10 Ekim 2018 Çarşamba

HARİKALAR DİYARI MEKSİKADAN ANILAR -3-



Bu gün üçüncü günümüz Meksiko City’de. Hazır olun; sabahtan Tanrılar Kenti Teotihuacan’a gidiyoruz. Sonra da, Milli  Antropoloji Müzesi’ne.

Meksico City(Tenochtitlan)’ nin  40 km kuzey-doğusunda yer alan Teotihuacan(M.Ö 150-MS.750)’a vardığınızda çarpıcı dev anıtları(piramitleri) fark etmemek mümkün değil.  Kentin asıl adı bilinmiyor, Aztekler buraya “tanrıların yaşadığı yer” adını vermiş. Aslında “insanların tanrı olduğu/tanrılaştığı yer” deseler  daha iyi ederlermiş!


Teotihuacan'ın en tepesine.. Güneş Piramidi'ne.. yürüyoruz  yetişmek için menzile.. 

Güneş Piramidi, Teotihuacan, 2017, her gün bu basamakları çıkıp inende ne kalp kalır ne tansiyon!
Güneş Piramidinin hayat merdivenleri..yükselişe ve inişe geçenler bir arada.. İlerde, Ay Piramidi belli belirsiz.. Ahmet Haşim'in dediği gibi, "ağır ağır çıkacaksın bu merdivenleri.."  vaktiyle eteklerinde kan rengi bir yığın insan, ulaşınca en tepeye  belki anlayacaksın mavi bulutlu semaları seyrederken, bütün bir medeniyet solmakta..

Ay Piramidi( Piramide del Luna).. Meksikalı ilkokul öğrencileri ve ellerinde torunuma aldığım ve Meksika gümrüğünün alıkoyduğu  Aztek ok ve yayları..  



Karacoğlan der ki: "ne fayda; bir vefa kalmadı ok ile yayda"
Güneş Piramidinin tepesi, Teotihuacan halkını anma  ayini 
1850'lerde Güneş Piramidi (Piramide del Sol), Teotihuacan

Güneş Piramidinin tepesindeyiz, arka planda görünen Ay Piramidi

Aztek söylencesinde Teotihuacan, zamanın başladığı yermiş:

Önce, sessizlik ve karanlık varmış. Tanrılar konseyi toplanıp bir şenlik ateşi yakmış. Güneş ve Ay olarak doğabilmek için kurban seçilen iki tanrı kendilerini ateşe atmış. Böylece "her şey" başlamış;  ve evren doğmuş.. İşte; her şeyin başlangıcı için kendilerini kurban eden fedakar tanrıların anısına, bu dev yapılara, Güneş Piramidi ve Ay Piramidi adları Aztekler tarafından verilmiş.

 
"Sual eylen bizden evvel gelene/Kim var imiş biz burada yoğ iken", Ay Piramidi'nden  Güneş Piramidine bir bakış




Teotihuacan Ay Piramidi Halayı..  Soldan  ikinci Yunanistan’dan halaya katılan Alex..Türkiye ve  Yunanistan halkları kardeşliği Ay Piramidinin tepesinde buluşuyor; ve  halayımızı çekiyoruz.. arka planda görünen Güneş Piramidi.

Teotihuacan’da, yöneticilerin ayin ve idare yeri olan  Quetzalcoatl Piramidi adında bir tapınak daha var. Azteklerin  öncülü Tolteklerin tanrılaşmış kralı Quetzalcoatl(Tüylü Yılan Tanrı) adına yapılmış bu tapınağın ön cephesi Quetzalcoatl ( arkaik Nahuatl dilinde.. okunuşu Ketsalkoatl )' ın simgesi olan tüylü yılan başlarıyla bezenmiş. “Quetzal”, harika tüylü bir kuş, “coatl” ise, bereketin, iyi hasadın ve suyun taşıyıcısı kutsal ve şefkatli yılanmış.


                                                                 QUETZAL
Dikkat edilirse, Azteklerin olumlu ve itibarlı yılanı, Hristiyan teolojisinde itibarsızlaştırılmış ve Adem’i kandıran ve başı ezilmesi gereken bir yılan olmuş. Değer yargıları ve inançlar, tarihseldir; mezoamerikan kültürünün anası Olmeklerde yılan kutsal hayvanmış ve egemen gücün sembolüymüş.

 
                                       Teotihuacan'da  Quetzalcoatl Tapınağı'nın tüylü-yılan başı bezemeleri

Quetzalcoatl tapınağının  önünden geçen ve Ay Piramidine ulaşan 4km’lik bir Tören Yolu var.. Tören Yolu, kuzey-güney ekseninde kent boyunca uzanıyor. 
Teotihuacan, vaktiyle, Mezoamerika’ nın en büyük kentiymiş ve  en güçlü olduğu dönemde nüfusu 100 bin ile 150 bin arasında değişiyormuş. O zamanın Roma kentinden bile kalabalık olmalı.  Hatırlatalım, Mezoamerika, (M.Ö.1000 ile M.S.1521 arasında yüksek uygarlıkların doğduğu bölge..Yukatan yarımadası ve körfez kıyıları dahil Orta ve güney Meksika’yı , Guatemala’yı ve kısmen Honduras ile El Salvador’u kapsayan sosyo-kültürel tarihi-coğrafik bölge)’nın ilk  “planlı  kent” yerleşimi olan Teotihuacan, mimari olarak, adeta astronomik bir düzene göre tasarlanıp inşa edilmiş. Güneş Piramidi, doğu ufkunda, ekinoksta, güneşinin doğduğu yere göre hizalıymış.  
Teotihuacan, MS.750’ de terk edildikten sonra ve İspanyol sömürgeciler  henüz daha gelmemişken Toltekler ve Aztekler için hala kutsal bir kent olmaya devam etmiş.
Teotihuacan ören yerinin  seyyar satıcıları da alem insanlar. Her birinin elinde kadim müzik aletleri öttürüp duruyorlar. Kimisi, kutsal hayvan jaguar denilen bir üflemeli aletten sinir bozucu bir jaguar sesi çıkarıyor; kimisi de minyon hayvan figürlerinden Meksika melodileri çalıyor. Ben birine çok sinirlenecek olursam jaguar denilen bu aleti öttürürüm  diyerek bir tane satın almıştım.
Evet yorulduk ve açıktık.. Şöyle mağara içinde serin bir restoran yok mu buralarda?

Teotihuacan’dan 15 dakika yürüyüş   mesafesinde   La Gruta (Mağara) adında bir lokanta varmış.. Pre-historik atalarımızın anısına bu mağarada yemek yiyelim dedik. 


Daha önce  paleolitik bir mağara sofrasında hiç bulunmamıştık. Anakronik bir menü ile karşılaşmak heyecan verici olsa gerek. Avcı-toplayıcı atalarımız bu gün müşteriler  için ne toplamış ve avlamış olabilirlerdi  acaba? Kaba taş devri garsonları umarım bizlere bir kabalık yapmazlar. Mağara adabı gereği cilalı-taş tabak; yontma-taş bıçak mı kullanacaktık?  Yemekte canlı mağara-adam sesi dinleyecek miydik?  Bu sorular ve mağara atmosferi   açlığımızı bastırmış; merakımızı çoğaltmıştı. 








 

Bizler  La Gruta'dan içeri girerken,  mağara medeniyetine uygun bir karşılama beklerken  mariachi müziği eşliğinde modern kent medeniyeti ile karşılaşınca bütün sorularımızın cevabını almıştık



Ülkesini demir yumrukla 35 yıl (1876-1911) yöneten; ve milletin anasını ağlatan   diktatör Porfirio Diaz'ın da 1906 yılında burada bir yemek yediğini  öğrenince az kalsın yemekler midemize oturuyordu.  


Ama; Mariachiler,  masamızda meşhur Meksika corridosu La Cucaracha'yı çalıp söyleyince  ne diktatör Diaz kaldı ne de Carranza. Hadi öyleyse gelin hep birlikte şu Meksika Devrimi corridosunu bir kez daha dinleyelim: https://www.youtube.com/watch?v=xFFVl3J2iXA



Şimdi rotamız, Milli Antropoloji Müzesi.. Size de tuhaf gelmedi mi Antropolojinin önüne "Milli" sıfatının gelmesi.. Acaba bir de "gayri-milli antropoloji" müzesi de mi varmış diye insan sormadan edemiyor.


Tam Antropoloji Müzesine gelmek üzereydik ki fakat o da ne  havada kuş gibi uçup dönen adamlar var! 


                  
Voladores” diyorlarmış bu adamlara, yani Trapezci.  Yerden 40-50 metre yüksekliğindeki bir direkten kendilerini yavaşça aşağıya bırakarak dönen döne yere iniyorlar.. Akıllarından zorları mı var bu  adamların demeyin, adrenalin de yüklememişler kendilerine, peki ne öyleyse?

Bu ritüelin kökleri ta Mezoamerikan atalarına dayanıyormuş.. Efsaneye göre vaktiyle, bu topraklarda  felaket bir kuraklık olmuş.  Yiyecek içecek sıkıntısı baş göstermiş ve  hayat durma noktasına gelmiş. Köyün ihtiyar heyeti toplanmış, toprağın eski bereketine kavuşması ve yağmurların yeniden  yağması için tanrılarına bir ayin düzenlemeye karar vermiş. 
 
 
Bunun için, ormandan en uzun ve en düzgün direğinin getirilmesi için kabilenin en atik ve en güçlü gençleri görevlendirilmiş. Ve gençler denileni yapmış; ağacın dal ve fazlalıklarını alarak en uzun direği köye getirip toprağa   dikmişler.
Vücutlarını kuş tüyleri ile de süslemiş olan gençler dikmenin tepesine çıkarak ve kendileri uzun asma bitkileriyle bağlayarak, güneş, su, toprak, rüzgar ve ilkbahar tanrılarının dikkati çekmek üzere, kendilerini aşağıya  bırakmışlar. En tepede kalan  ve müzikle ayini başlatan adam, evrenin merkezini temsil ediyormuş. Döne döne yavaşça yere inen dört trapezci ise dört ana yönü ifade ediyormuş.
İşte böyle, günümüzün Voladores’leri de,  kendilerine atalarından miras kalan bu ritüeli, atalarına olan saygı ve bağlılıklarının bir ifadesi olarak  sürdürüyorlarmış.. En tepedeki adam,  oturmuş halde  flüt ve küçük bir davul çalarak ritüeli başlatıyor. Trapezciler aşağı inerken 13 kez direğin etrafında dönmek durumunda. Zira dört trapezci toplamda 52 kez dönmüş oluyor bu da Mezoamerikan takviminde  bir asra tekabül ediyormuş. 


Müzelerden müze beğen deseler Milli Antropoloji Müzesi’ni beğenirdim. Bir defa, müzenin içi, ve eserlerin  sunumu çok iyi dizayn edilmiş; ve  çok ferah. Teşhir salonları  insanı yormayan iki katlı  geniş  mekanlar  olarak tasarlanmış.  Ortadaki geniş  avlunun etrafı eserlerin teşhir edildiği salonlarla çevrelenmiş olduğundan istediğiniz zaman kendinizi avluya atabiliyorsunuz. Bu muhteşem müzede, Kolomb öncesi Meksika tarihine ait arkeolojik, antropolojik, etnografik  eserleri  bir bütün olarak görmek mümkün.
Müze, girişin hemen sağında bulunan salonda Antropolojinin tanıtımıyla başlıyor.  

Sonra,  Avcı-toplayıcı insan topluluklarının erken dönemlerine (M.Ö.30 000-2500) ait yaşam tarzları ve kullandıkları ilkel aletler sergileniyor.
İleriki salonlarda, sırasıyla, klasik dönem öncesi (M.Ö. 2500-M.S.100) toprağa bağlı üretime ve hayvancılığa geçiş; ve buna bağlı olarak toplumda sosyal sınıfların doğuşu ve devamında artık sınıflara bölünmüş tüm Mezo-Amerikan uygarlığına ve kültürüne ait çok sayıda çeşitli  eserler ve objeler sergileniyor
Yeni Dünya’nın İlk Avcı-toplayıcı insan grupları, günümüzden 30 000 yıl önce, buz tutmuş olan  Bering Boğazı üzerinden geçerek  Kuzey Doğu Asya/Sibirya’dan kuzey Batı Amerika’ya /Alaska’ya ulaşmışlar.
Yaklaşık 20 000 yıl önce de genel olarak iklimde ılımanlaşma başlamış; havalar ısınmış ve buzullar erimeye başlamış. İşte bu ılımanlaşmaya bağlı olarak Yeni Dünyanın güneyinde daha elverişli yaşam koşulları oluşmuş; ve insan grupları, bu kez, günümüzden 18 000 yıl önce, güneye göç etmeye başlamış.  Yani sizin anlayacağınız bu günkü Amerikalıların en uzak atalarının atası, Asyalıymış.
"Havva anamız daha dünkü çocuk” sayılır,  Australopithecus Aferensis ailesinden 3,2 milyon yaşındaki mitokondriyal Lucy Anamız varken.. Milli Antropoloji Müzesi   

Olmek Uygarlığı (M.Ö. 1200-400), Meksika Körfezi kıyısında kentler kurmuşlar.  Hem tonlarca ağırlıkta dev anıtsal eserler hem de usta işi  küçük objeler yapmışlar. Olmeklerin anıt mimarisi, dinleri ve  takvimleri, kendisinden sonra gelen Mezoamerikan kültürlerini etkilemiş.. Bir bakıma onların süt anası olmuş. San Lorenzo ve La Venta en önemli kentleriymiş. Asağıdaki dev baş, San Lorenzo’da bulunanlardan sadece bir tanesi. Bizim Nemrut’taki devasa heykel başlarını andırıyor


Şu dev OLMEK başı için yakıştırdığımız dizeler
Edip Cansever’in  Masa da masaymış ha” şiirine nazire olsun bizden: "KAFA ADAM"
Adam kafaya "şu Olmekler kocaman kafayı hangi saikle yapmış olabilirler"i koydu önce/ sonra  "bu dev kafadaki şu miğfer de neyin nesiydi" onu koydu/ kral-tanrı olmayı çok istiyordu onu da  koydu/"Tarihte benim dediğim niçin olmasın" dedi kafaya koydu/ bari oldu olacak şu sonsuzluğu da koyayım dedi ve onu da kafaya koydu..
Bir ara canı bir pulke(tanrı iksiri) içmek istedi, Pulke’nin dökülüşünü kafaya koydu/ sonra yüzlerce kadını koydu kafaya/ Adam koyuyordu işte!.. 
Adam eline ne geçerse tarihte, habire koyuyordu/ “Geleceği” bile koydu!/ Olmek Kafa bana mısın demiyordu!/ Bir ara tarihte sallanır gibi oldu, ama, nafile!/ Adam habire koyuyordu kafaya/ Olmek Kafa  hala  bana mısın demiyordu./ En son, bakalım  kendimi koyabilecek miyim dedi, Vallahi bravo; koydu!/ kendini de koydu kafaya!/ Dedim ya; Olmek Kafa bu; koydu mu koyuyordu işte!  Şu Olmek kafa da amma kafaymış ha!

                                            
AKROBAT.. Klasik Öncesi döneme ait ve hayli yüksek ustalık işi ve artistik beceri gerektiren seramik bir vazo. Akrobatın fiziksel yeteneği  dikkat çekici."Marifet iltifata tabidir." 
Teotihuacan medeniyeti,(M.Ö.100-M.S.700),  kendi çağının en parlak bir uygarlık merkeziymiş.. Çöktükten sonra bile ekonomik-siyasi etkisi Mezoamerika ile sınırlı kalmamış. Teotihuacan’ın çöküşünden sonra Tula kentinde yaşayan savaşçı Tolteklerin egemenliği(MS.700-1200) başlamış bölgede. Tolteklerin çökmesiyle birlikte, bu kez, tarih sahnesine Aztekler(1430-1521) çıkmış. Zapotekler(M.Ö.500-M.S.800) ve Mikstek(Mixtec)'ler ise, Oaxaca Vadisine yerleşmiş; ve  daha sonra  ovadan 400 metre yüksekte Zapoteklere başkentlik yapan Monta Alban medeniyetini kurmuşlar.

Daha önce belirtmiş olduğum gibi, Meksikalılar,  bizdeki kimi bakanlıkların önünde bulunan “milli” sıfatı gibi Antropolojinin önüne bir “milli” sıfatı getirip  koymuşlar. Demek ki tarihsel bağlar ve köken bakımından konkistador  Hernan Cortez öncesi Meksika’yı tamamen kendilerinden saymaktalar; ve  Cortez öncesi Mezo-Amerikan uygarlıklarından yoksun bir Meksika’nın “Milli” sayılamayacağını da kabul etmiş bulunmaktalar. Nitekim üç renkli Meksika bayrağının ortasında bulunan ağzında yılan bulunan ve kaktüse konmuş  kartal figürü, Azteklerin,  Meksika milli kimliğinin bir unsuru olduğunun göstergesidir.
Modern Meksika’nın  milli kimliğini, Mezoamerikan uygarlıklarını yaratan halklar, İspanyollara ve diğer istilacılara karşı verilen anti-sömürge savaşları ve Meksika Devrimi şekillendirmiş. 
                                 

Milli Antropoloji Müzesi, Capultepec(Bizim Güneş-Dil teorisyeni Tahsin Mayatepek’in soy-adının esin kaynağı) Parkı mevkiinde işlek ve  merkezi bir yerde bulunmakta. Müze 1825’te kurulmuş. Bu günkü modern yerine ise  1964’de taşınmış. Müzenin en gözde eserleri olarak Aztek Güneş Taşı(Aztek Takvimi), “Yılan Etek” olarak bilinen toprak tanrıçası  Coatlicue,  yarasa simgeli karanlıklar ve ölüler aleminin tanrısının yeşim taşından yapılmış maskesi ve  Azteklerin çiçek ve bitki tanrısı, şarkı ve dansın koruyucusu Xochipilli’nin heykeli sayılabilir.

                            
Milli Antropoloji Müzesi girişi ve yağmur-su  Tanrısı Tlaloc’un  2.70m boyunda ve 20 ton ağırlığındaki bazalt blok taştan heykeli

18.yüzyıl sonlarında Meksiko City Zocalo Meydanında bulunmuş Aztek Güneş Taşı ya da Aztek Takvimi, 3,6m çapında 24 ton ağırlandymış;.ve imparator Axayacatl(?) zamanında 1479(?) yılında  yapılmış.. Merkezde bulunan figür Güneş Tanrısı ve ya yer yüzü canavarı Tlaltecuhtli de olabilirmiş..
Aztek Güneşi bir takvim işlevi görmekten çok beş mitsel dünya ve güneş oluşumunu yansıtıyormuş. İlk dört yaratılış kusurlu olduğundan asıl güneş, ay ve insanlar, yani bizler, beşinci dönemin başında yaratılmış. 
Her şey karanlık içerisindeyken hiç güneş doğmamışken,  şafak sökmemişken tanrılar Teotihuacan’da toplanıp görüşmüşler.Ve bir birlerine şöyle demişler:      “Kim kendini feda edecek , Kim güneş olmayı, şafağı söktürmeyi üstlenecek?” Bunun üzerine iki tanrı kendilerini kurban edip güneş olmaya gönüllü olmuş. 
Teotihuacan’da şenlik ateşi yakılmış bu fedakar iki tanrı kendilerini ateşe atmış; kor olmuş.. Derken; güneş ve ay doğmuş. Ruzgar tanrısı  Quetzalcoatl da,  geçe gündüz eserek güneş ve aya hareket vermiş. Daha sonra da, yeraltı dünyasına inerek   ölülerin kemiklerini kendi kanıyla karıştırarak yer yüzüne çıkmış ve  insanı yaratmış.. 
Efsane işte, ne diye bilirsin ki!
Aztek takvimine göre, zamanın iki türlü sayımı varmış: Birincisi,  kehanet ve bilme amaçlı kullanılan 260 günlük gün sayımı, diğeri ise 365 günlük güneş sayımıymış. 260 günlük döngü 20 grup günden oluşuyormuş. Her günün tavşan, jaguar, timsah, çakmak taşı…gibi  adları varmış. Ve günler, söz konusu hayvan ya da nesnenin hiyeroglifiyle  ile simgeleniyormuş. Bu 20 günlük döngüler de, 1’den 13’e kadar olan sayılar rotasyonuyla iç içe geçiyormuş. Böylece 260 günlük kutsal dönemin her günü, 20 gün adından biriyle 13 sayıdan birinin bileşimi olarak anılıyormuş.
Aztek devletinin yıllık tören takvimi ise 365 günlük güneş sayımına dayanıyormuş. Yıllık takvim,  her biri  20 günlük 18 aya bölünüyormuş. Ve eski ile yeni yıl arasında 5 günlük bir ara dönem varmış .  Genellikle bu ara dönemde felaketler olurmuş.

              
Jade Mask of  “Bat God” , "Yarasa Tanrı", Monte Alban, Zapoteclerin karanlıklar ve ölüler aleminin tanrısının 25 parça yeşim taşından yapılmış mozaik maskı. Sarı gözler ise renkli deniz  kabuğundan yapılmış.

                                      Azteklerin   en uzun isimli Tanrısı


Siz hiç  21 harfli ve 8 heceli bir tanrı gördünüz mü? Ben gördüm, Milli Antropoloji Müzesi’nin ve Mezoamerika'nın en uzun isimli tanrısı: TLAHUİZCALPANTECUHTLI
Bu günden bakınca "breh..breh..breh..şu isimdeki azamete bakın hele.." diyebilirsiniz ama,  önemli ve anlamlı olan  onun işlevi. Aztekler’de Şafağın Efendisi’ymiş. Yani; sabah yıldızı, Venüs’ün tanrısı. Aşağıdaki resmine bakılacak olursa “kafası biraz karışık” bir tanrı gibi duruyor demeyin sakın!
     
          
                                                 TLAHUİZCALPANTECUHTLI


                                                                                                              
                 
                                             Azteklerin, şarkı ve dansın koruyucusu,  çiçek ve bitki tanrısı Xochipilli

                            

Geldik; üstü başı yılan kaynayan ve her yerinden yılan fışkıran  Azteklerin toprak ve bereket tanrıçası  Yılanlı Etek ya da Coatlicue (koh-at-li-kue)’’in  3m boyundaki bazalttan heykeline.. 

Yılandan yapılma eteği onun kolayca tanınmasını sağlarmış. Toprak, yalnız can veren değil can alandır da. Yaratıcı ve yok edici tanrıça Coatlicue’’nin eteği yılanlardan örülü olduğu için “Yılanlı Etek” ismini alırmış. Yılanlar, yeniden doğuşu simgeliyormuş. 

Boyundaki kalp, eller ve kuru kafadan  oluşan kolyenin göğüslere yakın oluşu, beslenme ve kurban düşüncesini çağrıştırıyormuş. Keza, kafanın yerini almış olan  boyundan simetrik olarak yukarı  çıkan yüzleri bizlere dönük kafa kafaya vermiş iki kıvrılmış  yılan figürü ise, hayatın ve kozmosun devam etmesini sağlayan bereketli ve doğurgan kan akışını simgeliyormuş. Gelin bundan sonrasını Khan  Academy'den  dinleyelim: https://www.khanacademy.org.tr/8693
Müzenin uygarlık labirentlerinde  gezinmekten üzerimize Antropolojik bir yorgunluk çökmüştü.. Mezoamerika’nın  büyüleyici geçmişi gözümüzün önünde canlanmış;  ve adeta arkeolojik bir kazı alanındaki uzak geçmişin  izleri karşısında Tarihin dedektifleri kesilmiştik. Eğer; Mezoamerikan halkları, “eski dünya”nın fetihçi-sömürgen ve haçlı  insan sürüleri ile karşılaşmamış olsalardı, şimdi, belki de, Mezoamerika'da ve dünyada bambaşka bir medeniyet yükseliyor olabilirdi. 
Baktım; gene, Tarihin o dipsiz kuyusuna düşmüşüz, şu Yılanlı Etek’teki yılanlardan biri bizi sokmadan ve herkese gına gelmeden  bir an önce kendimizi  Antropoloji Müzesinin dışına atmada yarar var!
Psiko-Antropolojik yorgunluğumuzu atmak için şöyle güzel  bir Meksika kahvesine ne dersiniz? Peki niye La Habana’ya gitmiyoruz ki!? Hani şu, Fidel Castro İle Che Guevara’nın sık sık buluştuğu, sert kahvelerin içildiği; puroların tüttürüldüğü; ve Küba devrimin planlandığı o 1950’lerin gözde kahvesine..

                    
La Habana Cafe, tam, Morelos caddesiyle Bucareli caddesinin keşiştiği köşede bulunuyor. Ama  La Habana’da, nostaljik kahve fincanını saymazsak,  o eski havasından  eser kalmamış gibi.. Ama kahvelerine diyeceğimiz  bir şey yoktu doğrusu!



Gün akşamlıdır;  bu gece  Garibaldi Meydanındayız; eğlence var!

Garibaldi Meydanı (Plaza Garibaldi), Meksika kültür mirası olmuş Mariachilerin meydanıdır... Günün hangi saati istersen muhakkak mariachi müzisyenlerini bulursunuz orada. Kimisi ortalıkta çalar, restoranları dolaşır; kimisi de ana caddede müşteri bekler.   Bi aralarına karışalım bakalım ne olacak... 
 

Fiyakalı ve armalı beyaz giysileriyle müşteri bekleyen Mariachiler.. 

Onları uzaktan hemen tanırsınız. Bir tek sombreroları eksik! Otomobilleriyle  Garibaldi Meydanından geçenler, eğlenmek  veya  sevgilisine serenat yaptırmak isterse  Mariachi kiralarmış...Burada böyle bir adet varmış işte. Fiyatta anlaşınca mariachiler söylenen adrese belirtilen saatte giderlermiş. 

Serenat yapılan şanşlı genç kız veya kadının eğer oğlanda ya da adamda gönlü varsa pencereden kendini şöyle bir gösterirmiş. Ancak bu,  “seninim!”  demek anlamına gelmezmiş! Sadece, umut var anlamına gelirmiş. Daha sonra, aşk oyununun ikinci perdesi devreye giriyormuş. Bu kez,  sevgili veya eş olmaya aday kadın, Venedik benzeri Xochomilco Kanallarında  “aşıklar gondolu” gezisine davet ediliyormuş.  Sevilen kadın yada genç kız, davetinizi kabul eder de gondol gezisine katılacak olursa işte o zaman mutluluğa yakınsınız demekmiş.. Daha ileriye gitmek artık sizin marifetinize ve duygularınız kuvvetine kalmış. 

Kanallarda alesta bekleyen ve anlaştığınız bir mariachi grubunun   kendi gondollarıyla üzerinize aborda olmasını isteyerek, kalplere tahkimat  yapmak; serenada veya dansa
gondolda devam etmek serbestmiş... Bu anlar, sevilen kadının  kendisini erkeğinin kollarına usulca bıraktığı anlarmış.


Ve artık Zeki Müren’in “gözlerinin içine başka hayal girmesin” şarkısını söyleyebilirsiniz!

Peki Meksika’nın simgesi olmuş şu “mariachi” sözü nereden geliyor? Bunun hikayesi ta 1862’lere , Fransızların Meksika’yı işgal ettikleri yıllara dayanıyormuş.. Tevatüre göre,  Fransız askerleri bir gün  köy düğününde şarkı söyleyen bir grup müzisyen  görmüş. Askerlerden biri “bu nedir?” diye sorunca çevirmen şöyle cevaplamış: “C’est un mariage” (okunuşu ‘setön mariaj’), anlamı ise, 'bu bir düğün' demek. Bu ”mariage”(mariaj) ismi çok tutmuş ve nerede seyyar bir müzik grubu görülse ona 'mariaj' denmeye başlamış; ve  gel zaman git zaman "mariaj",“mariaçi” ye evrilmiş. Bu söylentiyi reddedenler ise Mariachi sözünün 1860'lardaki Fransız işgalinden önce kullanıldığını iddia etmekte. Kimilerine göre de Mariachi, yerli Coco dilinden gelmekteymiş. Müzisyenlerin üzerine çıkıp şarkı söylediği ahşap platformda kullanın bir çeşit ahşaba verilen isimmiş. 

Bu gün ülkenin her yerinde sevilerek dinlenen Mariachi müziği köken olarak Meksika’nın Jalisco eyaletinde doğmuş. Başlangıçta omuzlarında beyaz pamuklu bir pelerin ve palmiye ağacı yaprağından yapılmış sombrero giyerlerken,  Porfiriato döneminde (diktatör Diaz rejimi) geniş vizerli sombrero’ları ve nakışlı “charro”(bir nevi kovboy) kıyafetiyle, yüksek belli ve kenarları bandlı pantolonları ile, pek afili bir görünüme kavuşmuş. 

Geleneksel Mariachi müzik gruplarında en az iki keman, bir gitar, bir bas gitar ve  vihuela denilen enstrümanlar olmak zorundaymış . Ama günümüzde bunlara trompet, bazen de harp  katılmış. Mariachileri, Meksika dışında, Venezuella, İspanya  ve Amerika gibi kimi ülkelerde de görmeniz mümkün. Hadi mariachilerden bir şarkı isteyelim, geleneksel Meksika şapka dansını "El Jarabe Tapatio" yu çalsınlar:  https://www.youtube.com/watch?v=Z32890GLm4k

Corridos(Meksika balladları), bir gitar ve bir şarkıcı ile söylenen  rancheras gibi geleneksel Meksika müziklerini mariachilerden dinlemeyi kaçırmayın; biz öyle yaptık. 
                              
                           Garibaldi Meydanı’ndaki bar ve restoranlarda  masaları dolaşan mariaçi grupları.


Sıradan insanın, yoksulun, köylünün, işçinin,   gündelik hayat mücadelesinde yaşadığı  sıkıntıları, acıları, üzüntüleri,  mutlulukları, romantik duyguları.. anlatan  Meksika corridoları  deyince Meksika Devrimini anlatan corridoları unutmamak lazım.  Mesela, Meksika devrimine katılan kadınları ve çocukları anlatan La Adelita’yı.. .



                         

Devrim kasırgası ortalığı sardığında, devrim orduları yalnız değildi, yanlarında,  yemek pişiren, yama yapan, destek olan; erkeğini yalnız bırakmayan; hatta savaşa katılan Soldadera(Adelitas) denilen kadınlar da vardı. işte onlar için yapılmış bir corrido dinleyelim şimdi: "La Adelita" https://www.youtube.com/watch?v=EoR1dyGhGt8

Garibaldi Meydanın tanık olduğumumuz bir diğer ilginç görüntü de halka açık yazlık sinemaydı..  Halk, bir Belediye hizmeti olan meydandaki yazlık sinemaya gelip film izliyor. Sanırım; bu filmler  daha ziyade Meksika sinemasının altın devri olan 1930 ile 1950 yılları arasında yapılmış olan Charro diye bilinen popüler ve nostaljik Meksika filmleri. Bu filmlerin tipik özelliği tanınmış baş rol oyuncularının mariachi şarkıları söylemesi..


Yalnız; bu yazlık sinemanın kendisinden daha ilginç olan bir şey var:  Beyaz perdeninin hemen yakınında şöyle birazca yüksekçe bir yere Meksika Belediyesi Mariachi orkestrası kurulmuş film oynarken bir şarkı sahnesi gelecek olursa, orkestra, -sanırım filmdeki o şarkılar solup gitmesin; halkın belleğinde yer etsin  diye-, hatıraları canlandırıyorlar; ve hemen o şarkıyı filmle ayni anda  birlikte çalıp söylüyor.. Hem film içinde hem de mariachi grubundan ayni şarkıyı canlı olarak dinliyorsunuz. Filmdeki şarkı susunca orkestra da susuyor; ilginç değil mi? 





               Meksiko Garibaldi Meydanı, Belediyenin halka açık yazlık sineması




Bu yazlık sinemada acaba  Sergei Eisenstein'ın  "Que Viva Mexico!https://www.youtube.com/watch?v=QjDNmSJBgNk, Elia Kazan'ın "Viva Zapata!" https://www.youtube.com/watch?v=sAc5p68U6oI ve Meksika Devrimi belgeseli https://www.youtube.com/watch?v=pVWcgOcvgV0&t=260s filmleri de izlenmiş midir?





                                                                                                                                                                                                              























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder