25 Şubat 2010 Perşembe

topuk selamı

Arkadaşlar bu gün pazar ya beni yine güneşe çıkardılar. Malum; burada haftanın bir günü güneş veriyorlar bize  ona da yok sizin olsun diyecek halimiz yok tabi. Güneş bu can kaynağımız! Tuhaf ve komik olan  neden böylesi bir güneş kısıtlamasına gidiyor olmaları ve insanları güneşten koparmaları... Allahtan yanımda bizim mahalle bakkalı meraklı ve neşeli  Ömür var. Ben ve Ömür güneşe her çıktığımızda müthiş seviniriz; birbirimize sorular sorar gökyüzünün ne kadar geniş ve mavi olduğuna şaşar; ve güneşin dünyayı ısıtan fokurdayışına hep hayran kalırız. Biliyor musunuz bizim kuvvetimiz aslında bu dünyada yalnız olmamaklığımızdan gelir. Çok şükür dünya ve insanları bilim sayesinde bir sır ve bir esrar değildir bize.

Pazar günleri sınıf mücadelesinin tatil günü olduğundan, ben de sizlere bu güneşli pazar günü yakında yayınlanacak olan 'Müstafi Bir Yüzbaşının Tuhaf Hatıraları' adlı kitabın "Müruru Zamana Uğrayanlar" bölümündeki, 'Topuk Selamı' ndan söz edeyim dedim. Bilmem iyi etmiş miyim; anlarız şimdi. 

Baş-aşağı toplum düzenlerinde  şu topuk selamının da  ücretli kölelik sistemi gibi artık müruru zamana uğraması gerekir. Vakti geçmiş bazı şeylerin bu dünyada işi yok artık! Tıpkı 21 gün boyunca yumurtanın içindeki civcivin gelişimine hizmet eden 'yumurtanın  kabuğu'nun 22.günden itibaren artık gerici olması gibi.. Bilirsiniz, yumurtanın kabuğu, 21 gün boyunca civciv açısından ilerici ve geliştirici bir işlev görürken, 22.gün yumurtanın kabuğu gerici olur. o yüzden 22. günün erken saatlerinde şiddetli ve çatırtılı bir kalkışma olur yumurtada ve 21 günlük civciv, artık gerici olmuş kabuğunu, şiddetle kırarak özgürleşir; ve bu dünyadaki piliçlik ve tavukluk hayatına merhaba der.

Sırtına semer vurulan sıpa da öyle.. Sıpa büyüdükçe semer artık küçük gelmeye başlar. Sıpa, kocaman bir anıran eşek olduğunda ise o sıpalık çağının semeri eşekte komik durmaya başlar ve eşeğin eşekliğiyle bağdaşmaz olur artık. O yüzden; kavga çıkmasını istemiyorsanız, - fark ve çelişki varsa kavgasız hayat olmuyor ki ama!- her çağın yakışanını, bağdaşanını bulmak ve yapmak gerek; yoksa, sırtınıza semer vuran çok olur ve daralır durursunuz, bizden söylemesi.

Demek ki, nerede insan hayatının gelişmişlik düzeyine ve kapasitesine uygun olmayan bir ilişki biçimi (kabuk) ve ortam varsa, orada devrimci eğilimler ve dinamikler hazırlık yapar ve ortaya çıkar. Kategorik anlatımıyla buna "içerik-biçim" meselesi derler; içerikle biçimin 'çelişkili birliği' yani.. Bu birlik'te, içerik belirleyici olandır. İçerik ile biçim arasında uzlaşmaz zıtlaşmalar olduğunda hayat, özgürlük için, tarihsel gelişimin ebesi olan 'devrimci kalkışmayı' göreve çağırır. Gerekli hazırlığı yapıp bu çağrıya kulak verip devrimi gerçekleştirenler hayatın ve tarihin tıkanıklıklarını açmış olurlar. Bu süreç, gündelik ve ömürlük yaşantımızın muhtelif ilişkilerinde ve boyutlarında hep karşımıza çıkar; mesele, böyle anlarda ve durumlarda, devrimci bir tutum takınıp takınamamaktadır; zorunluğun bilincine varıp özgürleşip özgürleşememektir. O yüzden tarihte ilerici-gerici  olma meselesi,  esas itibariyle, "müruru zamana uğramış" ilişkilerden ve kurumlardan kurtulma meselesidir. 
  
Bu vesileyle; varlığı, yaratıcı ve özgür eylem olarak koyan, büyük burjuva hümanizminin temsilcisi olan klasik Alman felsefesinden idealist filozof Fichte'yi anmadan edemeyeceğim: Fichte, bugünkü durumu, gelişme halindeki geleceğine bağlı olarak koyar: ne idim ve bu gün neyim; bunların anlamı ancak ne olacağım ile ilgili olarak vardır. Sanki bizim "ne oldum demeyeceksin; ne olacağım diyeceksin" atasözünün açıklaması  gibi değil mi? Demek ki varlık hiç bir zaman bir veri değil; bir fiil'dir; bir yaratmadır; sürekli olarak 'kendi kendini' yapmaktır. Onun için varolmak demek bir şeyler yapmak; yaratmak demektir. Bu eylem, bu yaratma, daha önce yaratılmış olanı sürekli olarak aşar; ve daha eski olan eseri, birden bire ortadan kaldırmaz; iptal etmez. Onu, yeninin içinde, yeniyle birlikte bir süre daha yaşatır. Ta ki; eskiyi bünyesinde muhafaza eden yeni, yeni bir senteze ulaşsın. Onun için asıl gerçek, varlıkta değil; eylemdedir. Bunun içindir ki, Fichte, tarihi, 'tamamlanmış bir gerçek' olarak kabul etmemektedir. Kendini 'tarihin terminus'u (başlangıcı ve son durağı) yapmaya Fichte' nin ihtiyacı yoktur. O, konmuş olan sınırları, sonu olmayan biçimde, sanki; sonsuz(luk) kendini çağırıyormuş gibi, sürekli olarak yadsır ve aşar. Bu arada, yaşasın 21.gün sonunda yumurtasının kabuğunu zorunlu olarak kıran özgür civcivin eylemi ..!

Bu zorunlu açıklamadan sonra hepinizi, fiyakalı topuk selamımla selamlarım.. ufff!! çok sert vurmuşum galiba;  ökçeli topuk sesinden koridor inledi de, gardiyanlar duymamıştır inşallah, sessizliği bozmak suçundan  o soğuk karanlık dar hücreye tekrar girmek istemiyorum.

Arkadaşlar, malumlarınız olduğu üzre, karıncalar gibi insanlar da birbirlerini selamlarlar. Hatta karıncalar her karşılaşmalarında selamlamadan birbirlerini geçemezler. vaktiniz olursa onların bu halini bir seyredin derim. Bizim burada bayağı vaktimiz oluyor onları incelemeye. Hatta bazı ziyaretçilerden yanlarında karınca getirmelerini istiyoruz. Doğayla bağ kurmak huzur vericidir.   

Selamlama, insanlık tarihimiz kadar eski bir toplumsal adetimiz ve alışkanlığımızdır. Dikkatinizi çekerim, bakın  şu an, tarih'e giriyorum ve 'tarih' ile açıklıyorum. Bu devirde "tarih" ile açıklayan adam bulmak öyle kolay bir şey değil, varsa da yoksa da "gerçeği" ideoloji ve mitoloji  ile açıklama! o yüzden Tarihin kıymetini bilelim biraz. Çünkü; tanrılar tanrısı Zeus yaratması Pandora Hanım'ın kutusundaki melanetler gibi, tarihin dışında, kendi başına (per se), yalıtılmış, saf, tam ve mutlak olarak; tümel bir selam yoktur. Selam tarihsel ve kültüreldir. Aksini söyleyenin başına Sisyphus kayası yuvarlansın. 

Selam, daima, toplumsal gelişimin belli bir aşamasındaki selamdır; ya da tarihi gelişim süreci boyunca verilen çeşitli selamlardır:  Başta Allah'ın selamı olmak üzere  pre-historik mağara adamı selamı, neolitik adam selamı; büyük İskender selamı, Romalı Sezar selamı, Bizans İmparatoru selamı.. köylü selamı, asilzade selamı; padişah selamı,  baş selamı, el selamı, topuk selamı; gemi düdüğü selamı, silistre selamı; gemi sancağı selamı,  kabadayı selamı, Sadri Alışık selamı; Bektaşi selamı, Yunus Emre selamı, Mevlana selamı;  muhtelif ideolojik selamlar, İslami selam, komünist selamı, Hitler ve Musolini'nin faşist selamı, mason selamı, milli güvenlik konseyince bir türlü yasaklanamayan tarikat-cemaat selamı;  ağa selamı, işçi selamı, patron selamı... gibi daha çok çeşitli selamlar vardır. Zaten; 'gerçek' dediğin, hem tarihsel olacak; hem de çeşit çeşit, katman katman çok olacak! Ama bütün bu selamlar içinde ben nedense en çok Halikarnas Balıkçısı'nın o "hurra..!!" der gibi  "merhaba" selamı ile Nazım Hikmet'in Türkiye işçi sınıfına selam' ını severim. Hatırlayalım mı o selamı biraz:

"Türkiye işçi sınıfına selam /selam yaratana! / Tohumların tohumuna, serpilip gelişene selam! / Bütün yemişler dallarınızdadır./ Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir / haklı günler, büyük günler / gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan/ ekmek, gül ve hürriyet günleri./ (..) /  Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selam / paranın padişahlığını / karanlığını yobazın / ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selam./ Türkiye işçi sınıfına selam/ selam yaratana!"

Bu arada kurucu-devrimci halkçı selamları da unutmamak lazım: Garibaldi selamı, Bismark selamı,  Bolivar selamı; Bolşevik Devrimi önderi Lenin'in selamı; saltanatı yıkan anti-emperyalist Mustafa Kemal'in cumhuriyetçi-devrimci selamı, Çin Devrimi önderi Mao'nun  selamı, Amerikancı diktatör Batista'ya karşı Castro'cu  "ya vatan ya ölüm" selamı gibi.. 

Bir de, meğer ölmemiş; hala  içimizde  yaşayan şu Natocu Kenan Evren'den sonra türetilen  'tak-şak' paşaların devrine ( İktidar sahibi  tak diye emreder ben de şak diye yaparım devri  ) kadar sürmüş daha sonra  sivillere tevarüs ederek iyice yozlaştırılmış; ve dalkavukluk ve maskaralık  selamı olmuş olan adına "tak-şak" emredersiniz! denilen bir topuk selamı vardır.  

Aslında, toplum yoksa 'topuk selamı' da yoktur. Robinson Crusoe ıssız adasında Cuma'sına topuk selamı veremezdi mesela; doğa insanı ormanlar kralı Tarzan da öyle.. çünkü; her ikisin de ayağına giyebileceği doğru dürüst bir topuklu kösele ayakkabıları bile yoktu. Hem sonra hangi hayvan topuk selamından anlar ki!? Her şeyden önce topuk selamı tesisi için ortalıkta ona uygun toplum ilişkiler  olmalıydı, değil mi,  filler, aslanlar, zürafalar değil.!  Birlikte yaşanan bir toplum olmayınca selamlama ihtiyacı da hasıl olmuyordu tabi.. Oysa; topluluk halinde yaşayan cilalı taş devri insanı olan Cilalıibo, selamsız yapamazdı. Muhakkak; her sabah herkesi, o güzelim ilkel ünlemli sesiyle selamlardı. Anlayacağınız, Paleolitik zamanlardan modern zamanlara insanlar birbirlerinden selam almış, birbirlerine selam vermişlerdir..

Rüşvet değildir diye selamların alınmaması çok sonraki devirlere uzanır. Divan şairimiz fukara Fuzuli'nin  "selam verdim rüşvet değildir diye almadılar" demesi  boşuna değildir. Fuzulinin yaşadığı zamanlar toplumsal ortam ve ilişkiler bozulmuş; bu günkü gibi rüşvet muteber olmuş. Oysa şu iki günlük dünya pazarında  insanlar birbirlerine sadece metalarını değil; hünerlerini, olgunluklarını, erdemlerini de sunabilirdi diye buyurmuş Fuzuli:

"Dehr bir pazardır her kim metaını arz eder/ Ehl-i dünya sim ü zer ehl-i hüner fazl u kemal. 

Günümüz siyasileri yeni-ortaçağı kendilerine örnek alacağını fukara Fuzuli'yi örnek alsalarmış ya.

Bu arada rüşvet demişken tarih nam yapmış en büyük  rüşvet alıcısı, adalet bakanlığı da yapmış olan  Francis Bacon'ı anmadan olmaz. Bacon, rüşvete tutulmuş ve rüşvet bağımlısı birisiymiş. Nedense, devletin en üst makamlarında bulunduğu halde hediye ve rüşvet almadan memurluk yapamazmış, zafiyet işte! (-Demek ki bu rüşvete bulaşma sadece bizdeki siyasilere ve memurlara özgü değilmiş, emeğin metalaştığı sömürü ve yozlaşma düzeninde rüşvet  oluyor işte.    Dünyada kapitalist sömürü düzeni topyekun kaldırılsın bakalım rüşvet kalıyor mu ortalıkta? ) Uzun yıllar tam bir rüşvet-sever  olarak yaşamış; ve sonunda rüşvet almaktan ömür boyu hapse mahkum olmuş; ancak, kralın insafı ve inayetiyle hapse girmekten kurtulmuştur. Bacon, yazmış olduğu Yeni Atlantis adlı ütopik romanında  insanlığın nasıl olması gerektiği hakkında ideallerini anlatmıştır. Yeni Atlantis'te hayali bir ülkede yaşayan  Ben Selam halkının adet ve ahlakını anlatırken de "rüşvet alan memurlar için iki defa ücret alıyor derlermiş" diye rüşvete vurgu yapmış gene. Demek ki rüşvet o kadar kanına işlemiş adamın! 

Neyse biz şu topuk selamımıza dönelim, topuk selamından bahsederken, bireysel gelişimimin belli bir aşamasındaki topuk selamından da bahsetmek gerekir. Geçen gün hesapladım, 16 yıllık üniformalı hayatımızda, tatilleri saymazsak, günde ortalama 5 topuk selamından, toplam 7920 topuk selamı vermişim; dile kolay! Ne topuk selamları vermişim zaten yoktular!

Sevgili okur, neler nelere değmiyor ki, mesela zıt uçlar bir birine değer. Evet hayır'a; olumlu olumsuza; esaret özgürlüğe; kimya biyolojiye, fizik kimyaya; devrim karşı devrime; sevgi nefrete;  iyi kötüye; güzel çirkine; doğru eğriye; dişi erkeğe.. hatta kendinden hareketli miniminnacık kuarklar bile  habire birbirlerine değip duruyor. Elbette topuklar da birbirine değecektir.. Hatırlayacak olursak, topuk selamı, teknik olarak geniş açıyla işleri olmayan askeri zevatın ayakkabı ökçelerinin V olmuş, dar açılı, saat 10'u 10 geçiyor selamıdır. Ve baş, selamlanacak kişinin önünde, ani olarak aşağı iner ve kalkar. Maazallah eğilen baş ya bir daha kalkmazsa.. Başın öne eğik; yeri öper yaşar durursun, ve iyileşmez beden eğilmesi ve yamulması sendromuna tutulursun. Tabi; başı mütemadiyen öne indirip kaldırmak da iyi bir şey değil; o zaman da salla baş olursun ve önüne konanları imzalar durursun.

O yüzden; nizami ve ideal bir topuk selamında dikkat edilecek hususlar şöyledir :

1- Öncelikle, topuklar birbirine değdirilirken, 'topuk selam açısı' dediğimiz ökçeler
arası açı, ne çok dar, ne de çok geniş olmalıdır. Bir 'siyasi iktidar mesafesi' açıklığında olmalıdır. Bu tabi ki, terfi meselenizle ilgili olamaz. 

2- 'Topuk selam desibeli' dediğimiz ökçelerin şraaak-taaak diye çarpma şiddeti, selamlanacak sahsın amaç ve beklentilerine; hatta mizacına uygun olmalıdır. Bazıları çok şiddetli topuk selamından hoşlanabilir; topuklarıyla ezmekten haz duyabilir.. Tuhaftır; örneğin askeri darbeler döneminde, asker olmadıkları halde bir çok bürokrat, nedense, koridorları inletecek kadar şiddetli topuk selamı verirler generallerine. Hatta bazı parlamentolarda, toplu halde verilen topuk selamları, askeri topuk selamlarından çok daha şiddetli olduğundan yurdun bir çok köşesinden duyulur; yoksulun, işsizin korkulu rüyası olur. Günümüzdeyse nedense tersi oluyor.  (Yüksek Askeri Şuraya olan nezaketlerinden  olsa gerek !) Askerler sivillere topuk selamı veriyor. Askere verilen  bir çeşit ince ayar diyorlar buna.. 

3-Topuk selamında kösele ayakkabının önemi çok büyüktür. İyi bir topuk selamı demek, Beykoz işi iyi bir kösele ayakkabı ökçesi demektir.. Ama nerde şimdi o canım Beykoz kundura fabrikası ? Babalar gibi sattılar; ne Sümerbank kaldı; ne Tekel..! Cumhuriyetin nesi varsa sattılar; sattılar derken belirsiz özne kullanmam doğru olmaz. Kim sattı ise açıkça söylemem gerekir; satanın yanına kar kalıyor sonra. Gerçi adı Hasan olmuş, Recep olmuş; Emin olmuş fark etmez; hepsi de emek-can sömürüsüne istikrar sağlıyor sonuçta. Evet, ne diyorduk, kösele ayakkabı ökçesi çok önemlidir; çünkü; topuk selam desibeli, kösele ayakkabı ökçesiyle doğru orantılıdır.

4- Malumunuz; topuklar olmazsa topuk selamı da olmaz. Topuklar, toplumun en alttakileri gibi insan bedeninin en alt,  en ezilen, en kahırlı, çilekeş bölümü olduğundan topuklarımızın, daha fazla nasırlaşmasına, topuk dikeni çıkarmasına, yıpranmasına izin vermemeliyiz. Bu yüzden, hafif koşar adım, komutanlara birerli kol mesafede, sağ ayak sabit; sol ayak darbesiyle halkın en alt ve en yoksul kesimlerinde  çok şiddetli ses getiren  topuk selamlarından kaçınmak gerek. Zira; mevcut Anayasayı tağyir, tebdil ve ilga suçundan  ve sıkıyönetimlerden bu halk çok çekti. Anayasal bir hak olan özgürce düşünmek ve fikrini ifade etmek iktidara zarar derecesine göre bir suç sayılmış ve Ceza Kanununun konusu olmuş. Anayasa Gerçi  bazı 'sol' ayak darbelerinin  tarihte demokratik devrimlere şifa verdiği söylenir ama gene de ister sol ister sağ olsun ayaklı darbelerden uzak durun derim. Halka gitmek varken ne diye darbelerden medet umarız,  Burkina Faso ya da Uganda mıyız biz?

5- Topuk selamı daha ziyade şapkasız verilen selamdır. Kafada şapka varken elle selamlama esnasında ökçelerini birbirine taaaak ve şırraaaak diye vurarak şiddetli ses getirmek isteyenler, genellikle, komutana yaranan her devrin adamıdır.  Bu gibi kimseler, 'geriye dön' komutuyla çok rahat bir şekilde geriye U dönüşü yapabilirler. Tabi kimse tanzimatın Efruz Efendisi ile Fransız Devrimi'nin ve Napolyon'un gözdesi muhteşem kusursuz dönek Joseph Fouche kadar bu U dönüşünü iyi yapamaz! Fakat;  'darbe Anayasası çöpe!!' diyen bizim mahut  "yetmez ama evetçi" liberallerimizin  o muhteşem U dönüşlerini de unutmamak gerek.

6- Son dönemlerde askeriyeye alınan kadınlarımızın giymiş olduğu yüksek topuklu ayakkabılar hakkında nas bulunmadığından ve Diyanet'in bu konuda fetvası olmadığından kadın subaylar topuk selamı vermekten muaf tutulmuştur. Malum orduda hiyerarşik düzen esastır. Hiç bir kadın subay yüksek ökçe topuklu ayakkabılarıyla   komutanlarına tepeden bakamaz!!  Yüksek topuk-alçak ökçe ikiliğine ve bozgunculuğuna hiç bir orduda yer yoktur! Ordu milletin ordusudur. Aslolan emir komuta zincirindeki hiyerarşik erkek-topuk selamıdır! Anlaşıldı mı!!?? (anlaşıldı komutanım!!!) Gördüğünüz gibi, her ne kadar müstafi yüzbaşı olsak da  askeri jargonu unutmamışız. İliklerine kadar işlememişse askerlik olmaz. Nihayetinde düşman geldiğinde vatanı savunacak olan da ordudur. 

Peki bu topuk selamı tarihte ilk kez ne zaman görülmüş dersiniz ?

Topukla selamlama, tarihte ilk kez, Hatay amik ovası höyüklerinden, toppukana höyüğünde bulunan çok sayıdaki V şeklindeki demir topukluklardan anlaşıldığı kadarıyla erken demir çağ yerleşimi olan Toppukana'da görülmüş ve uygulanmıştır. Asur Tabletlerine göre de, bu V şeklindeki demir topukluklar, kutsal ayinlerde ayaklara giyilerek ve çaaat çaaat diye sesler çıkartılarak hem topluluk selamlanırmış hem de kötü ruhların kovulurmuş. ( ruhun kötüsü iyisi mi olurmuş demeyin; tarihte oluyor işte )

Geç Hitit kralı Şapşalşapşulişişi zamanında, kralın huzuruna çıkan elçiler de topuk selamı verirmiş. Şapşalşapşulişişi bunun selam olduğunu bir türlü anlayamazmış. Çünkü; Hitit'te selam topukla  değil el veya kafa ile verilirmiş. Yunan site devletleri de, topuk selamını bilmezmiş; zira, topuk selamı, zafiyet göstergesi ve uğursuzluk getirir mülahazasıyla site devletlerinde yasaklanmış. Kahramanlar kahramanı; cengaverler cengaveri, Akkalı yenilmez ve efsane Achilles'in vucudunun en zayıf halkası olan topuğundan okla vurularak yere serilmesi henüz bu toplumlarda unutulamamış. Demek ki mesele, en zayıf halkayı bulmakmış! Yenilmez sanılan her güç en zayıf halkasından yere serilebiliyormuş! Bu arada size bir soru: Bilin bakalım kapitalist emperyalizmin Aşil Topuğu neresidir? Ve bunun sınıf mücadelesi açısından ne önemi var? Hemen cevap vermek zorunda değilsiniz. 

Roma döneminde ise, Roma imparator Marcus Antonyanus Toppukianus, senato konuşmalarına topuk selamıyla başlarmış. Fakat ayağında sandalet olduğundan hiç ses getirmezmiş (Gel de Beykoz işi altı kösele kundurayı arama! Alçak özelleştirmeciler!!). Senatoya ses getirsin diye yanında kurulu düzen asisi Koçero'yu değil; hatip Çiçero'yu getirirmiş. Baksanıza; şu tarihte neler oluyor !? Ama, şu tarihte neler oluyorsa, hiç biri de kendi kendine olmuyor doğrusu, insanların ve sosyal sınıfların , ihtiyaç-amaç ve çıkarlarına göre oluyor. ve belli bir tasarım ve plan sonucu oluyor. Ama Tarihi kim seyre dalarsa tarih olur. Çünkü; Tarih, 'bu gün hava yağışlı ya da parçalı bulutlu' gibi seyirlik meteorolojik bir hadise değildir. Hava durumunda bile ısı, basınç, su buharı, nem, rüzgar .. gibi belirli meteorolojik unsurların bir birbirlerine nazaran  üstünlük mücadelesi ve geçici hakimiyetleri vardır.  Tarih, kendi kendine olan bir şey değil; bilakis belirli koşullarda amaçları peşi sıra koşan insanların eseridir.  İnsanların yaptığı tarihten başka kendi başına bir tarih(leri) yoktur, olamaz zaten.  

Bizans'ta imparator Kuntakuzanas dönemini saymazsak Bizans'ta entrikalardan topuklanacak kimse kalmadığından topuk selamı kullanılmazmış.

Anadolu Selçukluda ve Osmanlı'da selam Allah'ın ve peygamberin selamı olduğundan, padişaha saygısızlık olur mülahazasıyla topuk selamı katiyen yasaklanmış; bu konuda, meşhur Ebusuud Efendinin fetvaları hala arşivlerde durur. Kim arşivlere gidip araştıracak ki şimdi;  işin yoksa Osmanlıca öğren gidip Ebusuud Efendiyi  araştır. Yok ya..! Hayatta daha eğlenceli ve zevkli şeyler var kardeşim.  Hem sonra araştırıyorsun da ne oluyor; kıymetini bilen mi var; "bizden " değilsen hak ettiğin yere gelemiyorsun; doçent, prof olamıyorsun  zaten. 

Ortaçağ Avrupa'sında ise kilise babaları ( "kadınlar uyanın artık; Kilise'nin şu erkek egemen, babacı tutumuna bir son verin artık!! nerede kilise anaları!?" demeyeceğim; böyle bir tuzağa, yapay didişmeye düşmeyeceğim! İster kilise babası ister kilise anası olsun kilise gerici bir kurum olarak yaşayacak ya ve yeniden üretilecek ya ben ona bakarım. )  topuk selamı gerçek mi gerçek değil mi diye yıllarca süren  skolastik tartışma yapıp durmuşlar. Ve sonuçta kimi kilise babası  topuk selamını bir addan ibaret saymış ve onun gerçek olmadığını söyleyerek  aforoz edilmesini istemiştir. Oysa topuk mu gerçek yoksa topuk selamı mı diye tartışmış olsalardı meseleyi rahatlıkla çözebilirlerdi, çünkü topuksuz insan yoktur, kendi topuklarına baksınlar yeter. Kilisenin yüksek çıkarları nedeniyle her halde böyle bir tartışma işlerine gelmemiş olsa gerek.  Zaten; orta çağda aforoz çağı olarak bilinir. Nerdeyse; insan hayatı bile aforoz edilmiş. Neymiş efendim bütün kötülüklerin kaynağı cadılarmış. Binlerce kadın, içine cadı kaçmıştır diye diri diri işkencelerde ve ateşte can vermiştir.  Bir de utanmadan  hala 'yeni-ortaçağı' getirmeye çalışıyorlar. Belirsiz özneyi anladınız umarım.(kim/kimler getiriyor, niçin getiriyor? bu soruları cevaplayın siz) 

Fransız ihtilali ile birlikte, burjuvazi yükselen sınıf olarak ayaklanmalara önderlik ettiğinden topuk selamı, krallara ve kilise doğmalarına karşı atını mahmuzlayarak sürüp gidenlerin deeeh demesi gibi, hayatı ileriye doğru 'topuklama'yı temsilen, yeniden, toplumsal bir selamlama adeti olmuştur. Özellikle,  ihtilalin önderlerinden Robespier ile Danton arasında sonu giyotine varan, devrimi 'topuklama' yarışmaları olmuştur.  Tabi; tüm bu olup bitenler  baldırı çıplak "yurttaş" yerine Napolyon'a yaramıştır. Peki ama; baldırı çıplaklar (sans-culottes) bu  devrimi Napolyon iktidar olsun diye mi yapmışlardı? Devrimciler, hiç olmazsa bundan sonraki devrimlerden biraz ders alsalar bari.. Baldırı çıplaklar bundan böyle ses getirmek istiyorlarsa  öncelikle topuklarında bir çift sağlam kunduraları olmalı ve yere sağlam basmalı. 

Topuk Selamı,  Fransız ihtilali geleneğiyle, Anadolu'da emperyalist işgale karşı direnen uzun konçlu bazı kuvva-yı milliye çetelerinde de "kuvvacı topuklama" adıyla yaygın bir uygulama alanı bulmuştur.  Makedonya'da kolağası ve geyik sever Resneli Niyazi ve kıdemli binbaşı Enver ve Eyüp Sabri  beyler, Harekat Ordusu cengaverleriyle birlikte Abdulhamit'in sarayını sert devrimci  topuklarıyla çınlatmış saltanatı sarsmıştır.  ve  bu gelenek  ittihatçılarla, müdafaa-yı hukuk cemiyetleriyle ve Mustafa Kemal Atatürk ile Anadolu'ya geçmiş; bir devrimle saltanatı yıkmış Cumhuriyeti kurmuştur.

Günümüzde, Nato hesabına gizli hükümetler kurmak ve  devlet içinde devlet olmakla görevli  bir cemaatin ( ne cemaati kardeşim; anlamadınız mı hala   tarikat bunlar, tarikat.!! Hani Atatürk'ün o meşhur sözü var ya "Türkiye şeyhler, müritler, tarikatlar, mensuplar ülkesi olamaz " diye, işte o ünlü sözde geçen tarikat! bunlar;  onlara cemaat demeyi bırakın artık!) devletin kurumlarına sızmak için  pek itibar ettikleri ve özendikleri topuk selamı, topuk düşmanı mafyanın da dikkatini çekmiş; ve mafya-sözü dinlemeyenlere karşı  'topuğuna sıkma' cezası yeniden uygulamaya sokulmuş.    İktidarın  bu mafyatik ortama sessiz kalması yüzünden insanlar iflah olmaz kırık-topuk kemiği (kalkaneus) sendromuna yakalanmış; ve bu mafya -tarikat toplumda yaygın yürüyüş bozuklukları, eğrilikler  ve amansız topuk ağrıları baş göstermeye başlamış; ve burada da masal bitmiş.

Daha evvel katil Nato tarafından Muavenet zırhlısına  yapıldığı gibi bir güdümlü mermiyle topuğuma sıkılmadan ve topuk-taklat (tepe taklat gibi bir şey işte..) gitmeden, burada keseyim bari; gerçi daha yazacak çok şey vardı ya.. hepinize, afili bir topuk selamı çakıyor ve soldan dönüyorum. Unutmayın; bir asker olarak iktidar sahibi sivil otoriteye topuk selamı veriyorsanız geri dönerken sağdan  döneceksiniz. Maazallah soldan dönerseniz solcu diye adınız çıkar askeri şuraya sokmazlar; terfiden olursunuz, terfi düşkünlüğünüz varsa tabi.

Başka bir güneş zamanında görüşmek üzere..  bir kez daha gökyüzünün ne kadar geniş ve mavi olduğuna  şaşmak ve hayran kalmak üzere.. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder