24 Temmuz 2016 Pazar

AMERİKAN EMPERYALİZMİNİN HİZMETİNDEKİ FETHULLAH GÜLEN (“HİZMET”) HAREKETİ SINIF MÜCADELESİNİN NERESİNDE?



Toplumsal-Tarihsel gerçek göstermiştir ki toplumlar, esas itibariyle, çıkarları birbirleriyle uzlaşmaz ve uyuşturulamaz olan  iki farklı  toplumsal sınıftan oluşmuştur. Belli bir üretim tarzının sonucu olan  Sömüren-sömürülen, ezen-ezilen” diye ifade edilen bu sınıflar tarih boyunca farklı biçimler ve adlar almışlardır. Bu sınıfların modern zamanlarda aldığı biçim, sermaye egemenliğini temsil eden “patron sınıfı” ile, yaşamak için emek-gücü’nü piyasada satmak zorunda kalan  “işçi sınıfı”dır.

Günümüzde, yani milli devletler ve kapitalizmin emperyalist (tekelci sermaye egemenliği ve militarizm) çağında, hakiki egemen sınıf, küresel güç(ler) denilen ve karakterinde militarizm bulunan  sınır-tanımayan-egemen sermeye sınıfı dır.Yani; egemenliğini ve ideolojisini  dünyanın dört bir yanına yaymak isteyen insanlık düşmanı  sınıf…Her yerin ve her şeyin ondan sorulduğu  biricik  bencil sınıf.. İstediği gibi üret(tir)en-paylaştıran-dağıtan-tükettiren anarşist bir sınıf.. İşte bu özel sınıf, günümüzde,  en iyi biçimde Amerikan Emperyalizmde ve Amerikan emperyalizmi ile temsil edilmektedir. Dolayısıyla;  ABD Emperyalizmine karşı yapılan mücadele ve savaş, ister istemez, bir sınıf mücadelesi ve savaşı anlamına gelecektir.

Dünya çapındaki bu  egemen ve baskıcı-zorba-ezen sınıf,  kendi egemenliğini mutlaklaştırmak için kendi özel sınıfsal dünyasını herkesin dünyası yapmak ister.Ve bunun için, toplumsal ve tarihsel olarak üretilmiş olan felsefi, hukuki, dini, siyasi, etik, askeri, edebi, bilimsel, sanatsal… ne varsa onların hepsini kendisine araç ve alet yapmak ister. İşte Fethullah Gülen Hizmet(!) Hareketi bu bağlamda  Amerikan emperyalizminin hizmetinde,  TEKELCİ (küresel) egemen sınıfın bir aleti ve aracı’ dır.

Zaten Fethullah Gülen’in bizatihi kendisi de, bu gerçeği saklamamış;  ve gönüllü olarak ABD emperyalizminin hizmetinde birer  alet ve araç olduğunu  dile getirmekte bir beis görmemiştir:

"Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir iş yaptırmazlar. Şimdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, Amerika ile çatıştığınız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz."  ( Nevval Sevindi, Fethullah Gülen ile New York Sohbeti, Sabah Kitapları, 4. basım, İstanbul, Aralık 1997, s.39. )


"Amerika şu andaki konum ve gücüyle bütün dünyaya kumanda edebilir. Bütün dünyada yapılacak işler buradan idare edilebilir. Amerika hâlâ bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır. Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli. Amerika gözardı edilerek şurada burada bir iş yapılmaya kalkılmamalı "   (Nevval Sevindi, Fethullah Gülen ile New York Sohbeti, Sabah Kitapları, 4. basım, İstanbul, Aralık 1997, s.39. )

Peki, nasıl oluyor da Tekelci Sermaye güçlerinin memurları( Beyaz Saray-CİA-MOSSAD-MI 6),  asyadan afrikaya, avrupadan latin amerikaya dünyanın dört bucağında okulları olan ve milyarlarca dolarlık servete hükmeden  ilk okul mezunu olan bir vaizi,  Fethullah Gülen'i,  alet ve araç yapmaya değer görüyor?

Çünkü; emperyalizm için Fehhullah Gülen, elverişli bir cevher; karlı  bir mal ve  kullanışlı bir maşa. 1945’lerden sonra başlayan Amerikancı-Nato’cu gerici-dinci  siyasetler dini siyasete alet edince, tarikat ve cemaatlerde ilerlemeler oldu. Bu elverişli ortamda, özellikle de  1970’lerden sonra ve 1980’deki Amerikancı darbeden sonra, istisnasız, tüm T.C Hükümetleri, Fethullahçı Hareketin şu ya da bu biçimde büyümesine hizmet etti. Bu süreçte,  emperyalizmin memurlarınca, Fethullah Gülen’nin  karşı-devrimci bir cevher olduğu iyice  anlaşıldı. Ve ABD adamakıllı onu işlemeye koyuldu ve himayesine aldı.

ABD ve  AB emperyalizminin milli devletleri yıkma ve Türkiye’yi Atatürksüzleştirme projesine uygun olarak Tayyip Erdoğan ve AKP,  2002 yılında iktidar yapıldı.  Daha sonra;  Amerikan emperyalizminin himayesindeki Tayyip Erdoğan, Büyük Ortadoğu Projesi Eş Başkanlığı ile de taltif edildi.  İşte bu süreçte;  Fethullah Gülen Tayyip Erdoğan ile iş ortaklığı yaparak anasayal kurumlardaki kadrolaşmasını hem hızlandırdı hem de arttırdı. Ancak, zamanla, Tayyip Erdoğan’ın, görece, Emperyalizmin çıkarlarıyla yer yer çatışmasıyla da, Tayyip Erdoğan’ı ve tüm anti-Amerikancı muhalifleri  tasfiye etmek üzere, Fethullah Gülen’e  Türkiye’yi yıkma   projesinde   “esas oğlan”  ve  “bizim çoçuklar(our boys)”  rolü verildi.

Zaten 40 yıldır devletin tüm anayasal kurumlarına sabırla ve sinsice sızarak yuvalanan Fetullah Gülen, müritlerine bir “şah damarı”ndan daha yakın olan  bir  “mehdi” olarak,  bu kutsal   role hazırlanmaktaydı.   Amerika’nın “Our Fethullah’s Boys’u, yani;  “bizim” Fethullah’ın Çocukları,  “o kutsal gün” gelip çattığında, Amerikan İslamı(!) nı hayata geçirmek için kendi öz evlatlarına, kardeşlerine, yani bağrından çıkıp geldiği Türkiye Halkı’na, Türk Milleti’ne mermi ve bomba yağdırmakta  tereddüt etmedi.  

Ne diyordu Fethullah Gülen o ünlü tiradında:

Adliyede, mülkiyede mevcut olanlar mevcudiyetlerini koruyamazlarsa arkadan gelenlerin mevcudiyetini koruyamayız.  Bir taraftan kanun ve kuralları; bir taraftan da kanun ve kural adamı olmak imajını kullanmalıyız. Yani sizi gören, bunlar kurallara harfiyen riayet ediyor demeli. Ta ilerilere gitmeli; can damarları içinde dolaşmalıyız. Cepheleri öğrenmeleri lazım. arkadaşlarımız, hukuk sistemini, didik didik etmeliler. Sistemin püf noktalarını bilmeleri lazım..Biz de, çalışıp; onları istifade edecekleri mevkilere getirmeliyiz. Dikkatli olmalıyız. Erken harekete geçersek tepemize binerler. Durmadan hazırlanmalıyız. Zamanı gelince, uygun boşluk bulunca, maratona geçeriz. Devlet memuru arkadaşlarımız kahramanlık yapamazlar. Erken vuruş yaparlarsa dünya başlarını ezer.  Bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğimiz ana kadar her adım erken sayılır."

15 TEMMUZ’ da,   Amerikan emperyalizmine  “hizmet”  hareketinin  ve Süper-Nato’ nun o “nurlu”  çocuğu’nun   “erken adımı” bastırıldı ve cinnet geçiren Fethullahçı üniformalı hainler ezildi. Fethullah Gülen’in o ılımlı-İslam ” bed ve gud(good)” duaları darbe girişiminin başarılı olmasına  kar etmedi!  Halk ve  vatan düşmanı Fethullah Gülen’in  bir dönemler her kesin kafasında bir hale gibi taşımaya can attığı  o “CİA  nuru”,  kuvva-yı milliye ruhuyla söndürüldü. CİA istasyon şeflerinin kefil olduğu Hoca Efendi'nin ne hocalığı kaldı ne  efendiliği; Emperyalizm borsasındaki 40 yıllık değeri, bir gecede, tepetaklak oldu. Tabi; Amerikan büyük elçilerinin ön ayak olduğu o ödül törenlerindeki  "Ulusal uzlaşma, hoşgörü ve diyalog"  şükran plaketlerine alacak başbakanlar da kalmadı ortalıkta. Yıllardır, kendini "Kainat İmamı" sanan bu Meczup'un yanında, yakınında, arkasında bulananlar bir gecede hidayete ererek ve günah çıkarırcasına,  "meğer yanlış yapmışız; kandırılmışız;  ahmakmışız..pişmanız" demeye başladılar. Ve  artık; 141 ülkedeki CİA ajanı yetiştiren Gülen Okulları'nın  kapatılması için çanlar çalmaya başlamıştı.

Peki; FETÖ'nün 15 Temmuz'daki Amerikancı kanlı darbe girişimi sırasında o  zifiri karanlık“CİA NURU” nun söndürülmesinde kimler rol almıştı?

Sokağa çıkanların,  ölenlerin ve yaralananların toplumsal profiline ve siyasi kimliğine nesnel bir gözle bakacak olursak:

1-Fethullah’a ve Amerika’ya teslim olmayan/olmamış ve  TSK ve Güvenlik birimlerindeki  yurtsever, kahraman, namuslu, mert cesur, kuvva-yı milliye ruhlu asker ve polisler.. 2- Liderlerinin  TV'deki çağrısıyla  sokaklara dökülerek, Türk bayraklarıyla, mermi yağdıran darbecilerin üstüne yürüyen; tankları zapt eden; şehit olmaya hazır,  işçi, esnaf, emekli.. gibi sıradan vatansever insanlar 3- “Ya Allah  bismillah Allahu Ekber” sloğanı atan, Rabia, bozkurt ve Erbakancı başparmak işareti yapan muhafazakar, milliyetçi çevreler 4- Ve kısmen  Atatürkçü ve  demokratik güçler …5- Bir de, bombalanan   Millet Meclisine sahip çıkan parlamenterler.

Peki nerde(ydi) diğer millet!? 

Cumhuriyetçi, Sosyalist, demokratik sol güçleri sokaklarda göremedik; sloganlarını duyamadık. Atatürk posterleriyle Cumhuriyetine sahip çıkan laikler, demokratlar  nerdeydi? Genel Kurmay karargahının koridorları “allahu ekber” sesleriyle inlerken  Atatürk devrimlerinin  yılmaz bekçileri nerdeydi?  Dolayısıyla; 15 Temmuz’da  bastırılan ve ezilen Amerikancı-Fethulahçı darbe girişiminin kazançları,  kanıyla, canıyla bedel ödeyen insanların mensubu olduğu   AKP’ye  ve Tayyip Erdoğan’ın  hanesine yazıldı.

15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili bir diğer husus da, YANKİ Emperyalizmi açısından tezgahlanan bu Darbe Girişimi'nin , başarıya ulaşıp ulaşamaması bakımından “ikili”olarak  kurgulanmış olabileceğiydi.. Eğer darbe girişimi başarılı olsaydı, Yankee emperyalizmi, Türkiye’yi parçalama ve Türk Milleti’ni yok etme senaryosuna uygun olarak malum adımlarını atmaya devam edecekti. Yok eğer; şimdi olduğu gibi, Darbe girişimi başarısız olma durumunda da yine kendilerinin kazançlı çıkacaklarını hesaplamışlardı. Çünkü;  TSK  mensuplarının birbirlerini ve güvenlik  güçlerini  öldürdüğü; halkına ateş açtığı; tanklarla insanları ezdiği; savaş uçakları ve helikopterler ile meclisi ve  bazı kurumları bombaladığı; suikast timleri oluşturduğu bir TSK’dan artık halkına hayır gelmezdi;  ve halkına her türlü ihanet beklenebilirdi.

Dahası;  AKP İktidarı ve Fethullah ortaklığı ile kotarılan Ergenekon, Balyoz, Casusluk, Poyrazköy… gibi uydurma, sahte davalarla zaten gücü ve yetenekleri  zayıflatılan; morali ve disiplini  bozulan   TSK, bu kez,  Fethullahçı Darbe girişimi  sayesinde, halkın gözünde  iyice güvenilmez; darmadağın bir hale gelmiş olacaktı;  ve böyle bir Türkiye  iç savaşa elverişli hale ve  parçalanmanın eşiğine  getirilmiş olacaktı. Bu da, emperyalizm açısından,  Türkiye'nin içten çökertilmesi  ve  savaşmadan teslim alınması demekti.

Demek ki EMPERYALİZM, siyasetlerini,   her durumda karlı-kazançlı olacak şekilde düzenliyordu. Şu son Cumhurbaşkanlığı ve parlamento  seçimlerini  ve yapılan propagandaları hatırlayın. Kimi seçseniz emperyalizmin işine yarıyordu. Yani; bir şekilde  sizi seçeneksiz bırakıyorlar; ve siz de gerçek siyasi eğilimlerinizi yansıtamıyor; kendinizi istediğiniz birine temsil ettiremiyordunuz.  ABD emperyalizminin asimetrik (savaş) siyasetlerine  ve oyunlarına her halükarda alet olmaktan kurtulamıyorduk.

Buraya kadar anlatılanlardan Fethullah Gülen’in nereye/kime hizmet ettiği; sınıf mücadelesinin neresinde olduğu anlatılmış oldu. Peki; biz bu sınıf mücadelesinin  neresindeyiz? Bir tenezzüh teknesindeki insanlar gibi Tarih'in oluşumuna, toplumun biçimlendirilmesine  seyirci mi kalacağız ??  

Elbette Hayır!! Bağımsızlıkçı-Halkçı-Devrimci önder  Mustafa Kemal Atatürk gibi, her araçtan, yalnız ve ancak, Türkiye’nin birliğini-bütünlüğünü sağlamlaştırmak; ve Türkiye Halkının refahı ve mutluluğunu sağlamak bakımından   yararlanmak zorundayız. Atatürk, İstiklal Savaşı koşullarında emperyalizm ile boğuşurken ayni zamanda bir sınıf mücadelesi de veriyordu.  Yazımın başında da ifade ettiğim gibi emperyalizm, kapitalist üretim tarzının egemen olduğu bir dünyada, bir bakıma,  bir sınıfın, tekelci sermaye sınıfının örgütlü amaçlı faaliyetlerinin sonucudur. İşte; Mustafa Kemal,  İngiliz-Fransız-Rus emperyalizmine karşı savaşırken ayni zamanda ezilen ve mazlum halkların-sınıfların yanında sınıf mücadelesi de vermekteydi. Emperyalizm derken, sadece dışımızda olan, dışardaki  bir güç  anlaşılmasın; Emperyalizm, ayni zamanda yurt içindeki iş birlikçi sosyal sınıf zümrelerini  ve içimizdeki hainleri de kapsar.  Emperyalizm, işbirlikçi-siz olmaz zaten!

Günümüzde, görevimiz, F-tipi askerler değil Mustafa Kemal Tipi askerler yetiştirmek; ve  İstiklal savaşı koşullarında savaşan ve bu savaş sonucunda TC Devletini kuran Atatürk(Gardroptaki Atatürk’e değil!)’e sahip çıkmak olmalıdır. Maazallah, Atatürksüz kalırsak dağılmak durumunda kalırız ve Türkiyemiz elimizden gider. O yüzden; tüm anayasal kurumlarımızı  Atatürk’ün bağımsızlıkçı-halkçı-devrimci bir anlayışıyla yeniden düzenlemek zorundayız. Fethullah Gülenlerin Askeri Şuralara başkanlık ettiği; dinimizin Türkiye’yi yıkmak ve ABD emperyalizmine hizmet etmek amacıyla kullanıldığı  dönemlerden geliyoruz ve Dört bir yanımız   emperyalizmin puşt zulası.  Öyleyse;  şu günlerde sarılacağımız ve birleşeceğimiz yegane gerçek ATATÜRK DEVRİMCİLİĞİ VE BAĞIMSIZLIKÇILIĞIDIR.

Emperyalizmin yörüngesinden çıkmak ve onun bir uydusu olarak yaşamak istemiyorsak; ve emperyalizmin hizmetindeki Fethullahçı ajanların maskelerini düşürmek istiyorsak,  öncelikle yapılması gereken  şey, hangi görüşten olursak olalım, kuvva-yı milliye ruhuyla anti- emperyalist mücadeleye katılmak ve bağımsız Türkiye ortak paydasında birleşmek olmalıdır. Ezilen ve sömürülen sınıfın ve halkımızın  özlenen günlerinin gelmesi  bu mücadelenen başarısına  bağlıdır.

1 Temmuz 2016 Cuma

KÜBA " BİR UMUDUM SENDE, ANLIYOR MUSUN " (2)




Primavera
Havana'daki ilk günümüzde, akşam üzeri, Malecon bulvarında bulunan Cafe (Pablo)Neruda'da  Osmaniye Fıstığı ile bir mohito attıktan sonra, çevreyi keşfe  çıkıyoruz. Biraz yürüdükten sonra   Kübalı heykeltraş Rafael Miranda San Juan'ın  "Primavera"  adlı heykeliyle karşılaşıyoruz. Tam da sanatçısının istediği biçimde.. Yani, yoldan geçip giden birileri olarak ona rastlıyoruz... Çünkü; sanatçı, heykelini, yoldan geçip gidenler ona  rastlasın;   ve   insanların belleğinde değerli bir yer etsin  diye  Havana'nın tam kalbine koymak istemiş...Galiano caddesinin Havana'nın nabzının attığı Malecon bulvarını kestiği yerde bulunan heykel, yüzü  denize dönük  bir "Habanera" (Havana'lı Kadın, Havana'da yaşayan kadın). Sanatçıtya göre  yüz, insan ruhunun aynası;  cinsler arasındaki  çeşitliliğin ifadesidir.. Özel olarak Kadın yüzü olması ise, kadının, doğurganlığı, yaratıcılığı ve yenileyici enerjisi bakımından, hayatla  özdeşlik kurabilmesidir.   Yani; Hayat, erkeğe nazaran,  kadınla ve kadında daha iyi temsil edilir; ve  hayat bulur..  "Hayat, dişidir" demek  gibi bir şey bu.. Bu dünyada, güzelliklerden, insanlarla yüzyüze gelmelerden ve kültürler arası etkileşimlerden kaçınamayız; bundan sakınmak mümkün değil. Bu gün küreselleşme dediğimiz şey de bu zaten. "Burada" ve "orada"  varsak, karşılaşmak, etkileşmek; küreselleşmek kaçınılmazdır..


Heykelin altındaki açıklayıcı yazıdan  anladığım şeyler bunlar.. Ama, Rafael'e bir diyeceğim var: Küreselleşme dediğin şey öyle durduk yerde kendi kendine olmuyor ki; dünyayı küreselleştiren, küresel hale getiren  güçler var. Kıyasıya  sınıf mücadelesinin cereyan ettiği ekonomik-siyasal bir "küresel-dünya"da yaşadığımızı unutmayalım.  Yani, genişletimiş meta üretiminin istikrarı ve zaferi uğruna   küreselleştirilen bir dünyada.. Yaşadığımız küresel dünyanın bir sınıfsal içeriği var; bir sanatçı olarak bunun  farkında olmamız gerekmez mi?.. Heykeltraşımız bu konuda da bir şeyler söylemiş olsaydı iyi olurdu. Neyse; biz gene de, Primavera'yı 2015'de Havana'lılara bağışlamış olan Rafael Miranda San Juan'ı saygıyla analım... Meraklısı için:   http://www.artsanjuan.com

  
Ama, Heykeltraş Rafeal Miranda'nın estetik Havana'sından başka, bir Havana daha var: Restorasyon ve onarım bekleyen  harkut, harabe yapıların Havanası... Unesco, Havana'yı, "kültürel mirasları koruma" kapsamına almış ama, sosyalist Küba yönetiminin toplumsal ihtiyaç öncelikleri başka. Sosyalist yönetime göre  öncelikli olarak kurtarılması ve güzelleştirilmesi gereken binaların hayatı değil;  "insan hayatı". Fidel Kastro'nun "bu bir savaş" dediği 50 yılı aşkındır süren Amerikan emperyalizminin "abluka ve ambargosu"nun Küba'ya maliyeti nerdeyse 100 milyar dolar. Dolayısıyla Küba, yıllarca,  emperyalizme muhtaç olmadan halkın en temel ihtiyaçlarını karşılamak; ve "sosyalist geleceği" kurmak  için  boğuşup durmuş. Ve haliyle bu  binaların onarımına ve restorasyonuna pek sıra gelmemiş. Ama  Küba turizme açıldıktan sonra  bu konuda bir ilerleme olmuş. Biz de, gezi sırasında, çok sayıda restorasyon örnekleriyle  karşılaştık. Özellikle,  Eski Havana denilen sömürgecilik Havana'sında. Gezintimize  rock müzikle geleneksel Küba müziğini karıştıran Cuban Cowboys ile biraz ara verelim,  bakalım beğenecek misiniz . El Danzon de Noventa Millas:  https://youtu.be/s9ZOZ5KIwiw   


Bu arada yolumuzun üstünde sokak müzisyenlerine  rastladık, doğaçlama söylüyorlardı. Enstrümanları çok ilginç değil mi? Manda dişi mi onlar? Bir başka ilginç nokta da müzisyenler şarkı sözleri arasında Atatürk, Deniz Gezmiş, Nazım Hikmet.. isimlerini serpiştirerek şarkılarını söylüyorlardı; bizim Türk olduğumuzu birileri söylemiş galiba. Otomobildeki gülümseyen adam da Ernest Hemingway'in dublörüymüş.   

Trovadores