14 Şubat 2010 Pazar

YETER !! MİLLİ EGEMENLİĞİ EMEKÇİ TEMSİL ARTIK.

Cavdat* Komutanım size bir sorum olacak; cevap vermeseniz de olur. Milli egemenliğimizi artık emekçi halkımız temsil etse daha iyi olmaz mı acaba? Anayasamızda, milli egemenliğimizin yasama -yürütme ve yargı organları tarafından temsil edildiği söyleniyor ama ben gerçekte olup bitenlere bakarım. Dünyanın en pahalı benzini kullandığımız akaryakıtta, milli egemenlik kimde dersiniz ? Shell’de mi, BP'de mi; Petrol Ofis’te mi, Mobil’de mi yoksa parlamentoda mı? Petrol tekeli bu dev şirketlerde değil mi? Bize birkaç gün akaryakıt vermesinler gündelik hayatımız felç olabilir. Peki ama, hani siyasal iktidar sahiplerinin ‘Yürütmesi’ temsil ediyordu milli egemenliğimizi. Hani, benzin konusunda en üstün otorite onlardı? Niçin tekelci dev şirketlerin dediği oluyor da halkın seçtiği siyasal iktidarın dediği olmuyor!?  Bu işte bir terslik yok mu? Yoksa egemenlik dediğiniz "şey" dış güçlerin malı mı olmuş? Anayasamıza rağmen bizi mi kandırıyorlar yoksa?

Demek ki; Türk Milleti adına egemenlik hakkını özel para kasalarına yürüten tekelci şirketler var. 

Dikkatinizi çekti mi, epey bir zamandır, iktidardaki sermaye sahipleri “halk için üretim” demiyor, varsa da yoksa da üç kağıt ekonomisi! Kaptı kaçtı sermayesi bir koyup beş alıyor. Hasan almıyor "basan" alıyor ancak!. Peki ama bu durumda milli egemenlik tehlikeye düşmez mi? Üretim, anafordan zengin olmaksa egemenlik başkasının malı olur. 

Peki, iktidardaki bu üç kağıtçı; bir koy üç al sülükleri, bir mal haline getirmiş oldukları milli egemenliği kendiliğinden bırakıp giderler mi hiç ? Gitmezler elbette!  Peki; bu soyguna, talana kim dur diyecek? Milli egemenliğe kim sahip çıkacak? Nerede bu millet !?   "yeter artık kanımızı, canımızı sömürdüğünüz" diyen "milli irade" nerede? Milli Egemenliğimizi istiyoruz diyen emekçi halk nerede?!.. İş arayanlar, aş arayanlar, pahalılıktan şikayet eden "büyük insanlık" nerede?.. Hakları yenen ücretli çalışan büyük çoğunluk nerede?.. Soruyorum size komutanım elindeki şu boş tencere hiç dolar mı kendi kendine?

Milli Egemenliğimizi biz, bir ulusal kurtuluş savaşıyla kazanmıştık. Saltanatı yıkıp cumhuriyetimizi bir devrimle kurduğumuzu ne çabuk unuttunuz!? Tarihten silinmek mi istiyorsunuz yoksa ? Düşmanlarımız  bize milli egemenliğimizi bitirecek tarihin sonu geldi mavalını sürekli okuyup duruyorlar zaten. Soralım bakalım Cavdat komutanıma acaba; tarihin sonu gerçekten geldi mi, geldiyse kim nasıl  getirdi? Acaba, siyasal iktidarın ve Amerika'nın her derdine deva olan Ergenekon "terör örgütü" getirmiş olamaz mı ? Her üye, birbirlerinden habersiz olarak kendi başına kendi terörist faaliyetini yürütürken, ne yani, tarihin son durağına gelerek tarihin sonunu getirmiş olamaz mı ? Kimse, "böyle bir ihtimal yok !" diyemez. Bu konuda oldukça malum ve makul suç şüphesi var ortalıkta; dolaşıyor işte! Ben görmesem bile özel görevli Ergenekon savcıları muhakkak görmüştür. Hem sonra; Osmanım ve Tükenmez Kalem...gibi,   tarihin sonunun gelmiş olduğunu  görmüş olan bazı gizli tanıklarımız var. İster inanın ister inanmayın; adamlar savcı zoruyla resmen  gözleriyle görmüş tarihin sonunu.. Yalan söyleyecek halleri yok ya..? İsterseniz gizli tanıklara, pardon, hem sanık hemde gizli tanıklara sizler de sorun. Size,  tarihin sonunu ayrıntısıyla anlatsınlar. Ne zaman, hangi mahallede ve hangi apartmanda  tarihin sonunun geldiğini. Elleriyle koymuş gibi delillerle sizlere gösterebilirler. Ancak; keşif için götürüldüklerinde  apartmanın yerini tam olarak hatırlamayabilirler. Olsun o kadarı da canım! Hafazayı beşer nisyan ile malul değil miydi zaten?

Gizli tanıklara güvenmediniz hadi, peki ya  tarihin sonunu canlı olarak yayınlayan televizyon kanallarına ne diyeceksiniz? Adamlar daha "tarih" olmadan bile yayın yapabiliyorlar.  Bu "tarih konusunda çok mahirler; özel görevlerini iyi biliyorlar.. Özellikle suç icat etme ve suçu planlamada özel görevli yetkililerin hizmetinde olmada  ve kanuni kepazelikte çok başarılılar. TV kanalları, "Suçlusun işte; tarihin sonunu getirmekten suçlusun" dedi mi iş bitmiştir demektir.  Soruşturma  ve kovuşturma aşamasında gerisi gelir zaten: Özel Görevli Yargıç ve Savcılar ne güne duruyor? Onların işi bu:  " Öncelikle şu suçunu  bir güzel kabul et tamam mı; vaktin kalırsa, ya da ölmezsen yani, sonra suçsuzluğunu kanıtlarsın. Zaten her şey yargıya intikal etmiş durumda; tarihin sonu artık yargıda... Tarihe, pardon yargıya müdahale edilmez! Yargıya ve yargıçların vicdanlarına  güvenmekten başka çaremiz yok!  Allah'ın dediği olduğu gibi, siyasi yargının da dediği olur; daha anlamadınız mı bu hukuki gerçeği? Dediğim gibi yargıya güven; gerisini merak etme sen. Anlayacağınız, milli egemenliğimiz güvenilir ellere emanet edilmiş.

Cavdat komutanım henüz "tarihin sonu" hakkında görüş beyan etmediniz, çekindiğiniz ya da korktuğunuz bi şey mi var?  Komutanım milli egemenlik elden gitmek üzere bi şeyler yapmak lazım ama sizden ses çıkmıyor!  milli güvenlik mal olmuş, para olmuş; özel mülk olmuş; daha ucuz daha pahalı  bir piyasa olmuş alıyoruz satıyoruz diyorum sizden bir tepki yok!! Gıkınız çıkmıyor; siz eskiden böyle değildiniz; milli egemenlik söz konusu oldu mu masaya yumruğunuzu vururdunuz. Zinde ve devrimci çevik kuvvet olarak kendinizi bir gözden geçirseniz iyi olur.

Cavdat komutanım, "Nasılsın; iyi misin?" yerine, habire, "Kaç para, kaç para.?" ya da  "daha ucuzu daha pahalısı yok mu?" diyoruz. İşimiz, gücümüz, ürünümüzü özgürce piyasaya sürmek; vitrine koymak olmuş komutanım. Ve hatta komutanım, varlığımız, milli egemenliğin, pardon; piyasanın varlığına armağan olmuş. Ve dahası komutanım, o koca 'toplum' 'piyasa' olmuş; ve kimse ‘vay canına!’ demiyor biliyor musunuz ? Biz işte o piyasa olmuş toplumda milli irademizle yaşıyoruz; iyi mi Komutanım !? Daha ne olsun istersiniz komutanım; yeter ki siz emredin komutanım. Size emretmek yakışır. 

Millete kim/ne egemen olmuşsa milli egemenlik o olmuş komutanım. O yüzden ve daha fazla geç olmadan bir şey yapmalı komutanım; milli egemenliğimize sahip çıkabileceğimiz bir şey !

Cavdat Komutanım, bilmem haberiniz var mı, sizin istihbaratınız var muhakkak haberiniz olmuştur tabi, şu sıralar piyasada çuvalla o kadar çok "plan" dolaşıyormuş ki.., yok Balyoz darbe planıymış; Oraj’mış, Suga’ymış.. bu kadar plan, piyasadaki milli egemenlik'e zarar vermez mi komutanım? İmzasız ihbar mektuplarına ve imal edilmiş CD'lere bakılacak olursa, güya; aslında  bu planları, milli iradeye kast edecek olan  1.Ordu Terör Örgütü düzenlemiş. Zira, sanal ortalıkta, sürü sepet kullanışlı gizli tanıklar ve çok sayıda flaş bellek ve icat edilmiş flaş, flaş, flaş... disketler varmış. Komutanım, güya, 1.Ordu Terör Örgütü  sağdan hizaya, pardon, Nato'dan hizaya gelmediği için, bu flaş flaş flaş disketler "besleme" gazetecilere verilmiş; ve hizadan çıkanların canı  okunacakmış böylece. Sizce de doğru mu bu acaba?

Başbakan diyor ki gazete patronlarına: "herkes vitrinine layık olanı koyar."  Komutanım bir sorum var gene, cevap vermek zorunda değilsiniz tabi : Peki siz ne koyuyorsun vitrininize, kılıcınızı mı? Size 4 günlük makul göz altı süresi veriyorum; cevap vermezsen göz altı sürenizi  uzatırım ona göre!! (askeri bir eda ve ses tonuyla konuştum ki belki cevap verirsiniz, o çift ünlemi ondan yaptım.). Başbakan gazete patronlarına başka ne diyor, "derhal, al şu köşe yazarlarını köşelerinden; zevkten dört köşesiz kalsınlar.. Vitrindeki yerine koyacağın başka eşya mı, pardon, köşe yazarı mı yok memlekette ? "Bizim dükkanda sana köşe yok" diyemiyor musun şu köşebent kafalı köşe-kapmışlara !? 

Komutanım soruma cevap vermeyecekseniz bana yakınmayın o zaman.  Yıllardır, parayı verenler milli irade  borusunu  çaldırıyor bize, yoksa siz de başbakanı  mi kendinize örnek alıyorsunuz? yıllarca vitrinlerine koydular onu; elinden geldiğince onların verdiği "milli irade" borusunu vitrin sahibine layık olmaya çalışarak öttürdü. Ama unutmayın komutanım, kendi güçleri ile milli egemenliğine sahip çıkamayanlar er ya da geç tarihin foseptiğine yuvarlanırlar bir gün. Anlıyor musunuz komutanım? Ama; anlamak için  Mustafa Kemal'in yaptığı işlere bakmalısınız; Atlantik paktına değil!! 

Komutanım sorularım cevapsız kalıyor. Pek sayın büyüklerim, yakın tarihte rol oynamış muhterem abilerim, sadece bir vakitler devrimci mücadeleye girmekle yetinmeyip; devrimci ve örgütlü kalabilmiş pek sayın ağabeylerim, elbette burada hepinizi tek tek anacak; ayrıntıların dantelasında  dolaşacak değilim. Sizler, Atlantik Paktına girmediğiniz halde nasıl oluyor da Komutanıma oynanan bu oyuna seyirci kalıyorsunuz?  Operasyon gazetelerinin ve yemlenerek beslenmiş "gazeteci"lerin oyununa gelebiliyorsunuz? Hani nerede sizin o görkemli kuvvayı milliye ruhunuz? Yoksa sadece bana  mı güveniyorsunuz?

Ben de insanım; kış boyunca mart kedilerinin serenatlarını işittim durdum, tek başıma hangi birine yetişeyim ? Milli egemenliğe mi, yemek pişirmeye mi, bulaşık yıkamaya mı, asimetrik psikolojik savaşa mı; 'hiç bir delil yok ama kuvvetli suç şüphesi var tutuklayın kardeşim'e mi, 'Nato' cu F-tipi çetesine dokunursan cıs yakarım' a mı; 'bu ihbar mektuplarını, bu naylon belgelerini kim gönderiyor'a mı; "her kim, sözde değil özde; lafta değil fiilde, Amerikan emperyalizminin çıkarlarına ve cia’ya karşı ise, gladio onun için vardır" a mı, söyleyin hangisine yetişeyim ? Mustafa Kemal'in başka askeri yok mu komutanım ?

Komutanım müstafi bir subay olarak hazır sizi bulmuşken biraz dertleneyim  izniniz olursa? Bazen çoraplarım kokuyo;r, -biriniz de uyarsın artık; öyle hemen okuyup geçmeyin; noktalı virgülü yanlış yere koymuşsun diye..  uyuşanlar, elbette uyaramaz ve uyandıramaz-, yıkıyorum kokusu geçiyor. Peki; insanlık duygumuz ve Kuvayi Milliye direncimiz de kokarsa ne yaparız o zaman Komutanım ? Orkestra adamı olmaktan başka çaremiz var mı acaba?. Çocukken bir korom olsun  isterdim hep.. Hiç olmazsa koroda koristlerden biri olurdum.. Ama çocukluğumu içime gömdüler; sadece kusuyorum onu şimdi. Bilirsiniz Komutanım, insan nasıl yaşıyorsa ona göre de ruh hali oluyor. . Kimi insan 'kavram kavrama karşı' oyununu pek sever; her şeyi bir güzel kafasında kurgular ve muhteşem bir şekilde kavramların dengelenmesini kurar, ama unutulmasın sadece kavramların dengelenmesini.. Oysa; Hayatta kavramlara yer yoktur, savaş alanında zafer kazanan fiili insan eylemidir kavramlar değil! Çünkü; bir Düşünce somutu ile hayat somutu arasında 'fark' vardır daima Komutanım. Düşünce somutu, hani ismiyle müsemma derler ya, bir somutun düşüncesi, yansıma formudur sadece; ve hiç bir zaman hayat somutunun yerini tutmaz; onu betimler ve açıklar ancak. 

İstenildiği kadar köpek kavramı zihinde dengelensin, cemaati tarafından aforoz edilmiş ve doğayı doğa ile açıklayan  Spinoza’nın dediği gibi, köpek kavramı asla havlamaz. Çünkü; köpek kavramı ile somut köpek arasında fark var.  Emperyalizmin kavramı (soyut) ile  Çanakkale’ye saldıran  emperyalizmin gemileri (somut) arasındaki fark gibi.. ’Soyut ile somut tıpatıp ayni şey olsa idi bilime gerek duyulmazdı’ diye boş yere söylememiş bilgeler, anlayacağınız komutanım, pratik somut eylem belirleyici oluyor, soyut bilinç de onun türevi zaten. Bilinç pratiğin türevi ama öyle pasif bir türev değil tabi,  o da kendince amaçlı faaliyetlerimizi ve eylemlerimizi biçimlendiriyor. Anlayacağınız aralarında etkileşim var.

Komutanım, size göre acaba, insan işbirlikçi gazeteci olduğu için mi işbirlikçi gazeteci gibi düşünür; yoksa, işbirlikçi gazetecice düşündüğü için mi işbirlikçi gazeteci olur ? Bunu 1.Ordu Karargah Seminerinde tartıştırabilir misiniz acaba?

Az önce; "zalimin zulmu varsa mazlumun nesi vardı" diye düşünürken Komutanım, nedense ağzımdan şu çıktı:"Jan Jak Ruso'nun da cebinde halk egemenliği var". (Hoppala..! şimdi bu da nereden çıktı diyeceksiniz ama öyle işte..bazen bana geliyorlar ne yapayım elimde değil Komutanım. Şimdi size de gelmiş olsalar, yok gelmeyin kardeşim; istemem gidin mi diyeceksiniz!?. Diyemezsiniz!! İnsansanız; gelirler işte; bu böyledir; böyle işte..). Evet belki, yine inanmayacaksınız ama adam farkında olmadan pantolonunun küçük özel para cebinde 'insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağını' arayıp durmuş. Bu arayış boyunca, Ruso, milli egemenliğin halk egemenliği olduğunu görmüş ama, bütün bunları, ayrıcalıklı ve kralcı soylular ve ruhban sınıfı dışındaki Tiers Etat'taki 'soyut insan' penceresinden görmüş; ve yasalar önünde eşitlikten yana olmuştur. Ruso, "volonte de tous" (herkesin iradesi) ile "volente general"(genel irade) ayrımıyla da, 'milli egemenlik' kuramının kurucusu olmuştur. "Hür doğup hür yaşayan" insanlar arasındaki düşmanlıkların kaynağında da  "özel mülkiyeti "görmüş. Adamda ki de ne gözmüş ama!!

Komutanım, Devletsiz şu özel mülkiyeti ne yapayım ben?  Mr.Hobbes (İnsanın "hobs dedik" diyesi geliyor bu ismi duyunca nedense, hop dedik 'in muadili diye mi acaba?)'in acayip isimli su canavarı Leviathan'a mı vereyim yoksa ? Neymiş efendim homo homini lupus'muş ! yok ya..! insan insanın niye kurdu olsun ki !? Bu tamamen insanın yapacağı işlere ve şartlara bağlı bir durum. Hem sonra, benim bildiğim, "her ağacın kurdu özünden olur."  Onu da sazın ile seslendirmen için profesör olmana gerek yok, bazı prof arkadaşlarımı tenzih ederim tabi, bir de, ağacın kurdu ile fazla ilgilenirseniz, bir gün, "bu gün görüş günüdür telden tele mendil salla el salla"  türküsünü söylemek zorunda kalabilirsiniz. "Turnalar semahı" varken ben onu söylemem diyorsanız onu bilemem işte. "Kara gözlüm ay balam", peki sizin dediğin olsun Komutanım :"Düz dolan düz otur ay kişi/Yaş özün diyesin yetmişi/Ağzında yoktur bir dişi/Bir utan kızına aşık olu mu adam?"

Tamam Komutanım; anlaştık; ben haklarımdan vaz geçiyorum, tüm haklarımı ilerde devlet (civitas) olacak şu uzun boylu ve Diyarbakır'ı ilerde bir yıldız yapacak olan şu adama veriyorum der; bütün güc ve kudretin ayni adamda toplanmasına rıza gösterirsem, o su canavarı Leviathan da gelir şuuuuuup diye benim, sizin, hepimizin suyunu çeker; çünkü; suyla yaşıyor 'kerata' (kerata mı.!?). Böylece, rızamız sayesinde,  Leviathan'ı büyüttükçe büyütmüş oluruz; ta ki, Yılmaz Güney'in 'Umut' filminde olduğu gibi "yılanmış bu, yılan..!"  kerata değilmiş diyene kadar..

Kimbilir, kimler, nelerini nerede nasıl büyütüyordur şimdi Komutanım? Bir düşünsenize, bu cümle 'özne' egemen bir cümle oldu; "kimler" dediğime göre, özneye vurgu yapılmış, peki nesne nerede ? “nelerini” demek suretiyle sehven belirsiz bırakılmış değil mi? büyütülen bir organ, hatta bir organizma olabileceği gibi, bir mesele ve bir servet de olabilir. Nesnenin ne olacağı, tamamen, öznenin amacına ve isteğine bağlı kalmış. Böyle durumlarda, ne var yani; meseleyi büyütmeyin canım; bağımsız ve tarafsız yargı var ona havale edin, o çözer derseniz; işte o zaman ayvayı yersiniz. O bağımsız özel yetkili yüce yargı, o belirsiz nesneyi, emniyette imal edilmiş sipariş deliller ile, hukukun alçaklığı adına değil üstünlüğü adına bir güzel belirler. Ve fakat; bu sefer de, o başlangıçta kasten sehven, pardon, sehven kasten belirsiz bırakılmış belirsiz nesne, belirlendikçe belirlenemez olur; ve askeriyede, adliyede, hariciyede, mülkiyede, zaptiyede, talim ve terbiyede, meclisi mebusanda gittikçe büyüyen; milli egemenliğinize kast eden,  kendi kendine büyüyen bir organizmaya dönüşür. Allah değil; kuvvayi milliye ruhumuz ve direncimiz yardımcı olmazsa işte o zaman başımıza taş yağar sonra.
 
Komutanım, siz de, büyüyen bu organizmanız ile şayet  bir uzman doktora gider, ya benim şu organım büyümüş, onu böyle ben kendi ellerimle büyüttüm ama söndüremiyorum derseniz, uzman ya; en iyisini o bileceğinden, size bir ilaç yazar; çare olur. Sizin de büyümüş organınız söner; öyle mi? Hayır! Bu doğru değil Komutanım! aslında çare sizsiniz: çare ellerinizde, gören gözlerinizde, hisseden yüreğinizde ve bağımsız özgür aklınınızda çare! çare, artık taşın altına konan ellerinizde!

Komutanım, reşitsin değil mi, eeee öyleyse niçin kendi meselelerinizi kendin çözmüyorsun da ecnebiye havale ediyorsunuz ? Onlarınkisi üstün akıl mı? Sizin iftihar edeceğiniz şanlı bir tarihiniz var; bunu sakın unutmayın ve utanmayın! Bu arada, ne kadar çok imla işareti kullandığımı görmüyorsunuz hala ? Bunun için illa gidip emniyette ifade vermen mi gerekiyor. "Organlarını büyüteceğine biraz da cesaretini büyütseniz olmaz mı?" - kime söylenmiş bu söz kimse üstüne alınmıyor da..?-  Medeni Cesur olamaz mısın ? Bak cahil cesur demiyorum; 'dikkat' Medeni Cesur.. Bu "dikkat"i kim kullanırdı biliyor musun ? kim ? Aytunç abi.. doğru; evet o kullanırdı.. Hatırlar mısın, bir seferinde bize vanilyalı çay demlemişti, ben de çifte havuzlardaki evinin mutfağındaki ıskarta ampulü değiştirmiştim. Bu vesileyle, etrafı aydınlatmıştım ya, Abi bende umut var mı diye kendimi göstermiş; mutlu olmuştum.

Kimi hafta sonları Refik ile ziyaretine gittiğimizde, “Tekil'siz Tümel” olamayacağından bahisle soyut biçimlerin kendi başlarına, a priori,  gerçekliklerinin olamayacağını konuşur dururduk. Tekil-Tümel özdeşliğinin fark olmadan anlaşılamayacağını her fırsatta ısrarla bizlere hatırlatırdı. Ben Tekil-Tümel özdeşliğini ondan öğrenmiştim. İşte ben o gündür bu gündür Tekil-Tümel Özdeşliğine ve/ile Özel-Genel çelişkili birliğine vurgunum ve hayranım.

Tekil derken, Komutanım, aman, ‘form’ ve ‘sonlu’ ile karıştırılmasın. Sonlu, adı üstünde “sonlu” işte; bir Bütün olarak niteliğin dağılmasıdır, sonlanmasıdır. ’Form’ da öyle, zamanla gidici ve geçicidir. Tekil ise, kalıcı ve yok edilemez olandır. Onu temsil eder.. Tümel derken de, yok edilemeyen/ yok edilemez olanın(madde) tezahürünü (hareket-değişim), yani mutlak kalıcı öz (madde)’ün tezahürünü anlamak gerek. Size, bana, ona göre olanı değil de herkese göre olan, herkes için geçerli olanı temsil eder Tümel.. Yani benim, hayatım boyunca ne kadar ve ne çeşit belirişim ve yaşanmışlığım varsa,  "o da benim", "o da benim",  "o da benim"," o da benim..",  "hepsi de benim.."  demek gibi bir şey bu  tümel. Demek ki benim herhangi bir anımın ve momentimin dışında kendi başına, saf, mutlak bir tümel yok; olamaz zaten! O yüzden; Tümel, anın ve olayın kendisidir.

Ama dikkat; unutulmasın, ‘herkes’ demek ‘biz’ demek değilir. 'volonte general' ile 'volente tous' farkı unutulmasın. Herkes’i, bize indirgeyemeyiz. Bizim irademiz herkesin iradesi anlamına gelmez! Zira; biz başkadır; herkes başkadır. Bizim için geçerli olan, herkes için geçerli değildir; olamaz. nasıl ki amerikan emperyalizmin çıkarları(biz),  diğer emperyalist güçlerin, herkesin, tüm ülkelerin, ulusların, insanların çıkarı değilse, onların çıkarlarını temsil etmiyorsa, Tümel de, bir kategori olarak “Genel” kategorisi yerine ikame edilemez. Tümel başka Genel başkadır. Tümel, farka dayanan bir aynilik, özdeşlik  ifade eder. Genel ise belli bir yerdeki birliği.. Mesela, Genel Başkan denildiğinde belli bir partideki birliği temsil eder. Genel müdürlük belli bir müdürlük bünyesi içindeki birliği ifade eder. Genel kurmay da öyle, belli bir ülkedeki  silahlı kuvvetlerin  genel birliğini ifade eder.  

Fakat; aralarındaki fark olmadan anlaşılamayacak olan bu Tekil-Tümel özdeşliği mutlaka belli bir mekanda ve zamanda gerçekleşeceğinden, Özel (Mekan) ve Genel (Zaman) olmadan da anlaşılamaz Komutanım. Ev dersiniz değil mi ama o ev neredeki ve hangi zamandaki evdir belli değildir. Sadece kendi başına, izole, saf bir ev kavramı(biçimi), değişmez bir ev dir işte ; bir biçimdir  yani.      Ama o ev sürekli ve  her an değişme halinde olduğundan yani sürekli farklılaşma halinde olduğundan  göz ilk bakışta o evdeki değişim halini görmez; o evi   sabit değişmez bir ev olarak algılar.  Hani yeri gelmişken söylemem lazım;  artık şu indirgemecilik ve öznelcilik illetinden  kendimizi kurtarmamız lazım komutanım.

Hani “nasıl olsa her şeyin zamanla bir sonu yok mu” diye bir şarkı var ya; işte öyle, mekan, mutlaka zamanla çelişkiye düşer; çelişkiye düşmeyen mekan yoktur; olamaz! Nasıl bir çelişki bu ? Hegel’in diliyle söylersek : bu öyle bir güçtür ki onun önünde hiçbir güç ansal ve tarihsel bir gücüyle ona karşı koyamaz; o özünde kalıcı ve devrimci bir güçtür.

İşte; nesnel gerçeklik bizim için böyle bir hakikattir  komutanım. ve kategorik olarak çelişki, emirle değil, fark 'nesnel' olarak var olduğu için, ortaya çıkıyor; yani bir bakıma farkın kaderi, kaçınılmaz sonu, çelişki olmaktır. Çelişki olmak demek ise belirleyen ve belirlenen tarafların, yönlerin olması demektir. demek ki; fark’ın nesnelliğinden çelişkinin gerçekliğine giden bir hakikatle karşı karşıyayız Komutanım.

Acaba;  Aytunç Abi'nin de ,  tekil'den tümel'e, soyuttan somuta yükselirken  öznelcilik-indirgemecilik-mutlakçılık labirentlerinde kaybolduğu hiç olmuyor muydu? Elbette oluyordu. Yoksa bize mi öyle geliyordu Dursun ? Ne gerek vardı şimdi Dursun'a !? Sen de olur olmaz yer ve zamanda araya birini sıkıştırıyorsun. Yok, bu ismi beğenmedim; ne o 'Dursun' öyle, Dursunmuş; ne duracak, duran bir şey yok ki ortada, baksana; her şey kendinden hareketli ve değişiyor. Hem de hareketinin kaynağı kendinde. Yani rahmetli Spinoza' nın o meşhur  causa sui (nedeni kendinde) gibi bir şey bu. Senin Dursun dediğin aslında süreçtir süreç!! Devrim olduğunda senin Dursun dediğinin meğer süreç olduğunu anlarsın.

Amipin bölünmesini durdurabiliyor musun ki 'Dursun' diye biri olsun. Yapma Allah aşkına..! Ha onu anlarım 'koy şurada dursun' dersen. O vakit Aristoteles haklı olur. Ne var ki neyi nereye koyarsan koy öyle koyduğun gibi kalmıyor zaten. -Bu arada hala koymayı bilmeyen insanlar var biliyor musun; ne acı!- Her şey, hem kendi hem de kendi-değil.. Tuhaf bir çelişki değil mi !? Ama hayat öyle işte; şimdi de Aristoteles haksız oldu .. Her şey kendinden hareketli değil mi, kimse hareket etsin diye kimseyi dürtmemiş bu alemde hemşerim, bu hareketin yegane kaynağı bizatihi madde. Her şeydeki kalıcı öz yani.. anla bunları artık Aristoteles'im...anla ki tarihi  yanılsama ve ideolojiler son bulsun. Bilmem anlatabildim mi Komutanım?

"Nasıl olsa her şeyin zamanla sonu yok mu gönül dediğin şey küsecek kadar çok mu ?" kim söyleyecek bu şarkıyı; hadi esen söyle Nazocan, yaa bir dakika, öyle üşüşmeyin hemen; tek tek gelin merak etmeyin hepinizi yazacam; hepiniz sahne alacaksınız acele etmeyin, ama bu babda ama daha sonrakinde.. Ha söyle, ne demiştik: eşyanın kontrolüne girme yok; eşyanın nesnesi olma yok; her fırsatta eşyaya eşyalığını hatırlatmak gerek. Eşyaya ancak özne olunur oğlum özne.. Bunu sakın unutma kızım, oğluma bir düzeltme yaptım kızım diyorum. Şu Aytunç Abi'yi yarım bırakmıştım, ama; o da bizi eksik bırakmadı mı biraz ? Çocuklar derdi,  "bir yolunu bulup muhalefetinizi mutlaka gösterin". Nazocan bitmedi daha 'keşke güzel olmayaydın' var sırada, onu da Alaeddinle söyleyin bari...yok öyle bir şarkıyla kurtulamazsın, bizim o dokunaklı Azeri şarkı "alevli günleri" söylemeden seni bırakmayız. Rüzgara da oku ki dünyanın duygusu varmış desinler.

Çıkarıp göstereceksin ki vurgulayan bir şeyler var nesneyi değil. büyüyen ne olabilir çek elini artık; daha fazla oynama büyümesini durduramazsın sonra ha ta ki kendisini susuz bırakana kadar. Marx'ın da "maddi hayatın yeniden üretim süreci" var. Bu son paragraftaki cümleler bir yerlere ait olmalı, niye buraya gelmişler anlamadım, gerçi yazan da benim, tuhaf! ama, artık; onlarla da uğraşamam, uykum geldi.. zaten; bu saate kadar oturmuş tak tak tik tak seslerle vatan savunmasında uyanık kalayım ve kendime mukayet olayım diye bir şeyler yazıyorum. bu saatten sonra her hangi bir eşyanın yüklemi olamam ben; hele asrın oyunu Ergenekon’un yüklemi katiyen ! Anlaşıldı mı!?

Düşünsenize Komutanım, sadece emirlere itaat etmeyin düşünün de; yani düşünen kafa olun! Bir düşünsenize,  bu dünyada sayılamaz çoklukta eşya var. Her yanımız, yöremiz, yüzümüz gözümüz eşya olmuş; yıka allah yıka çıkmıyor ki  kiri.. Muazzam bir eşya alemimde yaşıyoruz. Bu dünyaya çık dışardan bir bak bakıyım; birikmiş insandan-eşyalar dünyasını görürsün. Şimdi bu kadar eşya içinde hangi eşyanın 'nin, nın' takısı olacakmışım? Hayal etsenize, benim bir eşyanın 'nin, nın' takısı olmuş halimi .. Arabama nazaran beni düşünebiliyor musunuz. Onun "nin"  "nın" takısı olmuş halimi.. O mutlak bense o nazaran rölatifim, ne kadar komik değil mi?  beni direksiyona oturtup istediği yerlere gezmeye gittiğini bir hayal edin bakıyım. Bunun hayali bile tahammül edilemez. Hiç bir eşyanın özneliğimi elimden almasına izin veremem. Para dahil hiç bir eşyanın  kişilik kazanmasına hizmet edemem ben! Benden, eşyaya yar olmamı kimse beklemesin.. Sen de Feridun abi.. benden eşyaya yar olmaz ve eşyaya kölelikle de bahtiyar olunmaz!

Faraza, şimdi şu kunduramın sözünü dinleyip onu ayağıma geçirirsem, o özne ben ise nesne olurum ; yok ya, ne münasebet, kunduraya kundura muamelesi yapacaksın; ya da kunduraya kum dolduracaksın, yoksa; başına çıkar sana hakim olur. ne demişti Paracelsus ? "kendine mukayet olamayan başkasına, sen onu eşya diye oku, (kunduraya), ait olur." kendine mukayet olamazsan, mesela emperyalizm diye bir eşya varsa bu dünyada, büsbütün ona ait olursun. hani insan, sadece zoon politikon değil ama 'toplum içinde ve toplum sayesinde bireyselleşebilen bir hayvandı' ya, Feridun Abi, toplumu o şekilde düzenleyelim ki, herkes, "şahsiyetini" geliştirebilsin; ve herkesi bir "şey" olarak değil de bir "şahıs" olarak tanıyalım artık. Uyuma be Feridun Abi, Çok önemli tümel şeyler söylüyorum insan kardeşlerimiz için, uyuma lütfen!

Beni dinlemiyorsun bile Feridun abi ? Bak yorulduysan söyle, Komutanımı çağırayım  onla devam ederiz biz.. Hani ben yatacaktım, bu Feridun abi de nereden çıktı; başıma bela ettim ? Tamam hatırladım, daha önceki bir yazımda dip nottun sen Feridun abi. Gel; alınma öyle hemen  dip notsun dedik diye, hem dip notluk öyle kötü bir şey değil ki.. Bilim kadınları dipnotsuz yapamazlar. Bazıları dip notu arka sayfada kullanıyor hoş olmuyor ama, ayni sayfada kullanacaksın uleeeen!!!… Bilim öyle diyorsa inanacaksın ve ayni sayfada kullanacaksın; tamam mı!?. Bir de, bilimsel bir kitapta, bir Feridun Abi olduğunu, yani dip not olduğunu bir düşünsene. Feridun Abi, hakikaten üzülüyorsun sen, tamam, tamam seni dip not yapmayacağım bir daha, bu kadar üzüleceğini bilseydim... Gel söyle yanıma otur bakıyım, sana bir Afrika yapıyım mı ? Hadi ama neşelen biraz, bak Afrika yapıyorum... bir ve tek kozmik mekan için söylenmiş doğaçlamalarım benim..

Öyle gözlerini dolmasın; unut artık; dipnotu falan değilsin. hayatta daha önemli şeyler de var; bak daha düne kadar akıllı ve zeki beyaz kedimiz Kuark yaşıyordu, bu sabah öldü ama; bütünlüğü dağıldı toprağa ve sonsuzluğa katıldı. "Kuark, Kuark.." neredesin; hadi kızım gel eve " diyemeyeceğim bir daha. Hani "ölüm Allah'ın emri şu ayrılık olmasaydı" demişler ya; ondan ilelebet ayrılmış oldum işte; beyaz balonum uçuverdi bulutlara... Oysa; Ona daha fazla şefkat gösterebilir ve daha çok zaman ayırabilirmişim. Yoksa yeterince onu sevmiyor muydum? Yeterince sevmiş olsam kimi zaman ihmalkar ve düşüncesizce davranmazdım ona. Ona bazen üvey kedimmiş gibi davrandığım için kendimi affetmiyorum.  Bak; dipnottan daha değerli "sevgi" varmış meğer şu dünyada..  Şu eşyalar ve para alemi yüzünden Sevmeyi de doğru dürüst beceremiyoruz ama.. Öyle boktan bir Sevme-Çağı'nda yaşıyoruz ki; sorma! Peki; nerede o çağımızın altın kalbi;  nerede kaldı?

Sen şu anda saatin kaç olduğunu biliyor musun, ışık hızına yakın gidişlerde saatler yavaşlıyormuş; yani, uzayda hızlı yaşayanın biyolojik zamanı yavaş akacakmış. Dar gelirli yaşadı desene! Hem hızlı yaşıyorsun hem de genç kalıyorsun. Hızlanalım beyler ve hızlanarak genç kalalım. Eskiden orta halli insanların bir terzisi bir kasaba, bir berberi olurdu, nerede bu insanlar? yoksa ölçüyü verip gittiler mi? Ama bir gerçek var: Bu dünya terzi dükkanıdır ölçüyü veren gider. O yüzden ölçüyü kaçırmayacaksın; ölçülü yaşayacaksın.   Ya Feridun Abi bak sana ne diyeceğim: Hak vaki olmadan ve her anti-emperyalist muhalif fani, şu asrın davası Ergenekon’a yar olmadan, insanı her yerde, bir "şey"(thing)olmaktan kurtarıp; "kişi"(person) yapmaya ne dersin ? Var mısın insanı "kişi" yapmaya..? çak o zaman; sağla değil Feridun Abi, solla çak!

Bu 'piyasa' olmuş toplumda, burjuva,"hem genel olarak toplumsal ilişkiler içinde yaşayan her bireye; hem de, özel olarak, bu toplumun egemen unsuruna" verilen admış. Sen ne konuşuyon enişte, herifçioğlu çoktan burjuva milliyetçiliğini ve milli pazarı icat etmiş bir kez. Burjuva hakkını kullanıyor; kul hakkını(!) değil! Ne var bunda ayıplanacak !? Kendine, kendince, kendi için bir özel-hukuk düzeni yapmasın da ne yapsın? Burjuvazi, bir ve tek sınıf olarak, kendi egemenliği ve mutlakiyeti için kendine, kendince bir siyaset üretmesin de ne yapsın ? çok görme garibime… Tarih var ya o yüzden şimdilik diyorum, milli hakimiyetin temsil ve kontrolü ve milli hakimiyetin istikrarı, bir ve tek sınıf olan burjuvaziden sorulur.

Ama hangi burjuvaziden..? Feodalizme karşı demokratik mücadele eden, devrim yapan; ilerici, sanayi burjuvazisi mi; yoksa, emperyalizm çağında orta çağ güçleri ile ittifak yapan aydınlanma karşıtı gerici burjuvaziden mi ? Soralım bakalım: üretimde ve siyasette milli hakimiyet kimde ? Bilimde, sanatta, eğitim ve sağlıkta milli hakimiyet kimde ? Enerjide ve savunma sanayinde milli hakimiyet kimde Feridun Abi ? Yaratmada ve yaşamakta milli hakimiyet kimde ? Bakıyım, uyuyor musun gene? yoksa uyuma numarası mı yapıyorsun, uyuma numarası yapıyorsan uyandıramam seni.  Feridun abi uyuma Allah aşkına  uyuma da soruma cevap ver; Milli Hakimiyet kimde? Millette mi yoksa millet olmuş sermaye sahiplerinde mi ?

Bir ülkede, bir coğrafyada kapitalizm başladımıydı bir kez, onun ekonomik ilişkileri ve askeri gücü hangi insan topluluğunu ve hangi topraklara bir arada tutuyorsa orası gel zaman git zaman milletleşmiş demektir. Vaktiyle; sermaye sahibi sınıf, burjuvazi, keyfi ve kişisel yönetim olan hanedanlıklara, krallıklara, çarlıklara,  padişahlıklara karşı savaşa savaşa 'milli egemen' ve milli egemenliği temsil eden güç olmuş; millileşerek ve milletleşerek bu işi başarmış. Hristiyan ümmetini, Müslüman ümmetini, millet(nation) yapmış; ve demokrasi denilen kendi sınıf egemenliği sistemini getirmiştir. Demokrasi olsun demek aslında sınıf sömürüsü ve sınıf mücadelesi  hep sürsün demek Feridun Abi.

Ya Feridun Abi.. Bir cevap versene..  Tık yok sende; bir nida bile!, bunlar senin bildiğin konular olabilir,  ama bir dinle bakıyım: Milli Egemenliği temsil etme konusunda şimdi sıra işçi sınıfında değil mi ? İşçi sınıfı da savaşa savaşa millileşerek ve milletleşerek milli egemenliği temsil edemez mi ? edemez mi diyorsun ? niyeymiş o bakıyım.? Milli devletler çağı kapanmadı ki henüz ama.. ha anladım; sen, 19.yy usulü gitmek istiyorsun. Ama günümüzde, “dünyanın bütün işçileri birleşin” demekle, hadi dünyanın bütün işçilerinden vaz geçtim, ülkemin bütün işçileri hopdedenek birleşmiyor ki! Emperyalizmin herifçioğulları, senden çaldığını, kendi işçisine veriyor ve seninle yapılacak olan sınıf dayanışmasına mani oluyor. Ayrıca, bunu da seni ezmek için  kullanıyor. Peki bu, sana karşı yapılan fiili bir sınıf mücadelesi değil mi ? Adam ecnebi işçi sınıfı olarak, cebini doldurmaya, rahat yaşamaya bakıyor. Vallahi sen bilirsin Feridun Abi, bize herkesi birleştirebilecek bir 'nesnel amaç' gerekli; "kavram kavrama karşı" düşüncelerde yapılan soyut ve tutarlı sınıf mücadeleri değil! Anlaştık mı ?

Ey "sermaye (birikimi ve ihracı)" sen nelere kadirsin, emme-basma tulumba gibi ezilen ülke emekçisinden alıp ezen ülke emekçisini semirten sen; iş gücünün piyasa değerini sömürüden verdiğin payla değiştiren sen; ümmetleri ve aşiretleri burjuva kukla milletlere dönüştüren sen; sınıf ilişkilerini ve mücadelesini kamufle eden sen; 'inceldiği yerden kopmasın' diye ; sürekli karşı-devrimi örgütleyen sen;  kendinden, kendi devrimci anti-tezini üreten de sen ! Sen, nelere kadirmişsin be abi.

Patlıcanın fiyatı var, insanın da ücreti, peki sermayenin nesi var ?.. Patlıcan ve insan, fiyatları olması bakımından özdeşler. Sen ise, buna şaşırmıyorsun bile Feridun Abi.. 'insanın ücretli hali' seni şaşırtmıyor yani.. Hayatın(piyasa olmuş hayatın) olağan akışına uygun buluyorsun ücretli insanı; tuhaf doğrusu..! Peki; kim veriyor bu ücreti ve kim kime niye veriyor bu ücreti ? Sermaye bu ücretin neresinde; soran yok! bu kadar birikmiş faturayı minimum insanlık düzeyimle nasıl ödeyeceğim şimdi ben, söyler misiniz bana ? " Mustafa Kemal'in başka askeri yok mu komutanım !? "

Malum; "müşterisiz mal zayidir. O yüzden "bir reklam arası istiyorlar, bizden ayrılmayın lütfen sevgili okurlar : "Ne güzel kolye bu böyle.. boynunun ve gerdanının fiyatı kim bilir ne kadar artmıştır; piyasa canlanmıştır. pırpır pırlantayla siz de harika gerdanlara sahip olabilirsiniz; sadece parası olana tabi... evet sadece parası olana.. pırpır pırlanta."

Bir sancıdan ve ıstıraptan bahsettim ama kimse, kimse dediğime bakmayın; bakanları tenzih ederek kimse diyorum, tek başına yaşayan atomlar olduğumuzu; ve fakat atom kalacağımızı hesaba katmıyor; gemisini kurtaran Robinson Crusoe kaptan amcayı çağırdın mı gelip gemisini kurtaracak sanıyor; adamdaki siz şu muazzam, kudretli sakala bakın siz; toplumun bütün güçlerini tek başına sakalında toplamış adeta. Derdin mi var sen onu git Robinson'un kudretli sakalına anlat; sana merhem olsun. Robinson bu; yıllarca ve tarih-dışı, tek başına, sen de adada yaşa, atom-altı parçacık bile olursun maazallah! Toplum da neymiş; tarih da neymiş; yaşamsa yaşam; deniziyle, martısıyla, adasıyla, Cuma'sıyla, papağanıyla 'Robinson olunmalı oğlum Robinson' diye bize akıl veriyorlar meclisin kürsüsünden. Peki biz ne yapıyoruz yavrum ? Biz behemehal anti-Robinsonculuğu örgütlemeliyiz komutanım. Örgütlüyor muyuz peki; yoo.. ne gezer; .konuşuyoruz sadece, konuşuyor...

Anlamadınız mı hala, Hitler'in kuyruğuna takılmış Heiddeger'in felsefesinden bu millete bir hayır gelmez; biz felsefe tarihini sevmeyiz; sadece felsefenin değil; hiç bir şeyin 'tarihini' sevmeyiz. Mezar taşına “ölümle hayatı takas etti” aforizmasını kazıtan Paracelsus mu demişti "hiç bir şey bilmeyen hiç bir şey sevmez" diye ? Anlamak ve sevmek istiyorsan 'tarih bilinciyle anlayıp seveceksin. Ama nedense, her şeyin 'aziz' ini ve kilise babalarını severiz. Papazlarımız çok anlayışlıdır; sizi papaz yumuşaklığıyla dinler dinler yine bildiğini okurlar..

Spinoza da papazgillerdendi ama o babasını bile dinlemeyip gerçeğin merceğini yonttu.. Engizisyona kafa tuttu ; henüz Spinoza olmamışken Rembrandt'a modellik yaptı. Spinoza'yı okumam gerekiyorsa açar okurum; ne var bunda?! Adam servetleri tepmiş; ayrıcalık istememiş; üniversite kürsüleri ve şöhret umurunda değil; ben 'gerçek sarhoşu' bir filozof olacağım diye tutturmuş sadece; tutturmakla da iyi de etmiş. Dekart ise sabahları erken kalkmaya alışık olmadığı için gitmiş Stocklholm’de kraliçenin yanında soğuktan ölmüş.. Ölmeden önce 1000 altın düşünmüş ama düşündüğü için 1000 altını olamamış, oysa; o da delikanlılığında, "düşünüyorum öyleyse varım" dememiş miydi..? ayrıca; kilise babalarının vaazlarını 'akıl'a davet eden ve Spinoza'yı 'aklı'yla bin yaşatan o değil miydi ?

Peki ya Kant; 'inanca yer açmak için bilgiyi bir kenara bırakan' klasik Alman aklının mahcup delikanlısı.. 'İnsanlar ışığı görmez ışıkla görür' diyen Konigsberg'li, ne hikmetse; inceleyen özneyi, yani insan düşüncesini, incelenen nesneden ayrı, bağımsız olarak ele almış; özne ile nesne arasına soyutlama yoluyla nifak sokmuştur. Oysa; inceleyen özne de, yani düşünce de, bir nesnedir; ve bir soyutlama yapmadan bunları birbirinden ayıramayız. Öyleyse; özne ve nesne ayrımı bir soyutlamanın ta kendisidir. Bu ikilik Hegel'de, 'kendinde ve kendi-için' olan bir 'birlik' ile aşılacaktır ama, nerede ve ne idüğü belli olmayan Geist adlı bir antite ile..

İnsanlık tarihimizin, sevgili Kant'ı diyor ki : "iyi yaşamayı sonraya bırakan kimse, yolunda bir ırmakla karşılaşıp da akıp geçmesine bekleyen köylüye benzer.. oysa ırmak hiç durmadan akıp gidecektir" başka ne diyor Kant ? "böcek olmayı kabul edenler ayaklar altında kalıp ezilmekten yakınmamalıdırlar"

"İnsanın yaratıldığı böyle yamuk odundan düzgün hiç bir şey yapılmaz" mış Kant'a göre.. Peki ama felsefeyi gerçekleştiren devrimci politikaların "kütükten kafaları" yonta yonta gerçekleştirdiği ne..? İnsanlık tarihimiz değil mi..? Çocukken zeytini peyniri, ekmeği, tahini pekmezi.. vatanı, bayrağı seviyoruz da politikayı niye sevmiyoruz. Oysa; politika hayat-memat demektir. Politika ekmek; politika su; politika ömrümüz, nasıl yaşayacağımız demektir.

Politikada ben neye bakarım, seçilmiş kişiler isabetli seçilmiş mi? Sen de ona bak. temsili demokrasi var. adam diyor ki, ben senin temsilcinim; allaha allah, sen nereden benim temsilcim oluyormuşsun?! ben Antakyalıyım mesela, sen de Antakyalısın ya..eee.. Kardesim, Antakyalıyım diye beni temsil mi edeceksin!? olmaz  öyle şey hemşerim, olmaz!  Beni benim gibi elektrik ve su  faturasını ödemek için kuyruğa girenler temsil edecek; anlaşıldı mı !?

Geçenlerde Azeri bir şair arkadaşım söylemişti, filozofca, kurulu düzen, her alanda iyi temsilciler arıyormuş. Özellikle, hepsi de iyi okullardan mezun; şöhrete ve ayrıcalıklı hayatlara düşkün; yüksek ücretlere karşı zaafiyetleri olanlardan... kimler...? kimden bahsediyorsun..? dediğimde, hani, "biliyor musun; ben, artık; eski ben değilim" demek suretiyle dönekliğini ya da hain kontejını kadrolarından olduğunu kamufle etmeye çalışanlar dedi. Onların işlevi yeniden üretim sürecinin ideolojik ve siyasi istikrarını sağlamakmış... Bir tarihte George  Politzer, Saint Germain Bulvarında  Henri Lefebvre ne demişti ? "Mistifikasyon yok; mistifikatörler var" ısrarla olayların ardındaki özneyi işaret eden bir bakış ve hassasiyet... Kurulu düzeni bir de Politzer'lere kurdurtacaksın;  kimbilir, öznenin yaratıcı ve üretici eylem gücü ve özgürlüğü hakkında daha neleri işaret ederlerdi..

"Biliyor musun; ben,artık; eski ben değilim" ciler, siyasete atılınca, hangi okullardan nasıl mezun olduklarını; nereden, nasıl geldiklerini ve kim olduklarını tamamen unutuyorlarmış. "Vay namussuzlar!!" desenize. Bir gün asistan alacaktık, konusuna hakim, dili iyi bir adayımız vardı, en büyük yetkiliden, rektörden, telefon geldi: "onu almayacaksın bunu alacaksın", dedi, "Bunu" almayıp da üçün birinde mi kalaydım; akademik geleceğimi düşünmek zorundaydım elbette.. her zaman iki yol varmış : bir dürüst yol diğeri abidik gubidik denilen ahlaksız  yol. Sonra, onla karşılaştım, kim olduğunu anlamışsınızdır, bizim adayımız, hangi yolu izledin diye sordum, bana dedi ki istikbal vadeden abidik gubidik olanı.. Ne yapacan şimdi, zaman kötü, terbiye oluyor insan dediğin. İktisadi açıdan belki zordaydı, haklı belki, ha; aç kalırmısız; kalırız, kalan nasıl kalıyor ? zaten yoksulluktan geliyoruz.. Paraya tamah etmem; para ne ..? işim yok da paraya 'kişilik' kazandıracağım öyle mi; yok ya; anan güzel miydi senin ? diyebilirlerdi; ama demediler..!

Bana bir tane ahlaksız filozof söyler misin yoksul olsun ? Toplumsal sınıflar yapınca ahlak da olur namus da, hukuk da azizim; maalesef tabi... Söyler misin hangi yoldan gidersin sen olsan ? Öbüründen diyor.. Çünkü ile başlayan bir mazeret cümlesi kuruyor: ödenmesi gereken taksitleri varmış; hayatı devamlı 5 taksitmiş zaten zavallının; rüşvet almasın da ne yapsınmış; can evi labirentinde pastırma da peynir de yok.. ayrıcalıklı hayatlar da..

Arkadaş, doğanın bir düzeni var; sanki toplumun  ve bireyin yokmuş gibi! toplumsal düzenin dışında yaşayan bir Robinson Crusoe göstersene bana ? Aykırı davranırsan başına belalar gelir; çocuğun bile olmaz maazallah! Ahlaklı adam soğukta kalabilir; aç kalır; elektrik faturasını ödeyemeyebilir; ama kendini satan ahlaksıza : 'sen ahlakı o kadar bozdun ki gel biraz da bize de hizmet et' derler adama anladın mı ?

Vatan tehlikede Komutanım.Türkiye şokta; özel ve yetkilendirilmiş savcı, hakim ve mahkemeler marifetiyle, muhalifler, hapisanelere gönderiliyormuş. Adliyeler basılıyor, mahkemeler mahkemelik oluyormuş.. Adeta; tam bir contradictio in subjecto hali..silahlı kuvvetler, Amerikancı rejim için tehlike ve tehdit olarak görülüyor; CİA maşası hahama göre de, “Ergenekon demek, Türk silahlı kuvetleri demekmiş. Özel yetkili savcılarımıza göre ise, Ergenekon demek, İşçi Partisi demek oluyormuş.. Tertiplerin bini bin para.. Ergenekon'un kasası Kuddüsi Okkır'ın hayaleti dolaşıyor yurt sathında... Hukukun üstünlüğü diye pazarlanan hukukun alçaklığını lanetleyen hayaleti... Bütün namus, ahlak ve hukuk duygularımız, değerlerimiz şaşkın.. Meğer hukuk dediğimiz mukukmuş! Ergenekon muhalifleri, ‘ömür boyu şüpheli’ye ya da ‘ömür boyu tutuklu’luğa mahkum ediliyor. İşçiler de sokaklarda hak arayışında.. Ama onlarınki daha ziyade ekonomik hak arayışı... Onlar ona alıştırılmış. 1970'lerdeki 15-16 Haziran işçi hareketi gibi,  sırf ve sadece, siyasi bir talep ile yollara düştüklerini görmedim. Nerede o 15-16 Haziran'ın işçi önderleri, sendikacıları..? Ergenekon'un hakkından gelmek kimlere kaldı günümüzde?  

Eskiden bir emperyalizm denilen bir sömürgen vardı; ne oldu simdi ona ? Nesli mi tükendi yoksa ? Eğer; hala emperyalizm bu dünyadan, insan eti ve kanıyla besleniyor ve yaşıyorsa, bu kavganın neresinde peki? Estetikçi güzelin ve ahlakçı iyinin yüzü suyu hürmetine değil; devrimci ahlakın adına git bu iyi ahlakınla insanların arasına gir; ve onları değiştir; milli egemen yap; emperyalizm ile hesaplaş.. Bağımsız ve özgür bir toplumda yaşamak adına..

Ahlaksız Bacon rüşvet almış, sarayda yetişmiş; kulede bir yıl hapis yatmış; kont olmuş; ama, Bacon olmazsa Dekart olmazdı belki. Ahlak ahlak deyip, ahlaksız iyiyi savundum durdum romanlarımda kardeşim, meğer ben ahlak ahlak dedikçe aslında o ahlak değilmiş; ahlaksızlıkmış; olsun ama, öğrendim ya; sen asıl ona bak.. Şimdi; ikinci dönem ahlak anlayışımla ahlaksızlık yapma hakkımı elde etmiş oldum. Yani simdi ben bile, bir çok ahlaksız sanatçıyı hatırlayamıyorum. Bunlar, kazandığı her şeyi hemen harcarmış; çok gençken kızın ırzın geçmiş; sonra kısa bir reklam arası vermiş, Irzına geçmeye devam etmiş. Bunlardan birbirlerine "vay canına!!" diyen olmamış ? "vay namussuz edepsiz ahlaksız!!" diyen de olmamış ?! Evin ne kadar ferahmış;  mutfağın da genişliğine maşallah; temizliği de çok kolay falan demişler daha ziyade.. Ayrıca; sergi ve açık oturumlarda, sular kirleniyor; canlılar tükeniyor; her tarafı ticaret tekneleri sarmış, o liman senin, bu benim demişler.. Doğaya saygı yok hemşerim.. filan demişler, yeryüzü standartları böyle demişler.. "Evrensel değerler" böyle filan da demişler.. Ama, benim sağımdaki birinci heykel ücretten yapılma, solumdaki mermer heykel ise kanımdan canımdan.. canım kanım olmasa heykel yapamam. Peki ama sen ne yapıyorsun sanata ve sanatçıya düşman bir iktidar olarak ? ‘tekbir’ sesleriyle heykelin kafasını koparıyorsun. Yani; insanın, insanlığın kafasını ..Yani; Tan Oral'ın karikatüründe olduğu gibi "kendi kafanı".. Gerçi bizler için bildik birer yüzlersiniz. Ta o zamanlar, evrensel  şairimiz Nazım sizler için yazmıştı : 

“Onlar UMUDUN düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
- çürüyen diş, dökülen et -,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet”

Heykel yapmazsam, işgücümü harcamazsam; yeteneklerimi kullanmazsam, ücret de alamam ki! Anladım;  peki kim veriyor bu ücreti de, sana heykel yaptırtıyor; aklındın zorun mu var be adam  ?! Nefes almak için ücrete ne gerek var a be kuzum !?   Çalışmadan zaten yaşanmaz ki..!” diyen yok mu hiç?

Sanatçılarda garip özellikler var; denge bozukluğu gibi.. -Bizler de biraz öyle sayılırız ya.-‘Biz olsak bunu yapmayız’ dedirten şeyler. Pek çok sanatçı insanı şaşırtan şeyle yapıyor. Devamlı onaylayan adamdan hayır gelmez zaten; olumsuzlayacaksın.. Hani Hegel Amca'nın o meşhur 'olumsuzlaması' var ya onun gibi işte..Diyalektikle olumsuzlayacaksın.

Şimdi; çağdaş estetikçi diyor ki, "sanat, insanları, aykırılıklarını gidermeksizin bir noktada birleştirirmiş. Guernica’da kim olursan ol, 'bir' oluyormuşsun, Picasso’nın yanıtı neydi? Neydi, bana mı soruyorsun ? "faşizm varsa İspanyaya gitmem" hemşerim.  Picasso'nun tavrı netti ! Peki ya seninkisi ? Çağdaş Estetikçi sana soruyorum hu, sen ne zaman 'bir' olacaksın ? "No Pasaran" diyenleri yalnız mı bırakacağız ? Senin ki can da onları ki estetik patlıcan mı ?

Mali durumun iyi diye şımarma; ne o; paran var diye şımarıp ve harcayıp duruyorsun. Bir gün benim de olur demeyecem işte... Sen de Picasso gibi İspanya'ya gitmiyorsun anladık; ama senin gitmemen faşizmden ötürü değil ki. Peki, faşizm ne olacak ? Picasso, faşizme bıçak çeker gibi Guernica'sını çekti, peki sen ne çekiyorsun ? İş birliği bayrağı mı ? İnsandan eşya yapan, eşyalardan cehennem ateşi yakan, hükümetlere yakın olursan; ve "No Pasaran" cılara da uzak kalırsan ben sana nasıl Çağdaş Estetikçi diyeyim  be güzel kardeşim ?

Artık belli oldu; hükümetler, çağdaş estetikçilerin teorik çalışmalardan o kadar korkmuyor; ama, sokaktaki muhalif insanlardan korkuyor. Hele sokaktakiler, Türkiye'yi birleştirerek halka mücadeleyi öğreten Tekel İşçileri gibi, sokakta, toplu halde el kol hareketi yapıp; hep bir ağızdan "direne direne kazanacağız", "yaşasın sınıf dayanışmamız" söylemiyle mücadele ediyorsa, Hükümetler daha çok korkuyor. İktidar elden gidiyor ruh hali dedikleri bu olsa gerek. Çağdaş Estetikçi, sokaktaki işçi hareketini yeterince estetik bulmuyor mu yoksa ?

Devlet imkan sunar, eğer tiyatrocu, oyunlarıyla tiyatrosunu ayakta tutamıyorsa şapkasının öne koyup düşünmeli. Kiminize 50, kiminize 90, kiminize 120 veriyim diyor devlet, kendine sanatçı demekle iş niye bitmiyor Abi? Ben falancayım ve veliyim ama asıl profesörüm, perdelerini yeni açan Molliyer'ler değil bunlar; ne yapacan.?! Nitekim Molliyer farslardan çok yararlanmıştır, tiyatro adına acılar çekmiştir; Paris piskoposu istemedi diye acılar çekmeye devam etmiştir; borcunu, elektrik faturasını ödeyemedeği için tiyatrosunu kapattı. müdavimleri azaldı; bana kimse özel davetiye göndermiyor artık demedi. Oysa; falanca kişi bana davetiye bırakıldı mı; davetiye ulaştırmak diye bir şey vardı eskiden -simdi de var gerçi-bazı düğünlere çağırırlarken davetiye göndermiyorlar. Ben gidip hani benim davetiyem, davetiyeme ne oldu diyecek halim yok ya !? Hem koskoca profesör olacağım bir de davetiyenin peşinden gideceğim; öyle mi!?  Sadece bir sefer çok ısrar ettiler, kıramadım gişeye bırakmışlar davetiyeyi alırken ne kadar zorlandığımı, kızardığımı anlatamam. Bir daha mı, katiyen..! olmaz; davetiyesini gelip bana teslim etmezlerse beni hiç bir nikaha nişana götüremezler artık... diye söylenenlerden değildi Molliyer. Molliyer, devlet sanatçısı mıydı yoksa sokak sanatçısı mı ?

Eğer muhaliflerini yok etmek istiyorsan, iktidarına alet olabilecek mahkemeler bul. Vatandaşlar haklarında mahkemece kesin bir hüküm olmadığı sürece suçlu olarak sayılamayacaklarına göre, önce vatandaşı(muhalifi), axiomatik olarak suçluymuş olarak kabul et; ve suçla..! sonra, suça uygun delil ara, yoksa; uydur ve yarat. apostriori olarak değil de apiori ve öznel hukuk anlayışına göre 5000 sayfalık arap saçı olmuş iddianameyi düzenle ve zihnindeki varsaymış olduğun mevcut mutlak suçluya uygun olarak onu yargılat ve mahkum olmasını sağla.Ve sonra da adalet yerini buldu diye çığlıklar at.. ve vicdanları temizle.. Böylece siyasal ve ekonomik hakimiyetini hukuksal olarak tesis etmiş ol. Peki; adaletin bu mu dünya ? evet bu..! eskiden de buydu simdi de bu.. ekonomik ve siyasal olarak egemen gücün kendisi için ve kendine göre koymuş olduğu kurallar böyle. Sen de egemen güç ol; kendine göre kendin için kendince bir hukuk yap. gerisi fasafiso! Yani mesele, bal gibi “egemen güc” olmada.. iktidar sahibi olmada..

Hani; müşterisiz mal zayi idi ya, rejiden uyarıyorlar gene, son bir reklam arası vermek zorundaymışız. Niye zorundaymışız? Çünkü; mal sahibi öyle istiyormuş. Ama soran yok, "mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi " diye... Neyse reklama dönelim biz: "hem anti-emperyalist hem halk iktidarı isteyen hem de yakışıklı ve cesur bulamam diyordum...buldum !!! “milli hakimiyet yolu”.. milli hakimiyet yolu, iktidara talip olanların yayını, oku ve okut.. ”milli hakimiyet yolu”, siz de abone olun. "ama unutulmasın; hem anti-emperyalist; hem halkçı; hem de yakışıklı ve cesur olacak.. Bulamam demeyin; ararsanız bulursunuz.

Birikmiş çok şey var; benim için dostluklar önemlidir.. senle yıllardır çok güzel bir dostluğumuz oldu; ne para ne pul; gerçek servet, hazine, dostlukta; Eşref oğlu Rumi ne güzel söylemiş: "ben dost ile dost olmuşum belli mekan olmaz bana"... "dost" ile dost olursan her yer senin mekanındır artık. Sence gerekli mi sevgililer günü ? Ne dersin? Yanlış bir kutlama mı var ;bağımsızlığın yoksa sevgilini kaybedebilirsin. Bağımsız ve özgür olarak yaşadığımız günler  "sevgililer günü" olsun. Şiirlerin var dı hani nerde? vaktimiz var mı hocam, madem sevgiler günü, bir şiir okusan ?

"Bari gölgeni bırak bana su çiçekleri gibi.. bir kıyıya bir şey bırak sonsuza uzanan sevinç gibi.." bana aşk şiirleri okutmayın kardeşim..! Mustafa Kemal'in başka askeri yok mudur komutanım ? Mustafa Kemal'in yaptığı işleri sürekli sizlere hatırlatmak zorunda bırakmayın beni...Çanakkale’de, düşmanların düşmanı kapitalizmin dölü emperyalizme karşı göğsünü siper edebiliyor musun sen ondan haber ver.

yeter artık; yeter..! milli egemenliğimizi, mafya –tarikat-gladio sülükleri ve ecnebi kapkaç sermayesi değil; emekçi halkımız temsil etsin; emekçi halkımız.. !


adı haritalarda bile bulunmayan Erzincan'ın çit köyünden bir ozan :Enver Gökçe'nin ölmemiş sözleri "dost" ile programımı kapatıyorum. devrimci kalın...

DOST

Ben berceste mısraı buldum
Hey ömrümce söylerim
Gözden, gezden, arpacıktan olsun
Hey ömrümce söylerim!
Bizsiz Ilgaz’ın çam ormanları güzel değildir.
Hayda günlerim hayda!
Sırtını düşmana verdikçe
Murat dağları güzel değildir
Dost dost ille kavga!
Biz olmasak gökyüzü, biz olmasak üzüm,
Biz olmasak üzüm göz, kömür göz, elâ göz;
Biz olmasak göz ile kaş, öpücük, nar içi dudak;
biz olmasak ray, dönen tekerlek, yıkanan buğday,
Ayın onbeşi;
Biz olmasak Taşova’nın tütünü, Kütahya’nın çinisi,
Yani bizsiz
Anne dizi, kardeş dizi, yâr dizi
Güzel değildir

Gel günlerim gel de dol
Gel Aydınlım, İzmirlim
Gel aslanım Mamak’tan
Erzincan’dan, Kemah’tan!
Düşmanlar selâm ister
Gözden, gezden, arpacıktan!

Sana selâm olsun
Hürriyetlerin meçhul olduğu dünya
Canım Türkiye,
Memleketimiz!
Çalışan halklarıyla ümmi
Çalışan halklarıyla garip,
Irgadı, esnafı, madencisi, iptidaî âletleri
Kadınları, erkekleri, hapishaneleri;
Başı boş suları, dumanlı vadileri, yoz topraklarıyla,
İşsizleri, realist şairleri, mücahitleri,
Sokak şarkısı, keten helvası,
Akşam Haberleri satanlarıyla memleketim!

Sana selâm olsun
Sürgünler, mahkûmlar, hastalar!
Alacağın olsun
Seni İstanbul seni
seni Bursa, Çankırı, Malatya,
Sizlere selâm olsun üniversiteler!
Öğretmenleri alınmış kürsüler,
Öğretmenler!
Sizlere selâm olsun
Hürriyeti yazan eller, dizen eller!
Sizlere selâm olsun makineler
Entertipler, rotatifler, bobinler!
Bu gülünç, aşağılık,
Namussuz şeyler dışında,
Sana selâm olsun
Zincirin, zulmün kâr etmediği,
Kırbacın kâr etmediği
Büyük tahammül!

Gel günlerim gel de dol!
Gel Aydınlım, İzmirlim,
Gel aslanım Mamak’tan
Erzincan’dan, Kemah’tan!
Düşmanlar selâm ister
Gözden, gezden, arpacıktan.


*Cavdat Komutan  emperyalizm ile mücadele tarihimizde zinde kuvvet ve idare-i maslahatçı Cevdet Komutanın yarım ses kalın halidir. yani; Cavdat Komutan, Cevdet Komutanın katı devrimci sol bemol halidir; dolayısıyla, Cavdat Komutana, sol bemol devrimci Cevdet Komutan  diyebiliriz rahatlıkla ; Cevdet Komutana da  Cavdat Komutanın yarım ses tizi olduğu için, sol diyez idare-i maslahatçı Cavdat Komutan diyebileceğimizi ifade etmeye gerek yok sanırım. Bemol Cevdet Komutan  ile diyez Cavdat Komutana anarmonik sesler denir. Diyez işareti (#)dir; bemol işareti ise :(b) dir. sol bemol Cevdet Komutan, mücadelesinde eskiden hareketli ve neşeli majör tonlara yatkın biriydi hüzünlü ve durgun minör tonlardan ziyade.. Şimdiyse ses verirse hangi tonda olduğunu anlayacağız.

Bkz. Cedavili Riyaziye cetveline bakacak haliniz yok herhalde; ‘bir insan ömrünü neye vermiş diye’ Tarih-i Cevdet’e bakacaksınız elbette. s.277 Cavdat’lar Tarihi İstiklali Tamlık; Redd-i İlhak ve Kuvvayı Milliye bölümünden, kardeşim benden buraya kadar, “Mustafa Kemal’in başka askeri yok mu” kısmına kadar..bakabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder