Bu gün üçüncü günümüz Meksiko City’de. Hazır olun;
sabahtan Tanrılar Kenti Teotihuacan’a gidiyoruz. Sonra da, Milli
Antropoloji Müzesi’ne.
Meksico City(Tenochtitlan)’ nin 40 km kuzey-doğusunda yer alan Teotihuacan(M.Ö 150-MS.750)’a vardığınızda çarpıcı dev anıtları(piramitleri) fark etmemek mümkün değil. Kentin asıl adı bilinmiyor, Aztekler buraya “tanrıların yaşadığı yer” adını vermiş. Aslında “insanların tanrı olduğu/tanrılaştığı yer” deseler daha iyi ederlermiş!
Güneş Piramidi, Teotihuacan, 2017, her gün bu basamakları çıkıp inende ne kalp kalır ne tansiyon! |
Güneş Piramidinin tepesi, Teotihuacan halkını anma ayini |
1850'lerde Güneş Piramidi (Piramide del Sol), Teotihuacan |
Güneş Piramidinin tepesindeyiz, arka planda görünen Ay Piramidi Aztek söylencesinde Teotihuacan, zamanın başladığı yermiş:
Önce, sessizlik ve karanlık varmış. Tanrılar
konseyi toplanıp bir şenlik ateşi yakmış. Güneş
ve Ay olarak doğabilmek için kurban
seçilen iki tanrı kendilerini ateşe atmış. Böylece "her şey" başlamış; ve evren doğmuş.. İşte; her şeyin başlangıcı için kendilerini
kurban eden fedakar tanrıların anısına, bu dev yapılara, Güneş Piramidi ve Ay Piramidi
adları Aztekler tarafından verilmiş.
"Sual eylen bizden evvel gelene/Kim var imiş biz burada yoğ iken", Ay Piramidi'nden Güneş Piramidine bir bakış
Teotihuacan Ay Piramidi Halayı.. Soldan
ikinci Yunanistan’dan halaya katılan Alex..Türkiye ve Yunanistan halkları kardeşliği Ay Piramidinin tepesinde buluşuyor; ve halayımızı çekiyoruz.. arka planda görünen Güneş Piramidi.
Teotihuacan’da, yöneticilerin ayin ve idare yeri olan Quetzalcoatl Piramidi adında bir tapınak daha var. Azteklerin öncülü Tolteklerin tanrılaşmış kralı Quetzalcoatl(Tüylü Yılan Tanrı) adına yapılmış bu tapınağın ön cephesi Quetzalcoatl ( arkaik Nahuatl dilinde.. okunuşu Ketsalkoatl )' ın simgesi olan tüylü yılan başlarıyla bezenmiş. “Quetzal”, harika tüylü bir kuş, “coatl” ise, bereketin, iyi hasadın ve suyun taşıyıcısı kutsal ve şefkatli yılanmış.
Dikkat edilirse, Azteklerin olumlu ve itibarlı yılanı, Hristiyan teolojisinde
itibarsızlaştırılmış ve Adem’i kandıran ve başı ezilmesi gereken bir yılan
olmuş. Değer yargıları ve inançlar, tarihseldir; mezoamerikan kültürünün anası Olmeklerde yılan kutsal hayvanmış ve egemen gücün sembolüymüş.
Teotihuacan'da Quetzalcoatl Tapınağı'nın tüylü-yılan başı bezemeleri
Quetzalcoatl
tapınağının önünden geçen ve Ay
Piramidine ulaşan 4km’lik bir Tören Yolu var.. Tören Yolu, kuzey-güney
ekseninde kent boyunca uzanıyor.
Teotihuacan, vaktiyle, Mezoamerika’ nın en
büyük kentiymiş ve en güçlü olduğu
dönemde nüfusu 100 bin ile 150 bin arasında değişiyormuş. O zamanın Roma
kentinden bile kalabalık olmalı. Hatırlatalım,
Mezoamerika, (M.Ö.1000 ile M.S.1521 arasında
yüksek uygarlıkların doğduğu bölge..Yukatan yarımadası ve körfez kıyıları dahil
Orta ve güney Meksika’yı , Guatemala’yı ve kısmen Honduras ile El Salvador’u
kapsayan sosyo-kültürel tarihi-coğrafik bölge)’nın ilk “planlı kent” yerleşimi olan Teotihuacan, mimari
olarak, adeta astronomik bir düzene göre tasarlanıp inşa edilmiş. Güneş Piramidi,
doğu ufkunda, ekinoksta, güneşinin doğduğu yere göre hizalıymış.
Teotihuacan, MS.750’
de terk edildikten sonra ve İspanyol sömürgeciler henüz daha gelmemişken Toltekler ve Aztekler
için hala kutsal bir kent olmaya devam etmiş.
Teotihuacan ören yerinin seyyar satıcıları da alem insanlar. Her birinin
elinde kadim müzik aletleri öttürüp duruyorlar. Kimisi, kutsal hayvan jaguar
denilen bir üflemeli aletten sinir bozucu bir jaguar sesi çıkarıyor; kimisi de
minyon hayvan figürlerinden Meksika melodileri çalıyor. Ben birine çok sinirlenecek
olursam jaguar denilen bu aleti öttürürüm diyerek bir tane satın almıştım.
Evet yorulduk ve açıktık..
Şöyle mağara içinde serin bir restoran yok mu buralarda?
Teotihuacan’dan 15 dakika yürüyüş mesafesinde La Gruta (Mağara) adında bir lokanta varmış.. Pre-historik atalarımızın anısına bu mağarada yemek yiyelim dedik.
Daha önce paleolitik bir mağara sofrasında hiç bulunmamıştık. Anakronik bir menü ile karşılaşmak heyecan verici olsa gerek. Avcı-toplayıcı atalarımız bu gün müşteriler için ne toplamış ve avlamış olabilirlerdi acaba? Kaba taş devri garsonları umarım bizlere bir kabalık yapmazlar. Mağara adabı gereği cilalı-taş tabak; yontma-taş bıçak mı kullanacaktık? Yemekte canlı mağara-adam sesi dinleyecek miydik? Bu sorular ve mağara atmosferi açlığımızı bastırmış; merakımızı çoğaltmıştı.
Bizler La Gruta'dan içeri girerken, mağara medeniyetine uygun
bir karşılama beklerken mariachi müziği eşliğinde modern kent medeniyeti
ile karşılaşınca bütün sorularımızın cevabını almıştık
Ülkesini demir yumrukla 35 yıl (1876-1911) yöneten; ve milletin anasını
ağlatan diktatör Porfirio Diaz'ın da 1906 yılında burada bir
yemek yediğini öğrenince az kalsın yemekler midemize oturuyordu.
Ama; Mariachiler, masamızda meşhur Meksika corridosu La Cucaracha'yı çalıp söyleyince ne diktatör Diaz kaldı ne de Carranza. Hadi öyleyse gelin hep birlikte şu Meksika Devrimi corridosunu bir kez daha dinleyelim: https://www.youtube.com/watch?v=xFFVl3J2iXA
Şimdi rotamız, Milli
Antropoloji Müzesi.. Size de tuhaf gelmedi mi Antropolojinin önüne "Milli" sıfatının gelmesi.. Acaba bir de "gayri-milli antropoloji" müzesi de mi varmış diye insan sormadan edemiyor.
Tam Antropoloji Müzesine gelmek üzereydik ki fakat o da ne havada kuş gibi uçup dönen adamlar var!
“Voladores” diyorlarmış bu adamlara, yani Trapezci. Yerden 40-50 metre yüksekliğindeki bir
direkten kendilerini yavaşça aşağıya bırakarak dönen döne yere iniyorlar.. Akıllarından
zorları mı var bu adamların demeyin,
adrenalin de yüklememişler kendilerine, peki ne öyleyse?
Bu ritüelin kökleri ta Mezoamerikan
atalarına dayanıyormuş.. Efsaneye göre vaktiyle, bu topraklarda felaket bir kuraklık olmuş. Yiyecek içecek sıkıntısı baş göstermiş
ve hayat durma noktasına gelmiş. Köyün
ihtiyar heyeti toplanmış, toprağın eski bereketine kavuşması ve yağmurların yeniden
yağması için tanrılarına bir
ayin düzenlemeye karar vermiş.
Bunun için, ormandan en uzun
ve en düzgün direğinin getirilmesi için kabilenin
en atik ve en güçlü gençleri görevlendirilmiş. Ve gençler denileni yapmış;
ağacın dal ve fazlalıklarını alarak en uzun direği köye getirip toprağa dikmişler.
Vücutlarını kuş tüyleri ile de
süslemiş olan gençler dikmenin tepesine çıkarak ve kendileri uzun asma
bitkileriyle bağlayarak, güneş, su, toprak, rüzgar ve ilkbahar tanrılarının
dikkati çekmek üzere, kendilerini aşağıya bırakmışlar. En tepede kalan ve müzikle ayini başlatan adam, evrenin
merkezini temsil ediyormuş. Döne döne yavaşça yere inen dört trapezci ise dört
ana yönü ifade ediyormuş.
İşte böyle, günümüzün
Voladores’leri de, kendilerine
atalarından miras kalan bu ritüeli,
atalarına olan saygı ve bağlılıklarının bir ifadesi olarak sürdürüyorlarmış.. En tepedeki adam, oturmuş halde flüt ve küçük bir davul çalarak ritüeli
başlatıyor. Trapezciler aşağı inerken 13 kez direğin etrafında dönmek durumunda.
Zira dört trapezci toplamda 52 kez dönmüş oluyor bu da Mezoamerikan takviminde bir asra tekabül ediyormuş.
Müzelerden müze beğen deseler Milli
Antropoloji Müzesi’ni
beğenirdim. Bir defa, müzenin içi, ve eserlerin
sunumu çok iyi dizayn edilmiş; ve çok ferah. Teşhir salonları insanı yormayan iki katlı geniş mekanlar olarak tasarlanmış. Ortadaki geniş avlunun etrafı eserlerin teşhir edildiği salonlarla
çevrelenmiş olduğundan istediğiniz zaman kendinizi avluya atabiliyorsunuz. Bu
muhteşem müzede, Kolomb öncesi Meksika tarihine ait arkeolojik, antropolojik, etnografik eserleri bir bütün olarak görmek mümkün.
Müze, girişin hemen sağında bulunan salonda Antropolojinin tanıtımıyla
başlıyor.
Sonra, Avcı-toplayıcı insan topluluklarının erken
dönemlerine (M.Ö.30 000-2500) ait yaşam tarzları ve kullandıkları ilkel aletler
sergileniyor.
İleriki salonlarda, sırasıyla,
klasik dönem öncesi (M.Ö. 2500-M.S.100) toprağa bağlı üretime ve hayvancılığa
geçiş; ve buna bağlı olarak toplumda sosyal sınıfların doğuşu ve devamında
artık sınıflara bölünmüş tüm Mezo-Amerikan uygarlığına ve kültürüne ait çok
sayıda çeşitli eserler ve objeler
sergileniyor
Yeni Dünya’nın İlk Avcı-toplayıcı
insan grupları, günümüzden 30 000 yıl önce, buz tutmuş olan Bering Boğazı üzerinden geçerek Kuzey Doğu Asya/Sibirya’dan kuzey Batı Amerika’ya
/Alaska’ya ulaşmışlar.
Yaklaşık 20 000 yıl önce de
genel olarak iklimde ılımanlaşma başlamış; havalar ısınmış ve buzullar erimeye
başlamış. İşte bu ılımanlaşmaya bağlı olarak Yeni Dünyanın güneyinde daha
elverişli yaşam koşulları oluşmuş; ve
insan grupları, bu kez, günümüzden 18 000 yıl önce, güneye göç etmeye başlamış. Yani sizin anlayacağınız
bu günkü Amerikalıların en uzak atalarının atası,
Asyalıymış.
"Havva anamız
daha dünkü çocuk” sayılır, Australopithecus Aferensis ailesinden 3,2 milyon
yaşındaki mitokondriyal Lucy Anamız varken.. Milli Antropoloji Müzesi
Olmek Uygarlığı (M.Ö. 1200-400), Meksika Körfezi
kıyısında kentler kurmuşlar. Hem
tonlarca ağırlıkta dev anıtsal eserler hem de usta işi küçük objeler yapmışlar. Olmeklerin anıt
mimarisi, dinleri ve takvimleri,
kendisinden sonra gelen Mezoamerikan kültürlerini etkilemiş.. Bir bakıma
onların süt anası olmuş. San Lorenzo ve La Venta en önemli kentleriymiş.
Asağıdaki dev baş, San Lorenzo’da bulunanlardan sadece bir tanesi. Bizim
Nemrut’taki devasa heykel başlarını andırıyor
Şu dev OLMEK başı için yakıştırdığımız dizeler Edip Cansever’in “Masa da masaymış ha” şiirine nazire olsun bizden: "KAFA ADAM"
Adam kafaya "şu Olmekler kocaman kafayı hangi saikle yapmış olabilirler"i koydu önce/ sonra "bu dev kafadaki şu miğfer de neyin nesiydi" onu koydu/ kral-tanrı olmayı çok istiyordu onu da koydu/"Tarihte benim dediğim niçin olmasın" dedi kafaya koydu/ bari oldu olacak şu sonsuzluğu da koyayım dedi ve onu da kafaya
koydu..
Bir ara canı bir pulke(tanrı iksiri) içmek istedi, Pulke’nin
dökülüşünü kafaya koydu/ sonra yüzlerce
kadını koydu kafaya/ Adam koyuyordu işte!..
Adam eline ne geçerse tarihte, habire
koyuyordu/ “Geleceği” bile koydu!/ Olmek Kafa bana mısın demiyordu!/ Bir ara tarihte
sallanır gibi oldu, ama, nafile!/ Adam habire koyuyordu kafaya/ Olmek Kafa hala
bana mısın demiyordu./ En son, bakalım
kendimi koyabilecek miyim dedi, Vallahi bravo; koydu!/ kendini de koydu kafaya!/ Dedim ya; Olmek
Kafa bu; koydu mu koyuyordu işte! Şu
Olmek kafa da amma kafaymış ha!
AKROBAT.. Klasik Öncesi döneme ait ve
hayli yüksek ustalık işi ve artistik beceri gerektiren seramik bir vazo. Akrobatın fiziksel yeteneği dikkat
çekici."Marifet iltifata tabidir."
Teotihuacan
medeniyeti,(M.Ö.100-M.S.700), kendi çağının en parlak bir uygarlık
merkeziymiş.. Çöktükten sonra bile ekonomik-siyasi etkisi Mezoamerika ile
sınırlı kalmamış. Teotihuacan’ın çöküşünden sonra Tula kentinde yaşayan savaşçı Tolteklerin
egemenliği(MS.700-1200) başlamış
bölgede. Tolteklerin çökmesiyle birlikte, bu kez, tarih sahnesine Aztekler(1430-1521) çıkmış. Zapotekler(M.Ö.500-M.S.800) ve Mikstek(Mixtec)'ler
ise, Oaxaca Vadisine yerleşmiş; ve daha
sonra ovadan 400 metre yüksekte Zapoteklere başkentlik yapan Monta Alban medeniyetini
kurmuşlar.
Daha önce belirtmiş olduğum gibi, Meksikalılar, bizdeki kimi bakanlıkların önünde bulunan
“milli” sıfatı gibi Antropolojinin önüne bir “milli” sıfatı getirip koymuşlar. Demek ki tarihsel bağlar ve köken
bakımından konkistador Hernan Cortez öncesi Meksika’yı tamamen
kendilerinden saymaktalar; ve Cortez öncesi Mezo-Amerikan
uygarlıklarından yoksun bir Meksika’nın “Milli” sayılamayacağını da kabul etmiş
bulunmaktalar. Nitekim üç renkli Meksika bayrağının ortasında bulunan ağzında
yılan bulunan ve kaktüse konmuş kartal
figürü, Azteklerin, Meksika milli
kimliğinin bir unsuru olduğunun göstergesidir.
Modern Meksika’nın milli kimliğini, Mezoamerikan uygarlıklarını
yaratan halklar, İspanyollara ve diğer istilacılara karşı verilen anti-sömürge
savaşları ve Meksika Devrimi şekillendirmiş.
Milli
Antropoloji Müzesi, Capultepec(Bizim Güneş-Dil teorisyeni Tahsin
Mayatepek’in soy-adının esin kaynağı) Parkı mevkiinde işlek ve merkezi bir yerde bulunmakta. Müze 1825’te
kurulmuş. Bu günkü modern yerine ise 1964’de
taşınmış. Müzenin en gözde eserleri olarak Aztek
Güneş Taşı(Aztek Takvimi), “Yılan
Etek” olarak bilinen toprak tanrıçası Coatlicue,
yarasa simgeli karanlıklar ve ölüler
aleminin tanrısının yeşim taşından yapılmış maskesi ve Azteklerin çiçek ve bitki tanrısı, şarkı ve
dansın koruyucusu Xochipilli’nin
heykeli sayılabilir.
Milli
Antropoloji Müzesi girişi ve yağmur-su
Tanrısı Tlaloc’un 2.70m boyunda ve 20 ton ağırlığındaki bazalt
blok taştan heykeli
18.yüzyıl sonlarında Meksiko City Zocalo
Meydanında bulunmuş Aztek Güneş Taşı
ya da Aztek Takvimi, 3,6m çapında 24
ton ağırlandymış;.ve imparator Axayacatl(?)
zamanında 1479(?) yılında yapılmış.. Merkezde
bulunan figür Güneş Tanrısı ve ya yer yüzü canavarı Tlaltecuhtli de olabilirmiş..
Aztek Güneşi bir takvim işlevi görmekten çok
beş mitsel dünya ve güneş oluşumunu yansıtıyormuş. İlk dört yaratılış kusurlu
olduğundan asıl güneş, ay ve insanlar, yani bizler, beşinci dönemin başında yaratılmış.
Her şey
karanlık içerisindeyken hiç güneş doğmamışken, şafak sökmemişken tanrılar Teotihuacan’da toplanıp görüşmüşler.Ve
bir birlerine şöyle demişler: “Kim kendini feda edecek , Kim güneş olmayı,
şafağı söktürmeyi üstlenecek?” Bunun üzerine iki tanrı kendilerini kurban
edip güneş olmaya gönüllü olmuş.
Teotihuacan’da şenlik ateşi yakılmış bu
fedakar iki tanrı kendilerini ateşe atmış; kor olmuş.. Derken; güneş ve ay
doğmuş. Ruzgar tanrısı Quetzalcoatl da, geçe gündüz eserek güneş ve aya hareket
vermiş. Daha sonra da, yeraltı dünyasına inerek ölülerin kemiklerini kendi kanıyla
karıştırarak yer yüzüne çıkmış ve insanı yaratmış..
Efsane işte, ne
diye bilirsin ki!
Aztek takvimine göre, zamanın
iki türlü sayımı varmış: Birincisi, kehanet
ve bilme amaçlı kullanılan 260 günlük gün sayımı, diğeri ise 365 günlük güneş
sayımıymış. 260 günlük döngü 20 grup günden oluşuyormuş. Her günün tavşan,
jaguar, timsah, çakmak taşı…gibi adları
varmış. Ve günler, söz konusu hayvan ya da nesnenin hiyeroglifiyle ile simgeleniyormuş. Bu 20 günlük döngüler de,
1’den 13’e kadar olan sayılar rotasyonuyla iç içe geçiyormuş. Böylece 260
günlük kutsal dönemin her günü, 20 gün adından biriyle 13 sayıdan birinin
bileşimi olarak anılıyormuş.
Aztek devletinin yıllık tören
takvimi ise 365 günlük güneş sayımına dayanıyormuş. Yıllık takvim, her biri
20 günlük 18 aya bölünüyormuş. Ve eski ile yeni yıl arasında 5 günlük
bir ara dönem varmış . Genellikle bu ara
dönemde felaketler olurmuş.
Jade Mask of “Bat God” , "Yarasa Tanrı", Monte Alban, Zapoteclerin karanlıklar ve ölüler aleminin tanrısının 25 parça yeşim taşından yapılmış mozaik maskı. Sarı gözler ise renkli deniz kabuğundan yapılmış.
Bu günden bakınca "breh..breh..breh..şu isimdeki azamete bakın hele.." diyebilirsiniz ama, önemli ve anlamlı olan onun işlevi. Aztekler’de Şafağın
Efendisi’ymiş. Yani; sabah yıldızı, Venüs’ün tanrısı. Aşağıdaki resmine bakılacak olursa “kafası biraz
karışık” bir tanrı gibi duruyor demeyin sakın!
Azteklerin, şarkı ve dansın koruyucusu, çiçek ve bitki tanrısı Xochipilli
Geldik; üstü başı yılan kaynayan ve her yerinden yılan fışkıran Azteklerin toprak ve bereket tanrıçası Yılanlı
Etek ya da Coatlicue (koh-at-li-kue)’’in
3m boyundaki bazalttan heykeline..
Yılandan yapılma eteği onun kolayca tanınmasını sağlarmış. Toprak, yalnız can veren değil can alandır da. Yaratıcı ve yok edici tanrıça Coatlicue’’nin eteği yılanlardan örülü olduğu için “Yılanlı Etek” ismini alırmış. Yılanlar, yeniden doğuşu simgeliyormuş. Boyundaki kalp, eller ve kuru kafadan oluşan kolyenin göğüslere yakın oluşu, beslenme ve kurban düşüncesini çağrıştırıyormuş. Keza, kafanın yerini almış olan boyundan simetrik olarak yukarı çıkan yüzleri bizlere dönük kafa kafaya vermiş iki kıvrılmış yılan figürü ise, hayatın ve kozmosun devam etmesini sağlayan bereketli ve doğurgan kan akışını simgeliyormuş. Gelin bundan sonrasını Khan Academy'den dinleyelim: https://www.khanacademy.org.tr/8693
Müzenin uygarlık labirentlerinde gezinmekten üzerimize Antropolojik bir
yorgunluk çökmüştü.. Mezoamerika’nın büyüleyici
geçmişi gözümüzün önünde canlanmış; ve adeta arkeolojik
bir kazı alanındaki uzak geçmişin izleri
karşısında Tarihin dedektifleri kesilmiştik. Eğer; Mezoamerikan
halkları, “eski dünya”nın fetihçi-sömürgen ve haçlı insan sürüleri ile
karşılaşmamış olsalardı, şimdi, belki de, Mezoamerika'da ve dünyada bambaşka bir medeniyet yükseliyor olabilirdi.
Baktım; gene, Tarihin o dipsiz kuyusuna düşmüşüz, şu Yılanlı
Etek’teki yılanlardan biri bizi sokmadan ve herkese gına gelmeden bir an önce kendimizi Antropoloji Müzesinin dışına atmada yarar var!
Psiko-Antropolojik yorgunluğumuzu atmak için şöyle güzel bir Meksika kahvesine ne dersiniz? Peki niye
La Habana’ya gitmiyoruz ki!? Hani şu, Fidel Castro İle Che Guevara’nın sık sık
buluştuğu, sert kahvelerin içildiği; puroların tüttürüldüğü; ve Küba devrimin
planlandığı o 1950’lerin gözde kahvesine..
La Habana Cafe, tam, Morelos caddesiyle Bucareli caddesinin
keşiştiği köşede bulunuyor. Ama La
Habana’da, nostaljik kahve fincanını saymazsak,
o eski havasından eser kalmamış
gibi.. Ama kahvelerine diyeceğimiz bir şey yoktu doğrusu!
Gün akşamlıdır; bu gece Garibaldi Meydanındayız; eğlence var!
Garibaldi Meydanı (Plaza Garibaldi), Meksika kültür mirası olmuş Mariachilerin meydanıdır... Günün hangi
saati istersen muhakkak mariachi müzisyenlerini bulursunuz orada. Kimisi
ortalıkta çalar, restoranları dolaşır; kimisi de ana caddede müşteri bekler. Bi
aralarına karışalım bakalım ne olacak...
Fiyakalı ve armalı beyaz giysileriyle müşteri bekleyen Mariachiler.. Onları uzaktan hemen tanırsınız. Bir tek sombreroları eksik! Otomobilleriyle Garibaldi Meydanından geçenler, eğlenmek veya sevgilisine serenat yaptırmak isterse Mariachi kiralarmış...Burada böyle bir adet varmış işte. Fiyatta anlaşınca mariachiler söylenen adrese belirtilen saatte giderlermiş. Serenat yapılan şanşlı genç kız veya kadının eğer oğlanda ya da adamda gönlü varsa pencereden kendini şöyle bir gösterirmiş. Ancak bu, “seninim!” demek anlamına gelmezmiş! Sadece, umut var anlamına gelirmiş. Daha sonra, aşk oyununun ikinci perdesi devreye giriyormuş. Bu kez, sevgili veya eş olmaya aday kadın, Venedik benzeri Xochomilco Kanallarında “aşıklar gondolu” gezisine davet ediliyormuş. Sevilen kadın yada genç kız, davetinizi kabul eder de gondol gezisine katılacak olursa işte o zaman mutluluğa yakınsınız demekmiş.. Daha ileriye gitmek artık sizin marifetinize ve duygularınız kuvvetine kalmış. Kanallarda alesta bekleyen ve anlaştığınız bir mariachi grubunun kendi gondollarıyla üzerinize aborda olmasını isteyerek, kalplere tahkimat yapmak; serenada veya dansa gondolda devam etmek serbestmiş... Bu anlar, sevilen kadının kendisini erkeğinin kollarına usulca bıraktığı anlarmış.
Ve artık Zeki Müren’in “gözlerinin içine başka hayal girmesin”
şarkısını söyleyebilirsiniz!
Peki Meksika’nın simgesi olmuş
şu “mariachi” sözü nereden geliyor? Bunun hikayesi ta 1862’lere , Fransızların
Meksika’yı işgal ettikleri yıllara dayanıyormuş.. Tevatüre göre, Fransız askerleri bir gün köy düğününde şarkı söyleyen bir grup
müzisyen görmüş. Askerlerden biri “bu
nedir?” diye sorunca çevirmen şöyle cevaplamış: “C’est un mariage” (okunuşu ‘setön
mariaj’), anlamı ise, 'bu bir düğün' demek. Bu ”mariage”(mariaj) ismi çok tutmuş ve nerede seyyar bir müzik grubu görülse ona 'mariaj' denmeye başlamış; ve gel zaman git zaman "mariaj",“mariaçi” ye evrilmiş. Bu söylentiyi reddedenler ise Mariachi sözünün 1860'lardaki Fransız işgalinden önce kullanıldığını iddia etmekte. Kimilerine göre de Mariachi, yerli Coco dilinden gelmekteymiş. Müzisyenlerin üzerine çıkıp şarkı söylediği ahşap platformda kullanın bir çeşit ahşaba verilen isimmiş.
Bu gün ülkenin her yerinde
sevilerek dinlenen Mariachi müziği köken olarak Meksika’nın Jalisco eyaletinde
doğmuş. Başlangıçta omuzlarında beyaz pamuklu bir pelerin ve palmiye ağacı
yaprağından yapılmış sombrero giyerlerken, Porfiriato döneminde (diktatör Diaz rejimi) geniş vizerli sombrero’ları
ve nakışlı “charro”(bir nevi kovboy) kıyafetiyle, yüksek belli ve kenarları
bandlı pantolonları ile, pek afili bir görünüme kavuşmuş.
Geleneksel Mariachi müzik gruplarında en az iki keman, bir gitar, bir bas gitar ve vihuela denilen enstrümanlar olmak zorundaymış . Ama günümüzde bunlara trompet, bazen de harp katılmış. Mariachileri, Meksika dışında, Venezuella, İspanya ve Amerika gibi kimi ülkelerde de görmeniz mümkün. Hadi mariachilerden bir şarkı isteyelim, geleneksel Meksika şapka dansını "El Jarabe Tapatio" yu çalsınlar: https://www.youtube.com/watch?v=Z32890GLm4k Corridos(Meksika balladları), bir gitar ve bir şarkıcı ile söylenen rancheras gibi geleneksel Meksika müziklerini mariachilerden dinlemeyi kaçırmayın; biz öyle yaptık.
Garibaldi Meydanı’ndaki bar ve
restoranlarda masaları dolaşan mariaçi
grupları.
Sıradan insanın, yoksulun, köylünün, işçinin, gündelik
hayat mücadelesinde yaşadığı sıkıntıları, acıları, üzüntüleri, mutlulukları, romantik duyguları.. anlatan Meksika corridoları deyince Meksika Devrimini anlatan corridoları
unutmamak lazım. Mesela, Meksika
devrimine katılan kadınları ve çocukları anlatan La Adelita’yı.. .
Devrim kasırgası ortalığı sardığında, devrim
orduları yalnız değildi, yanlarında, yemek pişiren, yama yapan, destek olan; erkeğini yalnız bırakmayan; hatta savaşa katılan Soldadera(Adelitas) denilen kadınlar
da vardı. işte onlar için yapılmış bir corrido dinleyelim şimdi: "La Adelita" https://www.youtube.com/watch?v=EoR1dyGhGt8
Garibaldi Meydanın tanık olduğumumuz bir diğer ilginç görüntü de halka açık yazlık sinemaydı.. Halk, bir Belediye hizmeti olan meydandaki yazlık sinemaya gelip film izliyor. Sanırım; bu filmler daha ziyade Meksika sinemasının altın devri olan 1930 ile 1950 yılları arasında yapılmış olan Charro diye bilinen popüler ve nostaljik Meksika filmleri. Bu filmlerin tipik özelliği tanınmış baş rol oyuncularının mariachi şarkıları söylemesi.. Yalnız; bu yazlık sinemanın kendisinden daha ilginç olan bir şey var: Beyaz perdeninin hemen yakınında şöyle birazca yüksekçe bir yere Meksika Belediyesi Mariachi orkestrası kurulmuş film oynarken bir şarkı sahnesi gelecek olursa, orkestra, -sanırım filmdeki o şarkılar solup gitmesin; halkın belleğinde yer etsin diye-, hatıraları canlandırıyorlar; ve hemen o şarkıyı filmle ayni anda birlikte çalıp söylüyor.. Hem film içinde hem de mariachi grubundan ayni şarkıyı canlı olarak dinliyorsunuz. Filmdeki şarkı susunca orkestra da susuyor; ilginç değil mi? Meksiko Garibaldi Meydanı, Belediyenin halka açık yazlık sineması Bu yazlık sinemada acaba Sergei Eisenstein'ın "Que Viva Mexico!" https://www.youtube.com/watch?v=QjDNmSJBgNk, Elia Kazan'ın "Viva Zapata!" https://www.youtube.com/watch?v=sAc5p68U6oI ve Meksika Devrimi belgeseli https://www.youtube.com/watch?v=pVWcgOcvgV0&t=260s filmleri de izlenmiş midir? |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder