yollarına koyulduk.
|
Che ve Camilo |
|
Fidel ve Camilo Havana'ya girerlerken.. |
Pansiyonlarımız, yaklaşık
yarım saatlik mesafedeydi.
Yolculuğumuz
boyunca direksiyondaki amigodan şöyle Sierra Maestra
dolaylarından bir
‘son’ çalmasını
istiyoruz. Ama
neşeli yoldaşımız
bize
“arızalı-faal”
otomobilinin radyosundan
ancak
salsa
türevi bir
timba bulabiliyor. Ve bir
süre sonra
Devrim Meydanı’ndan
geçiyoruz. Sömürülen
ve ezilen halkların
er geç
bir gün buluşacağı meydandan.. Tam karşımızdaki haberleşme ve enformasyon
bakanlığı bina duvarında silueti olan
geniş şapkalı
ve “modası geçmiş
sakallı”
efsanevi devrimci ise,
Camilo Cienfuegos.
Camilo, Castro’nun görevlendirmesiyle, devrim
sonrası karşı-devrimci bir girişimi bastırmak için gittiği Camagüey’den dönerken genç yaşta (27) bir uçak
kazasında hayatını
kaybeden önder devrimci.
İsmi, bir kentte verildi. Che Guevara da,
kendi oğluna, yoldaşı Camilo’nun
ismini vermişti.. Camilo için yapılmış belgeseli,
“özel
bir devrimci”yi, ispanyolcasıyla
https://youtu.be/aXFat8sfNfM
'den izleyebilirsiniz.. Şimdi,
Carlos Puebla’nın söylediği
“Camilo
için canta” yı dinlemenin tam zamanı:
https://www.youtube.com/watch?v=lCuKQWZZcCs
|
Küba'ya hoşgeldin mohitosu
|
Ve kalacağımız ev pansiyonlarına varıyoruz. Kübalı
rehberimiz İki çocuk annesi Zahide (Zenaida) Hanımla tanışıyoruz. Bizler için
hazırlanmış olan mojito(mohito)’ları, “viva la revolition Cubana!!”
Yaşasın Küba devrimi!! dileklerimizle içiyoruz. Mohito da ne? Anlatıyım..
Mohito, Küba’nın milli içkisi Rum(Rom) ile yapılan serinletici bir
kokteyl. Birkaç parça taze nane yaprağını dalıyla alıyorsun, sapı aşağıda
yaprakları yukarda olacak biçimde geniş ve uzun bir limonata bardağının
dibine buruşturarak koyuyorsun.. üstüne yarım küçük limon suyu ve bir çay
kaşığı esmer toz şeker; biraz da gazı kaçmamış soda koyup (hepsi bardağın 1/3’ü
olsun) tokmakımsı bir ahşap ile biraz döver gibi yaparak,
örselemeden, nane yapraklarını kokusunu çıkarıyorsun. Üstüne, bardağın
1/3’ü oranında rom koyuyorsun; ve bardağın geri kalanını silme buz ile
dolduruyorsun. (isteyen limon ve soda ayarını kendine göre yapabilir.). Hadi
daha fazla soğutmayın; saplayın pipeti içine ve serinleyin; bi hoş olun!
İçtiğim mohitoların En ucuzu 2 Kuk’tu, en pahalısını da Mohito’nun doğum
yeri olan Bodeguita
del Medio'da içmiştim; 4 Kuk’tu .. Geleneksel Küba mutfağından
örneklerin de sunulduğu 1942 tarihli bu rastoran-bar çok
meşhurdur Havana’da. Salvador Allende, Gabriel Garcia Marquez, Ernest
Hewingway, Pablo Neruda, Nicolas Guillien, Augistin Lara, Nat King Cole..
gibi daha pek çok ünlü siyasetçi, sanatçı, müzisyen, edebiyatçı, şairin
uğrak yeri olmuştu vaktiyle.. Şimdi, Angel Martínez’in patronu olduğu La Bodeguita
del Medio’sundan birkaç enstantane paylaşalım:
|
Bar Katibi Şaka Şaka siparişleri alıyor. |
|
|
Mohito duvarında iz bırakanlar
|
|
Mohitolar ve Mohitocular |
|
Nicolas Guillen'den Bodeguita için bir güzelleme |
|
La Bodeguita del Medio (yolun ortasındaki dükkan) girişi |
Devrim öncesi Batista Küba’sının kumarhane, fuhuş ve mafia kapitalizmi döneminden
kalma şu 1950’lerin klasik Amerikan arabaları, Havana turu için bizleri
bekliyor.. 58 DeSoto mu, 59 İmpala mı, yoksa, direksiz 56 Bellair mi
istersiniz? Ya da Studebaker mi? Hepsi Küba’da
mevcut. Ama servisleri yok işte, herkes kendi otomobilinin doktoru olmuş.
Ve Otomobil uçar gider, ömrüm Malecon’dan
geçer gider, ben talihin peşinde Havana'da, talih benden kaçar gider... Malecon, 7 km’lik
bir sahil bulvarı..Bir ucu sömürge Havana'sında
ise diğer ucu Batista’nın kalantor semti Vadedo’da.
Malecon, teskin olmak üzere sahile doğru koşturan azgın dalgaların şahlanışına karşı örülmüş bir duvar, bir dalga-kıran aslında.. Sen onu gün batımında görmelisin, Habanero (kent sakinleri)' ların akınına uğrar. Buluşmak, yürümek, serinlemek için gelenler; müzik yapanlar; romunu, birasını içenler; ummana derdini dökenler; dudağında büyülü sözü olan aşıklar, "gözlerinin içine başka hayal girmesin" diyen sevgililer; enginde günün batışını seyredenler; gönül ve göz dinlendirenler; elinde gitarıyla "son Kübano" söyleyenler; piyasa yapan seyyar satıcılar, jinetero (dolandırıcı)lar, jinetera (bedenleri üzerindeki haklarını paraya çeviren kadınlar)'lar... ve canlılığın, doğurganlığın, denizlerin, okyanusların, göllerin, akarsuların tanrıçası Yemaya'ya adak ve dilekte bulunan Afro-Küba dini Santeria'ya inananlar gibi... daha pek çok ilginç insanları Malecon'da, sunak denizinde, görebilirsiniz. Yemaya için Celia Cruz söylüyor: (https://youtu.be/E4pyJ9Df27E)
|
Malecon bulvarında otomobil uçar giderken |
Şimdi, siz Malecon duvarında biraz gezekalın ve denizde
hülyalara dalakalın ben sizlere bir de Celina y Reutilio'dan, 1949'lardan kalma Santa Barbara'yı dinletiyim: https://youtu.be/K0_0frqtOok
Katolik azizesi Barbara'nın Santeria inancındaki muadili, Chango'dur. Peki Chango kim? Chango, Santeria dini panteonunda en büyük tanrı, tanrıların tanrısı, evrenin yaratıcısı olan OLODUMARE (Olorun,Olafi) ile inananları arasında aracı olan bir ORİSHA(ORİŞA), yani, alt tanrı ve tanrıça diyebileceğimiz ilahi güçlerden biri.. Orişa'ların, mitolojik tanrılar gibi, insani yetenekleri ve özellikleri bulunur. Bunların, kendilerine özgü elbiseleri, sembolleri, renkleri ve yiyecekleri var. Örneğin, sağlık ve hastalık Orişa'sı olan Babalu Aye, pespaye giyinir, koltuk değneği ve köpeğiyle gezer. Gündelik hayatta Orişa'ların insanların kaderi üzerinde de etkisi olduğuna inanılır ve ona göre ibadet edilir. Santeria dini inanları, Orişaları çağırmak için ayinler yapar; kutsal davullar (bata drums) çalar, şarkılar söyler ve dans ederler. Bu Orişa'lar, sömürgecilik döneminde Batı Afrika'dan köle ticaretiyle Küba'ya ve Karayiplere geçmiş; ve katolik hristiyan aziz(e)'leriyle buluşup; bağ kurmuş; uyuşturulmuş; ve kaynaşmışlardı. Orişalar arası İlahi iş bölümünde Chango'nun payına düşen, erkekliği temsil etmesi ve gök gürlemesinin, kutsal davulların ve dansın tanrısı olmasıdır. Chango ve Yemaya için bir saygı daha.. Dinleyelim bakalım: https://youtu.be/wjfpthLPbLk
16.yy'da başlayan ve 18.yy sonrasında giderek artan Batı Afrika'dan Küba'ya yapılan köle ticareti sonucu adadaki siyahi kölelerin nufusu 700 bini bulmuştu. Santeria dini, işte, adadaki sömürülen siyahi kölelerin inanç ve gelenekleri ile sömürgeci İspanyolların egemen dini olan katolik hristiyanlık arasındaki çelişkiden doğdu. Santeria(İspanyolcada "azizlerin yolu" demek), özellikle güneybatı Nijerya(Yoruba halkının yaşadığı yerler) 'lı kölelerin yanlarında
Küba'ya getirdekleri Yoruba geleneklerinin katolik hristiyan azizleri ile çaprazlamasından doğmuş melez bir dindir. Esas itibariyle kölelerin ve ezilenlerin dinidir Santeria. Santeria, Yoruba dilinde Lucumi olarak bilinir; ve "dostluk" anlamına gelir. (meraklısı için: http://academics.smcvt.edu/africanart/Katie/Katie%20M/santeria.htm )
Mambise (kuvva-yı milliye)'ler, sömürgeci İspanyollara ve yankee emperyalizmine karşı savaşırlarken koruyucuları Orişa'larından ilham ve güç alarak savaşmışlardır. Bu bakımdan Santeria dini, Marx'ın dediği gibi, "halkın afyonu" değil; bilakis; sömürülen, ezilen Afro-Kübalıların, Mestizo( İspanyol ve Küba yerlisi karışımı melez)'ların, Kreoller( İspanyolların Küba doğumlu torunları)'in, Mulato(İspanyol ve Afro-Küban karışımı melez)'ların, ve yerlilerin bağımsızlık ve özgürlük uğrunda bir mücadele aracı olmuşdur..Santeria dininin Orişa'ları, sömürgeci İspanyolların akıttığı kan ve gözyaşı vadisinde ve merhametsiz yankee emperyalizmin cehenneminde yoksulların, işsizlerin, topraksız köylülerin, kimsesizlerin, bedenlerini satmak zorunda kalan çaresiz kadınların.. yani, sömürülen, ezilen o "büyük tahammül" ün hep yanında olmuştur.
|
Castro, Cohiba'sını tüttürürken |
Biz, şimdi, Santeria(Lucumi)' nın Orişa'larını devrim sonrasının çocuğu Cohiba purosunun gizemli dumanına sarıp sarmalayalım ve Havana'nın seçkin semti Miramar'dan ve Almenderes Parkı'nın rejim aleyhtarı kökü dışarda ulu ağaçları arasından geçerek kısa gezintimizi tamamlayalım. Ve Fidel Castro'nun aromasına çarpılmış olduğu şu Cohiba purolarının bir tadına bakalım.. Komşu barda da Fidel için bir parça çalmış olsun: https://www.youtube.com/watch?v=4TNWbIEZJAY
Puro, Cohiba adıyla henüz ortada yokken, puro tutkunu olan Castro'nun koruması, özel tütün karışımından puro yapan bir arkadaşının getirdiği puroları tüttürürmüş. Puronun Nefis aromatik kokusu da, her seferinde Castro'yu çarparmış. ve bir gün Castro, hastası olduğu bu nefis puronun üretimi için kolları sıvamış. Başta o özel puroyu yapan adam olmak üzere herkesi seferber etmiş ve Cohiba markalı purolar da böylece doğmuş. Puroların uzun bir süre nerede ve nasıl üretildiği de sır gibi saklanmış.. Ve başlangıçta belli bir süre piyasa için üretimi yapılmamış.. Cohiba için şu anda dünyanın en gözde purosu olduğu söyleniyor .. Küba,
gerek bereketli toprakları gerekse elverişli iklimi nedeniyle Puro
üretiminde kullanılan en kaliteli tütünlerin yetiştirilmesi ve tecrübeli
puro üreticileri bakımından dünyada bir numara.
Puro içimi, ilk kez nerede ve nasıl başlanmış diye soracak olursanız bu tam olarak bilinmiyor. Ancak; Guatemala'da bulunan ve 10.yy'la tarihlenen bir seramik çanak kabartmasında, Maya yerlileri, sarılmış tütün yaprakları tüttürürken betimlenmiş. Bunun Maya dilindeki karşılığı ise tüttürmek anlamına gelen "sicar(sikar)" mış. Sikar'ın Kolomb öncesi Karayip adaları yerlilerince de yaygın bir kullanımı varmış. Kolomb'un mürettebatından üç gemiadamı, ilk kez, Hispanyola (Haiti-Dominik) adasında yaşayan yerlileri, mısır kapçığı, muz ve palmiye ağacı yapraklarına sarılmış kurutulmuş tütün yaprakları içerlerken görmüş. Kolomb,
Karayip adalarını keşfedince, tütünü (tobacco) ve tütün içimini de keşfetmiş oldu. Böylece; Karayip yerlilerinin sikar'ı, İspanyolcaya "cigarro"; İngilizceye de "cigar" olarak geçmiş oldu. John.F. Kennedy, Küba için, 7 Şubat 1962'de ticari yaptırımları imzalamadan önce kendisi için tiryakisi olduğu Küba purosundan tam 1200 adet depolamış. Bunu başkası yapsa adı karaborsacıya çıkardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder