11 Mayıs 2021 Salı

Hoşçakal Kardeşim Deniz

 

AD ANTONELLO CASSONA, macchinista navale, 10.4.1991 M/n Moby Prince

 

“Ed ecco ce andiamo come siamo venuti

Arriverderci fratello mare

Mi porto un po della tua ghiaia

Un po del tuo sale azzuro

Un po della tu infinita

E un pochino della tua luce

E della tua infelicita..”   Nazım Hikmet 1957

 

Bu İtalyanca şiiri yıllar önce, Gün Benderli’nin Cumhuriyet Pazar ekinde çıkan yazısından kesip saklamışım. Şiir, Nazım’ın o sevilen şiirlerinden biriydi:

“İşte geldik gidiyoruz/ hoşça kal kardeşim deniz/ biraz çakılından aldık/ biraz da masmavi tuzundan / sonsuzluğundan da biraz/ ışığından da birazcık/ birazcık da kederinden..”

Şiirin acıklı öyküsü şöyle: Moby Prince, 1991 yılında, nedeni hala anlaşılamayan bir yangın sonucunda Livorno açıklarında batan bir geminin adıymış.  Ölenler arasında okulu makinist diplomasıyla henüz bitiren ve yangından bir hafta önce Moby Prince’te çalışmaya başlayan Antonello Cassona da var. Antonello Cassona’nın en çok sevdiği şair Nazım Hikmet’miş. “işte geldik gidiyoruz..” şiirine de hocasının demesiyle aşıkmış. Okul idaresi, hayatını böyle feci bir kazada yitiren öğrencisinin anısına, okuduğu sınıfın kapısına bir levha koymayı kararlaştırınca tarih ve edebiyat öğretmeni levhaya bu şiirin kazınmasını düşünmüş. Livorno kaptan ve makine zabiti yetiştiren Sivil Denizcilik Lisesine yolunuz düşerse Antonello Cassona’nın birinci kattaki sınıfının kapısındaki bakır levhada yukarda yazılı olan Nazım Hikmet’in İtalyanca şiirini okuyabilirsiniz.  

İtalya’da henüz ilk okul çağındayken çocuklara güzel sanatlar, edebiyat ve şiirle tanıştırıyorlarmış. Benderli’nin aktarmasına göre, ilkokul 3. ve 4. Sınıf ders kitaplarında Nazım Hikmet’in şiirleri varmış. misafir olarak gittiği evin çocuğu ders kitaplarını getirip  göstermiş; ve “ sono contento d’essere venuto al mondo”  yani, “fevkalade memnunum dünyaya geldiğime”  şiirini okumuş İtalyanca..  Ne güzel; İtalya’da ilkokul ders kitaplarında Nazım var.

10 Mayıs 2021 Pazartesi

DENİZ GEZMİŞ'LERİN YOLU

 




"Ey yolcu, yol yoktur, yolu sen yaparsın

Yol senin ayak izlerindir

Başka bir şey sanma

Ey yolcu yol yoktur 

Yol yürüdükçe yol olur.

Ey Yolcu yol diye bir şey 

Yalnızca geminin köpükleri denizde.. "   Antonio Machado

68'li Deniz Gezmişler de bir "yol" açmışlardı yürüye yürüye.. umutlu, fedakar, cesur ve erdemli bir yol.. Mustafa Kemal Atatürk'ün yoluydu bu: Emperyalizmin karşısında mazlum milletlerin yanında tam bağımsız çağdaş Türkiye yolu. Bu yol, din, ırk, mezhep, etnik yapı ayrımı gözetmeden Türkiye'yi aydınlık geleceklere ve emekçi halk iktidarlarına taşıyacak olan bir yoldu.

Sömürüsüz, baskısız, hakça bir düzen özlemiydi bu.

Bu yolda donup kalmak yoktu; sürekli yürüyüş halinde olmak vardı. Çok çalışılacak, her alanda üretken, verimli olunacak ve halkın yanında durulacak; ve nihayetinde emperyalist sistemin bir parçası olmaktan kurtulup kapitalist sömürü ve baskı düzeni davrimci inkara uğratılacaktı.

Bu yolda bencilliklere, şahsi çıkarlara, para pul; mal-mülk düşkünlüklerine yer yoktu. Paylaşımcı ve dayanışmacıydı bu yol.

Deniz'lerin o büyük yürüyüşü bu gün de devam ediyor. Amerikan emperyalizminin hala vatanımızda gözü var. (emperyalizm bu; göz koymadığı bir ülke yok!) Etnik bölücülük, yobaz gericilik Batı emperyalizminin emrinde görevlerini yapmaya hazır.

Kapitalist iktisadın prangaları sosyal düzenimizi ve akıllarımızı tutsak etmiş.. Üretken Türkiye'yi bir türlü yaratamıyoruz; üretimi bir bütün olarak toplumsal ihtiyaçlarımıza göre düzenleyemiyoruz. Borç, işsizlik, hayat pahalılığı almış başını gitmiş. Şu Covid -19 aşılarımızı bile doğru dürüst yapamadık. Türkiye'nin birikimlerini ve kaynaklarını har vurup harman savurduk. 

Hala "zenginleri severim ben" politikaları izleniyor. İşçi sınıfı desen suskun ve olay karşısında görüş bildirmiyor. Sendikalar sadece üç kuruş peşinde.. Devlet yönetiminde bir kuralsızlık ve keyfilik hakim. Şu Tek Adam Yönetimi bize göre değil zaten; bizim bir Meclis geleneğimiz vardı. Onu yeniden tesis etmemiz lazım. Sayıştay doğru dürüst görevini yapamıyor. Yüksek yargı iktidarın ağzına bakıyor. Ne bileyim daha söylenecek çok şey var ama uzatmayayım.. Hasılı kötü yönetiliyoruz. Eğer emekçi halk sınıfları halinden memnun değilse kötü yönetiliyoruz demektir. o Yüzden şimdi daha gür bir sesle "kahrolsun emperyalizm yaşasın ikinci kuvva-yı milliye ve emekten yana iktidar mücadelemiz" deme vaktidir. 

Bu düşüncele Deniz Gezmişleri minnet ve şükranla anıyorum. Göreceksiniz; bir gün bütün yollar Denizlere çıkacaktır. Sadece, Denizlerden yana rüzgarları toplamasını bilelim. Reşat Fuat Baraner'in dediği gibi, yeter ki, toplumumuzun (halkımızın, milletimizin) tüm olarak menfaatlerini temsil eden anti-emperyalist ve anti feodal mücadelede birleşmesini bilelim. 


5 Mayıs 2021 Çarşamba

Şu 1 Mayıs’ın bana düşündürdükleri..

 

Balıklar suda insanlar toplumda yaşar. İnsanlar toplum dışında kalırlarsa sudan çıkmış balığa dönerler. Adada yalnız başına yaşayan Robinson Crusoe’lar ancak masallarda olur. Adaya düşmeden önceki toplumsal hayatı, tecrübe ve birikimleri olmasaydı Robinson’un ada macerası da olmazdı.

Toplum bizim varlık ortamımızdır. Aristotales’in dediği gibi insan zoon politikon’dur. Yani insan, bir sürü hayvanı değil; kendini ancak toplum içinde bireyselleştirebilen bir hayvandır. O yüzden, toplumun dışında tek başına yaşayan bireyin üretimde bulunması imkansızdır.

Pek tabidir ki düzeni olmayan toplum da yoktur. Her toplumun şu ya bu biçimde bir düzeni, düzenlenişi ve düzenleyen(ler)i vardır. Toplumsal düzenlerin asli ve tayin edici unsuru ise üretim tarzlarıdır.

Biçimi ne olursa olsun her toplum insanların karşılıklı eylemlerinin, ilişkilerinin ürünüdür. Nasıl ki sular kirlendiğinde, suların kimyası bozulduğunda balıkların hayatı çekilmez oluyorsa, toplumlar da yozlaştığında, çürüdüğünde insan hayatı çekilmez olur.

Toplumsal hayatı yozlaştıran, çekilmez kılan toplumun kendi tarihsel dinamikleridir. Bu dinamiklerin başında toplumların sınıflara bölünmüş olması gelir. Ama toplumsal sınıflar ayni zamanda uygarlık yapıcıdır; ve insanlığı yücelticidir. İlk kent devleti kurucusu Sümerler’den bu yana toplumlar Ezen ezilen, sömüren sömürülen diye.. sınıflara bölünmüş; ve gelişe gelişe bu günlere kadar gelmiştir.

Toplumlarda sınıfların varlığı, savaşlarda elde edilen kölelerle, zalimlikle, zorbalıkla, haksızlıklarla, ülkeleri fethetmekle, vb., açıklanamaz. Sınıflar tamamen toplumsal üretim sürecinden, üretimin dinamiklerinden, üretimin yapısından, karakterinden ve iş bölümünden doğmuştur. O yüzden; tüm toplumsal ilişkileri, tarihsel dönüşümleri ve sınıfsal olayları üretilmiş olan malların paylaşılma kavgası olarak görmek doğru olmayacaktır. ‘Önce üretim olsun ki üretilenler paylaşılabilsin’ diye bakmak lazım tarihe.

Bugün de sınıflara bölünmüş toplumda yaşıyoruz. İçinde yaşadığımız toplumun adı Kapitalist toplum. Kapitalist üretim tarzı egemen üretim tarzı olduğu için bu adı almış toplum. Kapitalist üretim düzeninde, bir tarafta, yaşamak ve geçinmek için çalışma kapasitelerini (emek-güçlerini) meta üretimi piyasasında satmak zorunda olanlar var, diğer tarafta ise satışa sunulmuş olan bu emek güçlerini satın alanlar.. Birincilere yani emek güçlerini piyasada satışa sunmuş olanlara proleter(işçi), insanların emek güçlerini satın alanlara da kapitalist (sermayedar, patron) diyoruz.

İşçi ve Kapitalist, bu sıfatla, yani işçi ve kapitalist olarak sadece emek-gücü alım-satımı ilişkisi sayesinde var olabilirler. Yoksa; birisi fakir diğeri zengin olduğu için işçi ve kapitalist değildirler. Eğer toplumda emek-gücü sermaye ilişkisi tamamen ortadan kaldırılırsa ne emekçi kalır ne de kapitalist.

İşte yaşadığımız toplumsal sorunlarımızın temelinde esas itibariyle bu sosyal sınıflar arasındaki uzlaşmaz çelişkiye dayalı ilişki ve bu ilişkiden doğan çatışmalar yatmaktadır. Toplumsal hayatın her gün nasıl yeniden üretileceği esas itibariyle bu ilişkiye ve çatışmaya bağlıdır. Öyleyse, Üretim, tarihsel bir süreç olan sınıf çelişkileri ve sınıf mücadelesi olmadan anlaşılamaz.

Kapitalist üretim düzeninde işçi, kendi emek-gücünün mal biçimini almış olmasını yadırgamaz. Çünkü içine doğduğu toplumda Üretimin tüm unsurları, hammadde, üretim araçları, sermaye ve bilimsel-teknolojik, sanatsal atılımlar, ahlaki ve estetik değerler üretime ve yaşama dair ne varsa hep piyasada alınıp satılan mal (meta) ve özel mülkiyet konusu olmuştur. O yüzden işçinin emek-gücünün ücret karşılığında özgürce sermayeye satılması ona tuhaf gelmez.

İşte özel mülkiyet hukukun geçerli olduğu böylesi bir piyasa ortamında üretmek demek, sermaye sahibi olmak yani üretim sahibi olmak demektir. Üretimim faal ve etken öznesi sermaye olduğundan Kapitalist üretim, haklı olarak, sermayeye dayalı ve sermayeye özgü bir üretim biçimi olarak anılır. O yüzden; Kapitalist Üretim toplumsal (sınıfsal) ilişkilerden soyutlanmış teknik bir süreç değildir, mevcut verili sınıf ve egemenlik ilişkilerin yeniden üretimidir.

Kapitalist üretim biçimi genelleştirilmiş bir meta üretim sistemidir. Ne üretilecek, ne ile üretilecek, ne kadar üretilecek ve nerede üretilecek.. bu gibi hususlara ilişkin kararlar kapitalistlerin kendi tasarrufundadır hep. Nasıl uygun görüyorsa öyle yapar ve aldığı kararlardan ötürü sadece kendine karşı sorumludur.  Bütün ürünler üreticinin doğrudan kullanımı ya da tüketicilerin önceden belirlenmiş ihtiyaçları için değil sırf değişim amacıyla üretilmiş ürün ve hizmetlerdir. Bu yüzden kapitalizm anarşik karakterlidir.

Bu gerçeği şu covid-19 pandemi günlerinde daha net görebiliyoruz. İnsanların sağlığı “maksimum kar” aracı haline getirilerek nasıl da sömürülüyor tekelci dev firmalarca. ‘bas parayı al aşıyı; paran yoksa aşı da yok sana!’ diyor aşı piyasası.. Oysa Afrika’da henüz bir doz bile aşı yaptırmamış ülke halkları var. Ama onların toplu ölümleri karşısında  Batının emperyalist merkezlerinde ‘üzülme ve acıma ayinleri’ düzenleyerek vicdanlarımızı temizleyebilir; barbarlığımızı telafi edebiliriz.

Kapitalizmin biricik amacı, çılgınca, ‘üretim için üretim’ yapmaktır; ve artı-değer sömürüsü elde ederek; karını kar katmaktır. Ve bu sayede sınırsız bir sermaye birikimi sağlamaktır. Bu yüzden; kapitalizm, zamanla rekabetçi kimliğinden sıyrılarak, 19.yüzyıl sonlarına doğru, emperyalizme, yani tekelci kapitalizme evrilmiştir.

İşte şimdi zamane kapitalizmi karşımıza emperyalizm kılığında çıkar oldu. Başka ülkelerin halklarını sömürerek kendi işçi sınıfına ‘sus ve uzlaş’ payı verdi. O yüzden emperyalizm koşullarında işçi sınıfının enternasyonalist dayanışmacı ruhu dumura uğratılmıştır.

Emperyalist devletlerin işçi sınıfları kendi milli ve sınıf çıkarlarını düşünür oldu. Ama bu milli devletlerin devrimci güçlerinin elini kolunu bağlamıyor tabi.. emperyalist sömürü geriletildiği ölçüde ‘ücretli emek-gücü-sermaye ilişkisini ve çelişkisini devrimci inkara uğratma mücadelesi devam edecektir.

İşçi sınıfının uluslar arası dayanışma ruhunun kaybolduğu ve her ülkenin kendi işçi sınıfının kendi derdine düştüğü şu emperyalizm çağında işçi sınıfının baş görevi kapitalizmi besleyen emperyalist damarları kesmek ve emperyalist merkezlerde üretilen siyasetleri, emperyalizmin görüldüğü her mevzide, (emperyalizm nerdeyse orda), emperyalizmin görüldüğü her cephede, geriletmek ve zayıflatmak ve yenmek olmalıdır.

Zira işçi sınıfının kurtuluşu ancak kendi milletinin, halkının kurtuluşunu başardığı ölçüde mümkün olabilecektir. Emperyalist devletler kendi tarihsel açmazlarıyla baş başa bırakıldıklarında kapitalist çelişkileri keskinleşecek ve kendi proletaryasıyla karşı karşıya kalacaktır. İşte o zaman görülecektir ki yenilmekte olan emperyalizm “kapitalist üretim tarzı”nın devrimci inkara (aufheben) uğratılmasının koşullarını da hazırlamış olacaktır. Unutmayın; tarih daima hazırlık yapanların yanındadır.

(çok) (uzun) yıllar sonra bu köhnemiş üretim düzeni sonlan(dırıl)dığında ‘herkesin yeteneğinden ihtiyacına göre’ toplumu hayat bulduğunda o abanoz gümüş sakalı adamı bir kez daha şükran ve minnetle anmış olacağız.

16 Ocak 2021 Cumartesi


    

  YENİ BİR DÜNYA

  Dünyada geçirdim çocukluğumu

  İnsanlardan eşya yaparlar

  Kırmızı bir orman iki boyutlu

  Kendi başına yağardı kar


  Gel gör ki, öldüğümde bilmedim

  Elimde bunca sözcük kaldı

  Nerde geçecek benim erginliğim

  Bu dünya bir daha olmalı


  Bir dünya daha olmalı, burada

  Bir yerde, o kadar yakın ki,

  Seslensem duyulacak belki, 

  Belki başladım onu yaşamaya.

    MELİH CEVDET ANDAY



1 Ocak 2021 Cuma

" AYA DEĞMEK, AYLAM "

 


AYLAM

Aya değmek, aylam

Düzlem sana, boylam sana, yüzyıllar ardı.

Beni yaradılışta bırakan soluk ülke,

Aya değmek, aylam

Bir ayrılma sanki, upuzun

 

Vardı bu kez düşlerim,

Geceler üstü geceler orda,

Yaşamalar üstü yaşamalar orda, mor.

Yaslı günler düşüncesi demir kapılar içinde parlarken,

Vardı bu kez düşlerim

Ay aydınlığına.

 

Aya değmek,

Kızoğlan kızların kızoğlan çağrısı,

Ta Aristo’dan beri, ta İbni Sina’dan beri aradığım,

Aya değmek,

Bilme değmek, sevgiye değmek belki,

 

Taş değil bu, toprak değil bu

Katı değil, sömürücü değil.

Karanlık devlerimin gide gide vardığı yer,

Tutsak edilmiş değil,

Taş değil bu, toprak değil bu

Bu, öte.

 

Değişti,

Ağırlığı toplumlar kuran ovalarımın.

Gömütlerin ak esenliği, çiçek çiçek,

Değişti

İnandığım, söylediğim, duyduğum.

 

Yeni bulunmuş bir en eski

Önce kımıldatır kapalı gözlerini yaşlı gecede

Sonra çağlar uzunluğundaki yılanlarla kımıldar,

Analar çocuklar kızlar oğullar özgürlüğünde kocaman,

Yeni bulunmuş bir en eski

Doğrultur milyonlarca yıllık usumuzu.

 

Belirdi başkalarının,

Ellerimiz, yasalarımız, sınırlarımız bir anlam yokluğuyla çirkin,

Oluşun küçülürken büyüdüğü gerçekte

Bildiği başkalarının,

Tüm varoluşumuza karşı.

 

Ulu atı masallardaki Keloğlanların

Bir masmavi solukta.

Kör olmuş dağlarımda yenik ulusların türküsü şimdi dümdüz,

Şimdi bütün zincirlerinden kurtulmuş,

Ulu atı masallardaki Keloğlanların,

Gök suları içmekte şimdi, sımsıcak.

 

Sakladığı burası mıdır

Çalanların ünlü atalar gömüsünde.

Doğacak çocuklar görmeden, yıldızıl, göksü,

Sakladığı burası mıdır

Ölenlerin, öldürenlerin?


Artık çıkmışım evren güzelliğime

Bitmiş kulluğu yeryüzünün.

Ne korku ne acı

Ne kazma ne kürek,

Artık çıkmışım evren güzelliğime,

Demir kapıdan kurtulmuşum.

 

Yürüdümgitti

Bu ak yavaşta geçmiş bir, gelecek bir.

Ayaklarım değmedi ya

Yürüdümgitti

Uzadım.

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA


İnsanın insana kulluğunun bittiği ve "Evren güzelliğimize" ulaştığımız  "bir masmavi solukta" yaşamak özlemiyle herkesin yeni yılını kutlarım.  2021  bilime ve sanata  değmek, sevgiye değmek,  uzaya değmek yılı olsun.  Bu uçsuz bucaksız muazzam karanlığın ışığındaki  özgürlük tohumunu yeşertme yılı olsun. "Evren güzelliğimize" katkı sunan canlara selam olsun!