18 Şubat 2010 Perşembe

"HER ŞEYİ BİLEN" ADAM

Tarihte kadınsız erkek olmadığı halde başlık niçin  “her şeyi bilen” 'kadın' değil de  'adam' ? diye aklınıza gelmiş olabilir. Anlatıyım efendim. Her şeyden önce, ortada bilinecek bir konu varsa bunu bilse bilse ancak “adam” bilir! İsterseniz Büyük Adamlar Tarihi'ne bakabilirsiniz, sayfa bilmem kaçta yazar.

Ne hikmetse; Adem ve Havva’dan beri bir “Adam” egemenliğidir almış başını gitmiş. Paleoantropoloji’ye  bakacak olursak,  pre-historik dönemlerin insanı da hep “adam” dır; 'kadın' değil! 3 milyon yıllık uzak ortak-atamız  olan hominid (insanımsı, hayvan-insan) aferensis Lucy Teyzeyi saymazsak, ortalıkta hep bir Cava Adamı, yalnızca ateşi kullanmakla yetinmeyen ayni zamanda korları da koruyabilen  Pekin Adamı, Neandertal Adamı, Kro-Manyon Adamı, Dmanisi Adamı, yakın zamanda Denizli'de bulunmuş bir "adam" var; hadi onu da analım: 500 bin yıl önce yaşamış bir Homo Erectus olan Denizli Adamı... ve adı sanı henüz duyulmamış muhtelif Mağara Adamı ile  muhtemelen 5000 yıl sonra ( malum gelecek uzun sürer) bulunacak olan ücretli proleter adamı..

Bir de bunlara günümüzün modern;  "her şeyi bilen"  TV adamını, devlet adamını, din-adamını, hukuk-adamını, siyaset-adamını, halk-adamını; küçük-şirket-adamını, orta-şirket adamını, dev-şirket(Tekel)-adamını, "iş-adamını" değil patronun adamını, sermaye-adamını, para-adamını (para-babası, para-anası değil!) ücretli emek-gücü  adamını, kafa-adamını, düşünce adamını, sanat-adamını, bilim-adamını; gemi-adamını, spor-adamını, eylem adamını,  polisin-adamını, kralın-adamını, başkanın-adamını, mafyanın-adamını, bizim müdür beyin adamını, cemaat(in) adamını, düzenin-adamını, Amerika’nın adamını.. ve  hayat kadınını değil hayat adamını da dahil edecek olursak, ortalık cins cins “adam” dan geçilmez olur elbette.

Takdir edersiniz ki tarihte ve toplumda bu kadar cins adam varken kadınların adam yerine konulması pek münasip olmazdı herhalde. O yüzden; bu dünyaya bir efendi olacaksa o da  olsa olsa ancak eşyadan, pardon, adamdan olur.. Her şey bu kadar açıkken var mı bir diyeceği olan!?

Ama, dünyaya efendi kesilmiş "her şeyi bilen" erkekler dünyasında, "tarihte ben de varım" diyen bazı kadın istisnalar yok değil. Mesela, dişiliğin, üremenin, bereketin simgesi Kybele(Kibele) adında  bir ana tanrıçamız  var ki, onu kim yok sayabilir ki? Hitit imparatoriçesi ve mühür sahibi Puduhepa’yı,  takma sakallı Mısır firavunu Hatçesput'u, Antakya kraliçesi Apama'yı, İskenderiyeli  bilge  Hypatia'yı,  Klopatra'yı, Hürrem Sultan'ı, hele o savaşkan Amazon kadınları kim unutabilir? .. 

Modern zamanlara gelindiğinde, kendini Madam Curi gibi paraya değil de bilime ve insanlığa adamış kadınları, Rosa Luxemburg gibi ömrünü sömürüsüz bir insan toplumu yaratmaya vermiş devrimci kadınları; "soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen" ve  "ya istiklal ya ölüm" diyen fedakar  kuvvayi milliye kadınlarını ve Rahmetli Ayşe Teyzem gibi zeki ve iyilik sever sıradan halk kadınlarını yok mu sayalım  şimdi? 

Demek ki, “kadının fendinin” adamı yenebildiği dönemler de olmuştur.. O yüzden; mütemadiyen ve papağan gibi: "ortada bilinecek bir her şey varsa, onu,  bilse bilse ancak  “adam” bilir" demenin de bir alemi yoktur! Oğlan çocuğu doğduğunda bayram etmeye,  kız çocuğu doğduğunda karalar bağlamaya bir son vermek gerek artık! Kendi başına alındığında, "kadın mı belirleyici yoksa erkek mi .." diye somut pratikten kopuk pseudo (boş, sahte) tartışmalarla da zamanı çarçur etmeyelim..  

Genel olarak kadınsız erkek; erkeksiz kadın olmaz zaten. Kadın ve erkek bir ve bütündür; ve birbirlerinin tamamlayıcısıdır. İnsan ancak kadın ve erkeğin çelişkili birliği olarak insandır. Kadın olduğu için ve olduğu kadar erkek vardır; ve erkek olduğu için ve olduğu kadar kadın vardır. Her ikisinden birinin diğerine nazaran mutlak üstünlüğü ve otoritesi kabul edilemez.  uzaysever Carl Sagan'ın kozmozal mekanın zeki yaratıklarına mesaj olarak kadın ve erkek figürlerini  göndermesi,  biz kadın ve erkekler oluşmuş bir insan medeniyetiyiz demesi, işte bu yüzdendir.   

Peki;  bakalım şu her şeyi bilen ve bizleri yöneten  uzun siyaset ve devlet adamları hakikaten 'her şeyi' biliyor mu ? Mesela, ne bileyim, sabahleyin fırından yeni çıkmış ekmeğin kokusundan, onun, hangi fırın işçileri tarafından kaç saatlik fazla çalışmayla üretilmiş olduğunu biliyor mu? Ya da; maden kömürüne şöyle bir baktılar mı, bunun, yerin bilmem kaç yüz metre dibinde çalışan hangi vardiya-adamı tarafından ödenmemiş ücret karşılığında kan-ter içinde yer yüzüne çıkarılmış  olduğunu biliyor mu ? Ve yahut da, tarihin derinliklerine indiklerinde "toplumdaki sınıflar arası eşitlik(!) değil de sınıflar arası mücadelenin esas olduğunu" biliyor mu ?

Hem sonra; “her şey” diyoruz  ama; acaba;  aslında 'her şey' dediğimiz "şey" ne; nasıl bir "şey" değil mi..? Ya “ her şey” diye bir şey yoksa..? Bakalım; doğada “her şey” diye bir şey var mı? Gerçekte, nesnel olarak, “her şey” in, bu alemde bir karşılığı var mı ? Yani; işte, şu gördüklerin var ya; ya da, taaa şurdan taaa oraya kadar olanlar var ya, işte; onların hepsi(?), her şey'dir denebilir mi? Her şey'in içeriği şudur diye bir belirleme yapılabilir mi?  Kendinden kendini kendiliğinden kendi kendine üreten nesnel gerçeklikte neresi "her şey"? nereye kadar her şey"?

Bir de bakmışsınız; meğer; her şey dediğiniz aslında donmuş bir  “her şey” değilmiş. Peki ya neymiş? Daima, “her şey” dediğinden daha eksik ve farklı bir şeymiş. Yani; “her şey”, sürekli değişim halindeki oluşmuş; tükenmez ve kalıcı bir süreçmiş. Sonsuzluğa ve tamamlanmaya yönelişmiş yani bir türlü  "her şey" olamayanmış... hasılı, olayların, süreçlerin entegral bütünlüğüymüş "her şey".

Öyleyse; biz şimdi öncesiz ve sonrasız şu muazzam alemi, “her şey” ile sınırlandırabilir miyiz? İçeriğini, biçimini  tanımlayabilir miyiz? Bu mümkün mü?. İsterseniz bir  deneyin; tek tek şeyleri soyutlayarak her şey dediğiniz 'şu şey' e bir ulaşın bakalım; ulaşabilecek misiniz? Nesnel gerçekliğin  insan düşüncesinde her yansıması, nesnel olarak, tarihsel koşullar ve durum nedeniyle; öznel olarak da, düşünce sahibinin fiziki ve ruhsal özellikleri nedeniyle daima sınırlıysa, sınırsız olanı, sınırlı olanla, sınırlandırabilir miyiz? 

Tabiatta ve kainatta birbirlerinden ayrıl(a)maz olan sonsuz ve sınırsız nesne, olay, süreç, ilişki ve büyüklüğü soyutlama yeteneğimiz sayesinde  düşüncemizde ayırıyor; sınırlandırabiliyoruz. İşte; o soyutlama yeteneğimiz sayesinde  biz “her şey” soyutlamasına ulaşıyoruz. Sen, her şey dediğin anda, her şey, çoktan her şey olmaktan çıkarak başka, bambaşka bir (her) şey olmaya, yani; “her şey” olmayana doğru yola koyulmuştur bile. O yüzden "her şey" soyutlaması bir belirsizliktir. ve zihnimizde soyut ve genel olarak vardır. Sırf bu yüzden bile "her şeyin" teorisi yapılamaz. 

Dolayısıyla ve bana kalırsa, ancak; belirli ve sınırlandırılmış bir yerdeki her şeyden bahsedebiliriz. bir kasa domatesteki her şey, bir sepet yumurtadaki her şey, zihnindeki, beynindeki her şey, Toros dağlarındaki, Akdeniz'deki her şey, dünyadaki her şey, güneş  sistemindeki her şey, hidrojen atomundaki her şey .. bu böyle uzayıp gider.

Bütün bu “her şey” lerdeki ortak payda, hep belirli ve sınırlandırılmış bir yerlerdeki ve zamandaki her şeyden bahsediyor oluşumuzdur. Oysa; ışık hızıyla ya da hayal hızıyla koşan uzay atımıza binip; yahu bu “her şey” nereye kadar gidiyor, daha doğrusu nerede başlıyor nerede bitiyor diye o (her) şey senin bu (her)şey benim dere tepe dıgıdık dıgıdık gitmiş olsak, acaba; böyle bir yerle karşılaşabilir, aha işte şurası "her şey" diyebileceğimiz bir yere ulaşabilir miydik? Yani; artık; "hiç bir şeyin olmadığı bir kenara, bir sınıra ulaşabilir  miydik ? Ve oradan, " her şeyi" arkama alıp "aaaa bak gördün mü karşıda  “hiç bir şeysizlik” var(!)mış; aha tam şurda ; karşında.. bak;  “hiçlik”i görüyor musun ? Ne muhteşem bir “hiçlik”miş ama..!" diyebilir miydik ?

İnsan merakı bu ya, daha sonra da, buraya kadar gelmişken, hiç olmazsa şu hiçlik tarafına geçip; acaba; şu her şey”, şu “hiçlik”ten nasıl görünüyor diye şu maddi aleme bir de “hiçlik”ten baksaydık...ve “hiçlik” tarafına geçip, “aaa baksana şu şeylere hiçlikten bakınca ne tuhaf görünüyorlar değil mi? Şu an hiçliktesin işte; ve hiçliğe dokunuyorsun ne muhteşem bir duygu bu değil mi..! Hele şuradaki hiçlik’e bak sen; böylesi hiç görülmemiş bir hiçlik !! Sonra da, ben hem dünyamı hem de sevgilimi özledim; "hiçlik" bana göre değilmiş” deyip yeniden maddi aleme (her şeye) dönmek ister miydik ?

Bütün bunları   şundan diyorum, maddenin özündeki zamansal değişimi hesaba katmazsak, o zaman bütün şeylerin mekansal gelişiminin nereye kadar dağılmış olduğunu, sınırını, tespit etmiş olurduk; ve böylece kollarımızı iki yana açarak ve her şeyi kucaklayarak, heyhat, her şey buraya kadarmış diyerek "her şey" soyutlamasına ulaşılabilirdik belki. Tabi; o zamanda da sınırın ötesini; yani, mekanın bittiği yerin ötesini hesaba katmak zorunda kalırdık. Ve mekansal olanla ile mekanın ötesinde olan hiçlik diye bir 'ikilik' icat etmiş olurduk.

İkilik mi..? hepimiz bir'iz aslında;  bu ikilik, ayrılık-gayrılık da nerden çıkıyor ? "menfaattir varvarası" kim sokmuş bu nifakı aramıza, diyor Aşık Veysel.. Ne diyelim, toplumda ve doğada ikiliği çıkarıp başımıza musallat eden her şeyi bilenler  utansın !

Peki bu hiç bir şey-sizlik yani hiçlik/yokluk nasıl bir şey ? Var mısınız; hadi biraz metafizik yapalım; hep siyasal iktidar sahipleri ve papalık yapacak değil ya .. nasıl ki limonun ekşiliği, sarılığı.. gibi limona dair her şey limonun maddi varlığından kaynaklanıyorsa ve ondan ayrılmıyorsa; ya da, papanın politik günahları ve gündelik haracı, papa olan şahsın somut ve belirlenmiş olan varlığından kaynaklanıyorsa, hiçbirşeysizliğe/hiçliğe/yokluğa dair her şey de, hiçliğin-yokluğun nesnel(!) varlığından kaynaklanması gerekir mantıken . Ama öyle değil; çünkü; hiçliğin maddi varlığı yok. ya neyi var peki ? Hiçbir şeyciği yok zavallının; yani; o, nesnel olarak  şey-siz, kimi, kimsesi yok! 

O, madde-siz, peki o madde-siz olunca nasıl oluyor da onu söz konusu edebiliyoruz ? O yok ki zaten; yokluk üzerine ne denebilir ? Biz onu, hani soyutlama yeteneğimiz vardı ya işte onunla, onun sayesinde, maddi alemi sanki yokmuş gibi farz ederek, zihnimizde ve zihnimizle hiç bir şeyin olmadığı bir zaman ve mekan tasavvur ederek yarattık; ona hiçlik dedik. Şimdi, sadece zihnimiz için var olan bir antiteyi sanki gerçekte de sarı limon, papanın cübbesi gibi varmış gibi kabul ediyoruz. Demek ki; gerçekte olmayan bir şeyi, varmış; olabilirmiş gibi varsaymış oluyoruz. Böylece hiçlik doğuyor. Biraz karışık olabilir ama; anlamlı bence bu dediklerim.

Demek ki; insan zihninin, düşüncesinin dışında, nesnel olarak, hiçlik/yokluk/hiç bir şey-sizlik diye bir şey yokmuş.. Hiçlik, nesnel olarak gerçekte yoksa, "aha işte bu" diyebileceğimiz  “her şey” diye bir şey de yok demektir. Çünkü "her şeyin" olabilmesi için tamamen sınırlandırılmış ve belirlenmiş bir değişmezliğin, mutlaklığın  olması gerekir.   Hani ışık hızıyla giden atımızla dıgıdık dıgıdık gitmiştik ya, hiç bir şeysizliğe hiç bir zaman ulaşamamıştık ya.. İşte öyle.. Peki ne var  o zaman? sadece; kalıcı olan değişim halindeki şeyin, kendini, kendi kendine, habire ve sürekli olarak doğa ve evren  şeklinde göstermesi var. Gösteriyor da gösteriyor... Bu gösteriden katiyen yorulmuyor ve usanmıyor... Çünkü;  “ben”  kalıcı olanım; ve zaten, bu alem benim;  ve benim görünüşüm’dür diyor. Kim diyor bunu? Hem özne hem de nesne olan maddi-nesnel güç. Yani; "her şey" olabilme sürecinin potansiyel ve enerjik kaynağı. Yani olmada sınır yok; ol babam ol.. Ve bu gücün tabiatı böyle:  Sürekli YARATMA VE ÖZGÜRLÜK

Bir şey hakkındaki her türlü düşünce o şeyin maddi varlığından kaynaklanıyor. Hiçlik maddi olmadığı için, zümrütü anka kuşu gibi, nesnel olarak var olamaz. O yüzden hiçlik, kendi basına (per se) var olan bir şey değildir. Ancak maddi varlıklara nazaran zihnin yaptığı bir soyutlamadır. Sadece, zihin için; ve soyut olarak vardır.

Demek ki ortada, işte: “her şey!!” diyebileceğimiz bir mutlak "her şey” yoktur. Çünkü; her şey, henüz olmamış ve fakat olacak olanların da hesaba katılması halinde, yani  'virtuel gerçeklik'  sayesinde sürekli tazelenen/tazelenmekte ve tazelenecek olan aktuel(fiili) gerçekliktir.

Aslında bu konu, rahmetli Yılmaz Abi(Öner)’nin konusu, simdi ona hiç girmeyeyim. Rahmetliyle Kalamış çay bahçelerinde yok Tekil’di; yok Tümel’di ve Genel’di az tartışmadık değil.  Şu 'genelleme'lere de fena kafayı takmıştı; ve insan aklının en büyük zaafiyeti diye eleştirir dururdu genellemeleri.. Sevimli, arzulu, ve tutkulu bir ihtiyar delikanlıydı. Melania Klein'in 'telafi' duygusunu ilk kez ondan öğrenmiştim. Umarım olasılıkçı determinist aleminde o çok sevdiği Einstein'ına kavuşmuştur. Ve eminim, gittiği yerde de rahat durmayıp; yan masadan hala bir cigara istiyordur.

Sadede gelelim artık.   Son sistem filozofu Hegel'de "öz için görünüş zorunlu" ise bu mutlak kendileşme sürecinin neresine “her şey “diyeceksin? "O, ne olacaksa o olan" haliyle, yani olasılıkçı determinist virtuel gerçekliğiyle, daima, her şey'den başka bir şeydir. O, sırf ve sadece, bir kendini yeniden üretme ve kendileşme sürecidir.. Bu yüzden, onun, 'ne olacaksa o olan' yani henüz gerçekleşmemiş olan halini de hesaba katacak olursak, o daima, 'her şey olmayan'dır. Yani; onu, her şey’lilikle sınırlayamazsın; sınırlarsan, özün sonunu getirmiş olursun ki böyle bir son yok; ve özü, 'her şeye' temsil ettirtmek suretiyle, Medeni Kanunun sanırım ikinci maddesine  göre gerçeği suistimal etmiş olursun. (Evrensel Kanun Medeni Kanun mu dinler; orası da ayrı mesele ya..)

O yüzden bizi kimse kandırmasın! Yok her şeyi bilen adamış; her şeye kani miymiş; vakıf mıymış neymiş..!? neyse ne, yok öyle şeyler hemşerim, ben yok diyorsam yoktur, bütün bunları, her şey'i inceledikten sonra söylüyorum; inanın bana; yeterince metafizik yaptım zaten! Biri bana söylesin lütfen, 'her' neyin her'i ? Bir kasa limonun mu, balığın mı, işşizlerin mi, asgari ücretle çalışanların mı, patronların mı, Fransız devrimine katılanların mı, Çanakkale’de şehit olanların mı, Samanyolu galaksisinin mi, bir hidrojen atomundaki kuarkların mı… yani, hangi bağlamda  ve neredeki neyin ve kimimin her'i ? Bana bir sınır getirin yani.  

Hem sonra her şeyi biliyorsunuz da ne oluyor ? Her hangi bir gerçeği, en iyi sen biliyorsun ve açıklıyorsun. Diyelim ki köşe yazarısın; devamlı gerçekleri açıklıyorsun; ve bilmediğin şey yok.. Nerede bir gerçek varsa acayip açıklıyorsun.. Her kes senin için “amma da biliyor ha!!” diyor. Ama; düşmanlarımızın düşmanını bize düşman eden 'düşmanların düşmanı'  evrensel kapitalizm afeti ile onun dölü emperyalizmin saltanatı sürmeye  devam ediyor. Buna ne diyeceksin..?

Bana sorarsan, önemli ve ciddi bir kabahatimiz var:  Yaratarak, bağımsız ve özgür yaşamak için pek bir şey yapmıyoruz... Sadece açıklıyoruz.. Ben dahil, tehlikeyi ve tehditi gösteriyoruz. Toplumsal Düzen(leniş)i değiştirmek için daha etkili şeyler yapma vakti gelmedi mi daha?

Peki; sen yapmıyorsan kim yapacak bu işi ? Bir yapan bulunur mu diyeceksin. Nazım'ın "ben yanmasam sen yanmasan nasıl çıkar aydınlıklar karanlığa" şiirini anımsa. 
Bir cumhuriyetimiz vardı devrimle kurulan ne oldu o devrimci cumhuriyete ? "karşı devrimlerle" o devrimi eskittiler, aşındırdılar, eksik bıraktırdılar değil mi? Bu durumda, şimdi, cumhuriyetimizi devrim-siz bıraktılar diye güzel bir açıklama’da mı bulunacaksın ? Peki ama kim yapacak o devrimi yeniden, gerçeği bilmeyenler mi !?  Yoksa Kuvayı Milliye şehitlerini mi çağıralım mezarlarından.?

Sen bütün bunları biliyorsun da, ama bildiğini yap(a)mıyorsun, neye yaradı o bilgi o zaman, neyin çaresi oldu ? Marx’ın dediği gibi, insan, bilgisinin gücünü bu dünyaya, nesnel gerçekliğe  ait olduğunu davranışıyla, yaptıklarıyla göstermelidir. Eğer sen (en ) iyi bildiğin bir şeyi  yapmazsan, başkaları gelir kendi bildiğini yapar.

Mesela; uzun boylu devlet-adamı ve paşam (asker-adam) siz neyi biliyordunuz şu Nato ve Pentagon hakkında  ve ne yaptınız? Malumunuz; bir Nato, bir de Süper Nato var diyorlar, ne dersiniz hakikaten Süper diye bir Nato var mı ve bu Nato’nun neresi Süper, neresi Nato ? Güya asıl Gladio, Süper Nato’ymuş; doğru mu bu paşam, doğru mu bu uzun boylu devlet-adamı?  Bizim bildiğimiz bir Süper Ajda vardı, efsanevi sarkıcı; bir de Süper Market bizim mahalle bakkalına karşı. Oysa, şimdi, ne çok süper var ortaklıkta; kaynıyor.. Her kes birbirine neredeyse “süper” diyor. Süper doğrusu!! Şimdi bir de Süper Nato modası ve modeli çıkardılar karşımıza neye hizmetse ? Sahi neye hizmet ediyor şu Süper NATO Paşam?  Bu günler için yetiştirilmiş “Her şeyi bilen” Adamlara ve “çok bilmiş” kadınlarımıza sormak lazım şimdi?  Nato Demokrasisinden  armuz (hiza) tutmayanları  coplamaya mı yoksa !?

Bilen varsa yaparak halka anlatsın ve gerçeği göstersin  o zaman, bilmek; çok bilmek, "her şeyi" bilmek,  yapmaktır çünkü. Yoksa; Marx'ın dediği gibi  "bilmiyorlar ama yapıyorlar" sınıfına dahil olursunuz. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder